Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 AFRİKA AFRİKA GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr oğlu olur. Bu çocuğu İbn el Melik alarak adlandırır. Çocuk daha sonra Etiyopya’da Süleyman Hanedanı’nı kuracak I. Menelik olarak bilinecektir. Menelik 22 yaşında iken babasını görmeye gider ve üç yıl onun yanında kalır. Dönmeye karar verdiğinde dönmesine karşı çıkanlara Süleyman “12 kabileden her biri Menelik’in yanına bin kişi verecek” der. Bu arada Menelik’le birlikte Etiyopya’ya gidecek hahambaşının oğlu Azariah, Menelik’e Kudüs’teki “10 Emir Sandığı”nı yanlarında götürmelerini önerir. Ve götürürler. Addis Ababa: Yeni Çiçek Etiyopya gezileri kaçınılmaz olarak başkent Addis Ababa’dan başlıyor. Yerel dilleri olan Amhari dilinde “Yeni Çiçek” anlamına geliyor. Kente muhtemelen Afrika’nın en iyi havayollarından biri olan Ethiopia Airlines ile varıyorsunuz. 2 bin 400 metre yüksekliği ile Addis Ababa dünyanın en yüksek üçüncü başkenti. Bazıları bu başkenti çok sever, bazıları hemen kaçmak ister. Şunun şurasında 117 yıllık bir başkent, ama nüfusu 5 milyonun üzerinde. Dilenciler, sakatlar, rahatsız edecek kadar zayıf insanlar, cepçiler, acayip taksi şoförleri bir yanda; olağanüstü sıcak, konuksever, çok güzel gülen ve gülünce o son derece sağlıklı, beyaz dişleri öne çıkan Etiyopyalılar bir yanda. kenti ve aynı adı taşıyan eyaletin merkezi olan Gonder, günümüzde ülkenin en büyük kenti olduğu gibi aynı zamanda özgün dokusunu günümüze kadar taşımayı başarmış en etkileyici kent. 1635 yılında Kral Fasilidas tarafından kurulmuş. Gonder’in 250 yıllık başkentliği Etiyopya’nın en parlak dönemiydi. Kentte bulunan çok iyi korunmuş kaleler, saraylar ve diğer yapılar bunun en iyi göstergesi. Gonder’de 44 kilise bulunduğu söylenir. Bunların büyük çoğunluğu 1888’de “Sudan Dervişleri” tarafından tahrip edilmiş. Günümüze özgünlüğünden hiçbir şey kaybetmeden ulaşan tek kilise 1690’lı yıllardan kalma Debre Birhan Selasiye Kilisesi. 80 kanatlı kerabim başının resmedildiği tavan süslemesi Etiyopya’daki tek örnek. Her bir kerabimin suratı değişik bir ifade taşıyor. de ve tünellerde her an karşınıza kendi giysileri içinde rahipler çıkabilir. Lalibela sadece Afrika için değil, tüm Hıristiyan dünyası için çok önemli bir dinsel merkez. OHHH OH OHRİD! Dünya Mirası Aksum Aksum’a ilk bakışta Etiyopya’nın en eski, en fazla tarihi zenginliğe sahip ve çok büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmış bir kent olduğuna inanmak çok zor. Her taraftan fışkıran sarayları, dikilitaşı, yeraltı mezarları ve yazıtları ile Aksum, Büyük Aksum Krallığı’nın bir parçasıydı. Güney Afrika’daki en önemli tarihi kentlerden biri olan Aksum, Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Kentin biraz dışında Dongar olarak adlandırılan Seba Kraliçesi’nin saray kalıntıları 1950’li yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkmış. Sarayın Seba Kraliçesi’nin