Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EGE’NİN İMBATI Serdar Kızık serdarkizik?cumhuriyet.com.tr 6 HİNDİSTAN SEVGİ ÇEMBERİ Bu eşsiz coğrafyanın tüm güzellikleri karşısında insan mutlu olmalı değil mi? Ama olmuyor işte. Tersine, bir kaygı, bir korku... Baksanıza olan bitene, geçmişte yapılanlara... Nasıl kıymışlar, nasıl yağmalamışlar? Ah bu yağmacı talancı, köşe dönmeci zihniyet! Kentlerimizi çirkinleştirdi. Yetmedi kıyılarımıza saldırdı, betonlaştırdı. Göllerimizi kanalizasyon çukuruna, akarsularımızı kanalizasyon hattına çevirdi, kuruttu ve tüketti. Yetmedi, bugün de yurdun dört bir yanında; Kazdağları’nda, Belek’te, Trakya’da, Artvin ve Rize’de yağma sürüyor. Türkiye’nin doğal güzellikleri, değerleri yabancılara peşkeş çekiliyor... Korkuyoruz gerçekten, kaygılanıyoruz. Ya bugün elimizde kalanlar da giderse? Yurdunu, ülkesini, dünyayı, insanı ve insanlığı seven böyle mi yapar? İşin garibidir, bu sorunun yaşamımın en keyifli anlarından birinde, aklıma takılması. Ekim sonu, harika bir hava, güneş ve deniz... Gümüşlük’ten yelken açmışız, ahşap gulet, tirhandil ve aynakıç yarışıyor, 19. Bodrum Kupası için. Tekneler, yelkenler, deniz, hava, her şey o kadar güzel ki...Ama arka fon yok mu, fon? İşte o arka plan bu soruları ve beraberinde can sıkıntısını yaratıyor. Güzelim Bodrum Yarımadası’nın Turgutreis, Akyarlar, Bitez kıyılarında narenciye bahçeleri sökülerek oluşturulan yoğun yapılaşma, artık dağlara doğru yürüyor.Yine de önceki yıllara göre biraz farklı bakış açısı, bir iyimserlik hali mi ne? “En azından buradaki yapılaşmanın bir tarzı, şekli şemali var” diyoruz. Öyle ya bu kıyılarda, yan yana aralıksız dizilmiş, beş altı katlı apartmanları da görmek vardı... Gümüşlük’te, ahşap teknelerin oluşturduğu sevgi çemberinin kıyısında, balık rakı masasında yine bu mesele açıldı da, onun da etkisi belki dertlenmemizde.Eski, yeni dostlar güzellikleri, can sıkıntılarını, sorunları paylaşıyoruz. Kocaman gülüşlü, burma bıyıklı, cana yakın, sohbetti bal Bodrum Narenciye Birliği Başkanı Mehmet Kocadon, 80’li yıllarla birlikte yaşadıklarını, tanıklıklarını anlatıyor da hayıflanıyoruz hep birlikte. Öğreniyoruz ki, para etmeye başlayınca narenciyenin değerini yeniden anlamış Bodrumlular. Bahçeler bakıma alınmış, temizlenmiş, sürülmüş, ağaçların gövdeleri badanalanmış... Kolaya karşı narenciye gazozu bile yapmışlar, pek tutulmuş.O gece, kıyıya yakın o masada Savaş Nur, kocaman kahkahalarıyla Mehmet Kocadon, Aycan Özdemir, Ortakent Belediyesi Halkla İlişkiler görevlisi sohbet düşkünü Alp Çağpar, Sanatçı İnci İyibaş ve Nimet Yardımcı, İsmail Akpınar ile Merih Ak teknelerin oluşturduğu sevgi çemberine yakın, hayatın böylesi bir çemberle sarmalamasını umarak insanları, anlatıyor, anlatıyor, anlatıyoruz...Belki bir dahaki sefere henüz tanışmadığımız ama adını masada paylaştığımız İç Mimar Asuman Eceoğlu’nun keşfettiği, hazırladığı mandalina likörünü tadarız, kim bilir. kimi ayakta kimi ortalıkta yerde kimi duvar dibinde, tüm gözler havuzun ortasına uzanan ve kubbesi karanlığın içinde güneş gibi parlayan Hari Mandir denilen tapınakta, fısıldaşmalar, tiz çok tiz dua sesleri, ışık oyunları, suya düşen yansımalar çarpıcıydı. Sihlerin dini Sih dini 1469’da doğan Guru Nanak tarafından kast sistemine ve Brahmin egemenliğine karşı tepki olarak oluşturulan İslam ve Hinduizim karışımı bir din. Kutsal kitapları Büyük Sahip. Kast sistemini tanımıyor, tek tanrıya ve sonsuz yaşam çarkına inanıyor, çocuklarını din kurallarını anlayacak yaşa gelince vaftiz ediyor, ölülerini yakıyorlar. Sih erkeklerinin “beş kakkars” kuralına uymaları gerekiyor. Birinci kural “kesha” denilen saçsakal kesmeme. İkinci kural “Kangha” yani tahta veya fildişinden bir tarağı yanlarında bulundurma kuralı. Üçüncüsü alçak gönüllülüğü simgeleyen şortla dolaşmak. Dördüncü kural sağ bileğe taktıkları çelik bilezik ve beşinci kural da bellerinde taşıdıkları ve güç ve saygının ifadesi kamalar. Ve 16. yüzyıldan beri bütün Sihlerin soyadları Singh yani Aslan. Havuzu çevreleyen küçük odalarda dua edenler, dağıtılan yemeklerden yiyen binlerce insan, kenara kıvrılıp uyuyanlar arasında yürürken yükselen davul sesleriyle birlikte ortalık bir anda hareketlendi. Her sabah pembe örtülere sarılan kutsal kitap Akal Taht’tan taşınıp Hari Mandir’e getiriliyor, gün boyunca dualar okunuyor, gece davullar ve dualar ve ilahiler eşliğinde Akal Taht’a geri götürülüyor. Sih meclisinin bulunduğu Akal Taht’tan Hari Mandir’e havuzun içine uzayan bir köprü ile ulaşılıyor. Kalabalığın arasında adım adım içeri giriyorum. Duvar diplerinde oturanlar, yürüyenler, yükselen ilahiler, suya düşen altın parıltıları, olağanüstü mis