16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 MAYIS 2007 CUMA dizi ki Ceylanpınar var; çiftlik ve ilçe, kamuda ve taşerona çalışanlar… İkisini bir arada düşünmek mümkün değil; çiftlikte hem konutlar hem de sosyal alanlar dışarıdakilerin özlemi, içeridekiler içinse dışarısı çok karanlık. Bu ücret farklılığının bir sonucu, TİGEM’in (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü) kadrolu işçileri 800950 YTL maaş alıyor, taşeronun işçilerinin eline taş çatlasın 400 YTL geçiyor. Sigortaları yok, yemek yok, sosyal hiçbir hak yok… Çalışanlar ve ölenlerin yakınları, koşulları anlatıyor… İ SAĞNAK C 11 NİLGÜN CERRAHOĞLU Çağlayan’ın Mesajı ürkiye’de konuşulan dil bir demokrasi dili değil, güç dili...” demiştim son yazımda. Yazıyı geçtim. Akşamına “muhtıra” geldi! Cumartesi, gün boyu TV karşısında oturdum. Saatler süren canlı yayınlar, yorumlar, “derin analizlerde”... muhtıra ve hükümetin yanıt niteliğindeki açıklaması tartışıldı. Muhtıra ve darbelerin türlü çeşidini görmüş geçirmiş gazeteciler, “resmi geçit” halinde 17 saat arayla gelen iki açıklamanın “satır aralarını”, “noktalarını”, “virgüllerini”, “ünlemlerini”, “söylenenleri”, “söylenmeyenleri”... masaya yatırdı. Geçmişteki örnekler, “emuhtıra” ile karşılaştırıldı. “Benzerlikler”, “farklılıklar”... “Bu kez ne dendi?” “Ne denmek istendi?” “Kime, ne mesaj verildi?” “Sis perdesi” ardında, “gizli şifreler” bulunup çözülmeye çalışılıyor... Tuhaf olan şu: Sırf “atanmışların” değil, “seçilmişlerin” “şifrelerini” okumak da saatler alıyor! Yorgunluktan bitap düştüğümüz anda, “gerilimin düştüğüne” hükmediliyor! Tribünler önünde “kuyruğu dik tutan” hükümetin başı, meğerse kapalı kapılar ardında Genelkurmay’la “verimli” (yani “alttan alan”) bir telefon konuşması yapmış! Şimdi ne olacak? Cumhurbaşkanlığı? Erken seçim? Kimse bilmiyor! Bilmiyor ama ezber bozulmuyor: “Demokratik sürece müdahale edilmiştir!” “T ‘Artık başsağlığı dilemeyin!’ ürkiye’nin gündeminde sadece iki gün yer buldu kendine 11 yaşındaki Hulfa ve 12 yaşındaki Anut’la birlikte dokuzu kadın on kişinin öldüğü kaza. Oysa Ceylanpınar’dan bugün de ağıtlar yükseliyor. Kimi kızı, kimi karısına ağlıyor. Doğmamış çocuğu için gözyaşı dökenler de var, çünkü ölen kadınların üçü hamileydi… Ölenlerden 19 yaşındaki Fatma, çiftlikte 26 yıl kepçe operatörü olarak çalışan Mehmet Merç’in kızı. Baba Merç, 750 YTL emekli maaşının yetmediğini, bunun için Fatma ile 16 yaşındaki Naime’nin süt sağmaya gittiklerini, Naime’nin o gün hasta olduğu için evde kaldığını söylüyor. O, kamuda çalışmakla taşerona çalışmak arasındaki farkı iyi bilenlerden. “Çiftliğin adamı 950 lira maaş alır” diyor, “Taşeronda çalışanlar ise en fazla 400 alır. Süt sağımdakilerin yevmiyesi ise sağılan süte göre değişir. 1 ton süte 140 lira verir taşeron, bunun 20 lirası da çavuşa gider. Geri kalanı işçilere pay edilir”. T “İşe gitmek bir saati buluyor. Bazen yoruluyorum, keşke sabah olmasa, işe gitmesem diyorum, ama yine de gidiyorum. Çünkü evde benden başka çalışan yok. Babam hasta, Ankara’da belinden ameliyat olacak, abim okulda, beşe gidiyor. Aldığımı anneme veriyorum, o da borçlara yatırıyor. Ben bir şey istersem bazen alıyor. Artık süte gitmek istemiyorum, o iş çok zor, çapada çalışacağım, taşları toplayıp yol açacağım”. Yüksel’lerle birlikte aynı evde üç aile yaşıyor, yengesi ve teyzesi de aynı çatı altındalar. Kazada evden üç cenaze çıkmış, teyzesi Zehra Kaya, yengesi Hacer Kaya, bir de teyzesinin 