ölümünden en az bin 500 yıl sonra yapıldığı sanılıyor. Sarayın günümüze kadar ayakta kalabilmiş parçalarından anlaşıldığına göre bu saray Aksum’da yapılan sarayların en görkemlilerinden biri. Kuzeydoğu Afrika’da yaklaşık 5 bin yıl boyunca yerel yöneticiler için mezar taşları yerine dikilitaşlar kullanılmış. Ancak Aksum döneminde bu gelenek zirveye ulaşmış. Mısır piramitleri gibi dikilitaşlar yöneticilerin gücü, otoritesini ve büyüklüğünü gösteriyor. Etiyopya tarihi ilk insana kadar iniyor Bu nedenle Etiyopya “insanlığın beşiği” diye adlandırılıyor. fest@festtravel.com Dini merkez Lalibela Etiyopya’nın orta kuzey kesimindeki Lalibela, dönemin önemli din ve hac merkezi. Buradaki kiliseler, yeraltındaki sert kayaların değişik üsluplarda oyulmasıyla yapılmış. Hendekler genellikle dikdörtgen biçiminde kazılmış, böylece ortada kalan sağlam granit blok, içten ve dıştan oymalarla bezenmiş. Kent 16. yüzyıldan beri turistlerin odak noktası olmasına karşın hala modern gelişmeden çok uzak. Son zamanlara kadar elektriği bile yokmuş. Aslında Lalibela bir hac merkezi. Yapımı 12. yüzyıla kadar inen ortaçağ kiliselerinin arasında karanlık geçitlerin Varlık içinde açlık çeken ülke ETİYOPYA Yazı ve fotoğraflar Faruk Pekin ygarlığın beşiği, dünyanın en eski U ülkelerinden; eski adıyla Habeşistan; geniş bir kültür, gelenek ve dil yelpazesi; Afrika’nın en canlı etnik grupları, mitoloji, eşsiz doğa, egzotik kıyafetler, renkli seremoniler, Seba Melikesi fakat dünyanın kıtlık, kuraklık ve açlık ülkesi. Varlık içinde yokluk nasıl oluyor; müthiş bir tarihsel birikim neden öylesi bir sonuca yol açıyor? Etiyopya 1 milyon 127 bin kilometrekarelik bir kıta! 68 milyonluk nüfusun yüzde15’i hala animist; geriye kalanların yarısı Müslüman, yarısı Hıristiyan. Çok sayıda etnik grup var. Nüfusun büyük bir çoğunluğunun Nuh peygamberin ve onun oğlu Ham’ın torunlarından Kuş’tan geldiği belirtiliyor. Kişi başı gayri safi milli hasıla, satın alma gücü ne göre 740 dolar. Bu sonuçla dünyanın en yoksul insanları Etiyopya’da. Ulaşım araçları sınırlı. Petrol sorun. Zayıf vücutlu, ama iskeletleri sağlam Etiyopyalılar yollarda yürüyor, çoğunlukla omuzlara atılan bir bastonla. Bazıları koşuyor. Bu ortalama 2 bin yükseklikteki bir plato üzerinde akciğer ustalığı. Hemen aklınıza Elvan Abeylegesse geliyor. Etiyopya’da “Etiyopya doğumlu Türk Kızı” diye tanıtıyorlar. Tana Gölü ve Bahir Dar Etiyopya’nın en büyük gölü olan Tana Gölü, 1 bin 830 metre yükseklikte, yaklaşık 3 bin 500 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Eski Yunanlıların “Pseboe”, Mısırlıların “Coloe” adını verdikleri göl en az 20 milyon yıl önce volkanik bir patlamanın sonucunda oluşmuş. 