14 yaşındaki kızı Hatun Kaya. Zehra’nın eşi İmam çalışamıyor, böbrek hastası, her gün diyalize bağlanıyor. En küçüğü bir buçuk yaşında olan dört çocuğuyla kal mış. Oğlu Gökhan’ı kucağından indirmeyen Mahmut, karısı Hacer’i kaybetmenin acısına mı, işsizliğine mi yansın bilemiyor. Üstelik karısının ailesi âdetleri uygulamış, gelip çeyizi geri almış. O yine de abisi için hayıflanıyor, “Nasıl bakacak çocuklarına, ona bu hastalıklı haliyle kadın da gelmez” diyor. Naile Çorak geçen eylülde bir buçuk yaşındaki kızını solunum yetersizliği sonucunda yitirmiş. İşe girdiğinin 17. gününde olmuş kaza, öldüğünde üç aylık hamileymiş. “2004’te evlendiğimizde ben 16 yaşındaydım, karım 22 yaşındaydı” diyor Aslan Çorak, “Bana karşı çok iyiydi”. Hâlâ şaşkın, tedirgin… Babası, çiftlikten emekli Mehmet Şah Çorak “Bak oğlum” diye uyarıyor, “Karın öldü, başın sağolsun, ama kendini toparlaman lazım”. Onlar da bugün yarın kız tarafının gelip çeyizi götürmesini bekliyor… Baba Çorak’a göre suçluyu öyle uzun boylu aramaya gerek yok, çiftlik ve müteahhit… ‘TAŞERON GÜVENCESİZ’ Süt sağımında 40’ar kişilik yedi grup çalışıyor, yani 280 kişi. O gün kaç ton süt toplandıysa 280 kişiye pay ediliyor, bu bazen iki, bazen üç, en fazla altıyedi lira oluyor. Koyun sayısı ise yaklaşık 100 bin. İşçileri köyden elçi topluyor. Sigortaları yok, ölenlerin sigortaları da kazadan iki gün önce yapılmış görülüyor. “Devlet güvenceli” diye yineliyor Merç, “Taşeron değil. Yemek de vermiyor, çocuklar yanlarında götürüyor, artık evde ne varsa”… 11 YAŞINDAYDI... İLK İŞİNDE YAŞAMINI YİTİRDİ... Hulfa… 11 yaşındaydı henüz. “İstese okula gönderirdim, ama istemedi” diye yakınıyor babası Ali Ayberk. “Müteahhidin önceki işçileri, parada anlaşamayınca greve gittiydi” diyor, “Elçi gelip yediden yetmişe çalışabilirsiniz, dedi. Kızım çalışmam demedi, bana yardımcı olmak için gönüllü gitti. İlk işiydi, 21. gününde kaza oldu, öldü”... Şoför Halil Ete’nin evinden yükselen ağıtlar daha güçlü, daha derin. İki karısı, Anut’un annesi, yani yengesi, kayınvalidesi bir ağızdan yakıyorlar ağıdı. Halil’in aynı adı taşıyan iki karısından en büyüğü 13 yaşında 12 çocuğu var. Kaza günü yanında olan büyük karısı Fatma, “Halil olmasaydı” diyor “Daha çok insan ölürdü”. Küçük eş Fatma, “Bilmiyorduk böyle olacağını. Bilmiyorduk, Halil ölecek, fırtına başımıza gelecek” diye ağlıyor, kucağında dört aylık bebeğiyle… İki kadın da şimdi ne yapacaklarını, çocukları nasıl büyüteceklerini bilmiyorlar… İmam nikâhlı küçük eşin annesi, maaş da bağlanmayacağı için kızının daha zor durumda kalacağını söylemeye çalışıyor, Fatma onu susturuyor, sırt sırta verip yaşayacaklarını, ama hükümetten de destek beklediklerini söylüyorlar… Anut’un annesi ise hiç konuşmuyor, sadece ağlıyor ve ağıt yakıyor… “Küçüktü, çok küçüktü, Anut’um”… Duyuyor musunuz? EMOKRASİYE ‘RÜŞVETİ KELÂM’ Hayatımda “demokrasi” sözcüğünün bu kadar sık ve böylesine rasgele kullanıldığı bir ortam hatırlamıyorum. Hangi demokratik süreç? “Şeffaflık” demek olan “demokrasi” bunun neresinde? Demokrasi ile “muhtıra”nın yan yana gelemeyeceği açık. Ama AKP’nin Cumhurbaşkanlığı sürecinde çıkardığı performansın “demokrasi”nin neresine oturduğunu, birilerinin çıkıp anlatması lazım! İzaha muhtaç olan nokta bu. “Muhtıra”, bu “açıktan” doğuyor! Varsa yoksa “şifre çözmek”! Ardından “demokrasi” adına ağız dolusu “rüşveti kelam” etmek... Ne rahat iş! Tak kaseti teybe, konuş konuşabildiğin kadar... Var ya. “Ağzı olan konuşuyor”! O hesap. Demokrasi denilen rejim eşit, özgür, egemen, ülke sorunlarına ilişkin kararlarda söz sahibi insanların rejimidir. Demokrasi, idare edilen insanlara “söz hakkı” demektir. Demokrasilerde idare edilen kişiler, yönetimi etkiler ve de denetler. Var mı böyle bir durum? Cumhurbaşkanlığı gibi, devletin en kilit makamına çıkacak isim, son ana dek bir adamın iki dudağı arasında “kozmik sır” olarak saklanıyor; Meclis koridorlarında bir “İslamcı pazar” kuruluyor ve “367 borsasına”, “15 milyon Euro” tahsis ediliyor (“Corriere della Sera” 29 Nisan)... Bunun adı “demokrasi” oluyor! Yok ya! Bunun “demokrasi” ile ne ilgisi var? D ‘KEŞKE SABAH OLMASA...’ Ölenlerin olduğu kadar çiftlikte çalışanların da çoğu kadın ve kız çocuğu. Erkek çocukların çoğu okula gidiyor, baba ve anneler kızlarını göndermekten yana olduklarını, ama onların istemediklerini söylüyorlar. İki yıldır süt sağımında çalışan 12 yaşındaki Yüksel Akar, “Ben okusun isterdim, ama gitmedi işte” diyen annesini doğruluyor. Önce istemiş okumayı, ama en yakın arkadaşı okumayacağım deyince, o da vazgeçmiş, okulun kapısından bile girmemiş. Yüksel de sütte çalışıyor, sağımda değil, taşımada. İşi, boyunun yarısı kadar olan, 10 kiloluk tenekeyi götürüp tankere boşaltmak. “Sabah altıda uyanıyorum” diyor, C eylanpınar’daki kazada yakınlarını kaybedenlerin yaktıkları ağıtlar yürekleri dağlıyor. ‘Aç insan gönüllü olur’ H Ceylanpınar’daki çiftlikte 2 yıl çalışan SHP İlçe Başkanı Cahit Karav: Taşeronlaşma hayatı altüst etti ne indirildiğini, yine de insanların yeşil kartlarını kaybetmemek için taşerona boyun eğdiklerini, sigorta istemediklerini, taşeronların ise yedi trilyonluk ihaleyi iki trilyona aldıklarını söylüyor.) Bütün yapılar kaçak; derme çatma, geçen yılın sonundaki sel baskınında onlarca evin yıkılması da bu yüzden. Kazanın sorumlusu Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM), çünkü iki giriş kapısı var, girişte aracın plakasını alır, arabayı bırakıp bırakmamak görevlinin elindedir. Suyun geldiğini, köprünün sular altında olduğunu biliyorlar, ama yine de kamyonun o yoldan gitmesine izin verdiler. Bu Ceylanpınar’daki çiftlikte işçilerden sorumlu bir kadın elçi. ilk değil, çok kaza oldu; yollara her yıl mıcır dökerler, arabalar kayar, devrilir, birileri ölür. ‘KAÇ KİŞİYİZ SAYSANA!’ İslamcı iktidar, düşünülebilecek en dayatmacı yöntemlerle “son kaleyi” de ele geçirmeye kalkışmış ve “karşıt güçlerin” yanıtıyla karşılaşmıştır. “Güç diliyle” konuşmuş, “güç diliyle” yanıt almıştır. Olay bu. Bir demokratik Türkiye yok mu? Var. Ama o şimdilik bu denklemin dışında, meydanlarda konuşuyor. Tandoğan’dan, Çağlayan’dan sesini yükseltmeye çalışıyor. Bir yandan “Şeriata hayır!” derken, bir yandan da “Darbeye hayır!” diyor. Merkez sağ ve merkez sola “Birleşin!” mesajı veriyor. Ve en önemlisi “söz hakkı” istiyor: “Tayyip baksana! Kaç kişiyiz saysana!” Çağlayan’a akan yüz binlerin arasında ben de vardım. En sık yinelenen slogan buydu. Türk halkı artık yalnız ”gücü” her eline geçirenin kendinden yana saydığı toptancı “millet” olarak değil, perakende ve tekil “yurttaş” olarak da “sayılmak” istiyor! Farklı siyasi taleplerin tanınmasını, kayda geçilmesini istiyor. Vargücüyle, “Sözüm şimdi sola. Aklını başına topla!” diye haykırıyor. “Demokrasiden” bahsedeceksiniz, saatlerle nokta virgül Ankara açıklamalarına gömülen esrarlı şifreleri değil, “meydanlardaki şifreleri” çözeceksiniz. Meydanların “şifresi” yalnız