60 kilometre çapında bir daire şeklindeki gölün derinliği 14 metre ve üzerinde çoğu boş olan yaklaşık 30 adacık bulunuyor. Tana Gölü’nün kenarında yer alan Bahir Dar, palmiye ağaçlı bulvarları ile Etiyopya’da hiç ummadığınız tropikal bir kent görünümü sunuyor. Günümüzde ülkenin diğer kentlerinden daha fazla turizme bağımlı hale gelmiş olsa da kendi kimliğini koruyabilen kentlerden biri Bahir Dar. Seba Melikesi Belkıs Etiyopya Hıristiyanlığın çok özel bir durum var. Söylenceye göre hem Etiyopya’yı, hem de Yemen’i Etiyopya’daki başkent Aksum’dan yöneten Seba Melikesi Belkıs bir gün Musevi Kralı Süleyman’ın hediyeleriyle Kudüs’te ziyaretine gider. Değişik mitolojik öğelerle örülü bir gece birlikte olurlar. Seba Melikesi’nin dönüş yolculuğunda bir Eski başkent Gonder 1994 yılına kadar Etiyopya’nın baş Efsane bu ya... Çok eski dönemlerde, yolu Balkanlar’dan geçen göçerler, deli Balkan dağlarını ine çıka yorgun düşmüşler. Dar ovaların, deniz dalgaları gibi kıvrılıp inen tepelerin ardında güzel mi güzel bir göle gelmişler. Ağızlarından dökülen ilk sözcük de şu olmuş: Ohhh oh... Ohh bre... O günden sonra gölün adı Ohrid olmuş. Makedonya’ya gelip Atatürk’ün okuduğu Manastır’ı görmemek olmazdı. Manastır’a giden yol da eski şiir akşamlarıyla ünlü Struga şehrinden, Ohrid gölünün hemen kıyısından geçiyor. Manastır’ın bugünkü adı Bitola. Burayı dolaştıktan sonra Resne üzerinden Ohrid’e geri döndüm. Geceyi bu gölün kıyısında geçirmek istedim. Göl kıyısındaki yol taşla döşeli. Sadece yayalara açık. Yolun hemen kıyısında göl, gölün üzerinde de ördekler, adını bilmediğim kuşlar sefa sürüyor. Ohrid Gölü’nün kıyısında kurulu Ohrid kenti de göle yakışan bir güzellik içinde. Hani güzel bir boyundaki gerdanlık gibi duruyor. Kırmızı çatılı, ahşap çizgili, beyaz evler... Ohrid Kiril alfabesinin de doğum yeri. Bu alfabe adını, uzun yıllar Ohrid’de yaşamış Aziz Kyrillos’tan alıyor. Gölün kıyısında Aziz Kyrillos ve kardeşi Methodis’in heykeli var. Heykelin fotoğrafını çektikten sonra yanına gidip oradan gö le bakınca mırıldanmadan edemedim: “Burada insan değil bir, kaç alfabe yaratır...” Ohridliler gölleri ve çevresiyle övünürken şöyle diyorlar: “Burası UNESCO’nun da koruma altına aldığı bir yer. Burası tam bir doğa müzesidir...” Evliya Çelebi de 10 ciltlik Seyahatname’sinde sık sık Ohrid’den söz ediyor. Gölü şöyle anlatıyor: “Gölün çevre uzunluğu 15 mildir. Üçgen şeklindedir. 24 saatte devrolunur. Tatlı sulu, şirin bir göldür... Gölün çevresi mamur, şenlikli çiftliklerle doludur. Gölde yetişen çeşitli balıklar, bu diyarın öteki göllerinde bulunmaz. Özellikle yılan balığının misk ve amber gibi güzel bir kokusu vardır. Taze iken defne yaprağı ile kebab edip yiyenin gücü ve kuvveti artar...” Göl kıyısında yürürken yolumu çeviren bir ev pansiyoncusunun peşine düştüm. Yıkık bir minarenin karşısından içeri girdik. Geceyi orada geçirdim. Temiz, küçük bir oda... Ama bir ön bahçesi var ki, çiçeklerden çiçek beğen. Amcam, iki katlı evinin birinci katındaki üç odasını pansiyon yapmış. Evin içi kadar bahçesine de bakmış. Alnından öpesim geldi. Haritada ne zaman Ohrid Gölü’nü görsem, oh der kalırım! Gezekalın...