AKP’ye mesaj vermiyor. “Vatandaş” bu ülkede artık sayılmak istiyor ve bu “güç diline son!” diyor. CAHİT KARAV Ben, 198688 yılları arasında, iki yıl çalıştım çiftlikte. O yıllarda 5500 işçi vardı, hem Ceylanpıalil Elma bir yıllık narlılar, hem dışarıdan karısı, beş aylık gelme insanlardı. hamile Fidan’ın O yıllarda geçim daha çığlıklarıyla uyanıyor kolaydı, her evden iki üç uykusundan… Suyun kişi çiftlikte çalışır, eve içinde sürüklenip para gelirdi. Hasta olsa gitmesi gözlerinin bir yolunu bulurdu, çocuönünde, bir şey ğunu okutmaktan kaçınyapamamanın sızısını mazdı. Aile içi şiddet budindiremiyor. günkü kadar olmazdı. İn“Yapamazdım, sanlar ertesi sabah işine gikurtaramazdım, deceğini bilir, rahat uyurayaklarım dizlerime du. Ama ne zaman taşekadar çamurdaydı, Cahit Karav. ronlaşma başladı, hayat hareket edemiyordum” da altüst oldu. Şimdi Ceydiyor. Sızısı öfkeye lanpınar bir emekli şehri, eskiden dönüşüyor: “Kışın bu yol göç alırdı, şimdi göç veriyor. kullanılmayacak diyebilirlerdi. Her gün gidip geldiğimiz yol, biz İR KADIN DOĞUM sağlam biliyorduk”. Fidan’ın UZMANI VAR kendisine, işsizliğine acıdığı için çalışmaya gönüllü yazıldığını Yazın nüfus yarı yarıya azalır, anlatıyor, “Aç insan gönüllü olur” Karadeniz’e, Adana’ya, Nazilli’ye, diyor. O da süt sağımında çalışıyor, Manisa’ya çapaya gidilir. Eğitim ağır iş olduğunu, bileklerin acısının de, sağlık da artık sıfır. O kadar kahiç dinmediğini, insan bir kez dın işçi olmasına rağmen 1 kadın brusellaya yakalandı mı iflah doğum uzmanı var. Ayrıca, dünyaolmayacağını, ama hiç önlem nın tapusu olmayan belki de tek ilalınmadığını, ilaç bile çesi, arazinin hepsi Hazine’ye ait. bulundurulmadığını anlatıyor… (Karav’ın sözlerini ismini vermek Şimdi astım hastası, doktor o gün istemeyen, kaymakamlıkta şube dört saat suda kaldığı için olduğunu müdürü de doğruluyor. İlçede yesöylemiş. şil kart sayısının 30 binden 10 bi AFRİKA GİBİ... TİGEM’in en kötü ihalesi bir buçuk trilyondur; yani zengin, güçlü bir kurumdur. Koyunların çobanlığını Şahin Süt aldı. (Şahin Süt’e dair bilgi yok, internette sadece reklamı var. Şöyle yazıyor: Şanlıurfa/Ceylanpınar burada sağlıklı ve kaliteli her türlü peynir işlemlerini meydana getirmekteyiz. Biz küçük bir iş bölümü de değiliz, hepinizi bekleriz.) Taşımacılığı ise Hamdiağaoğulları şirketi üstlendi. Şir ketler işçiye ne kadar verileceğini çavuşlara bırakıyor, oysa fındıkta, pamukta ödemeler şirket zarar etse de yıllık rayiç üzerinden yapılır. Burası tıpkı Afrika gibi. Kızlar daha çok çalışır; çapada, başak çekmede, pamuk seyreklemede bütün işçiler kadındır. Erkekler sulamada, bir de hayvancılıkta çalışırlar. Burada iki Ceylanpınar vardır. Çiftlikteki yaşamla buradaki yaşam farklıdır, çiftliğin okulu, yolu, evi başkadır… Şehirde de kadınlara kurslar açılıp iş olanağı sağlanabilir, ama yapmazlar, düşünmezler… İGEM AYRIMCILIĞI KÖRÜKLÜYOR Bir insan kaç saat çalıştırılır? Benim babam, amcalarım çobandılar, 45 gün eve gelmezlerdi. Geceleri keçenin içinde yatarlar, yıpranmaları çoktur, ne mesai alırlar ne yıpranma payı. Bu TİGEM’de de böyleydi, müteahhitte de böyle. Buranın en önemli sorunlarından biri de Arap ve Kürt milliyetçiliği. İkisini birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Seçimlerde büyük kavgalar oldu. TİGEM de bu ayrımcılığı körüklüyor, yakında Suriye’deki gibi büyük, ölümlü bir kavga olursa sakın şaşırmayın… T B B İ T T İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle