02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 apolyon’un “Bir ülkenin coğrafyası kaderidir” sözü ünlüdür... Her ne kadar son yıllarda ülkemizde, özellikle de liberal, ikinci cumhuriyetçi cenahta dış politikayı, coğrafyadan bağımsız ele almak gibi garip bir moda dikkat çekmekteyse de, bu yalın gerçek değişmez. AB için de, ABD için de, Türkiye için de... Değişmeyen gerçeklerden biri de dış politikanın, ekonomiden bağımsız ele alınamayacağıdır. Ekonomisi güçlü olmayan bir ülkenin günümüzde dış politikada etkili olması imkânsızdır. Çin’i dünyada zirveye çıkaran, nasıl nüfusu değil, ekonomisi ise Türkiye’nin elini zayıflatan da dışa bağımlı ekonomik yapısıdır. Emperyalizmin yeni adı olarak nitelenen küreselleşme süreci ülkeler arasında ve ülkelerin kendi içinde varsıl yoksul uçurumunu derinleştirirken, ulusal gücü, sosyal devleti aşındırırken, Çin ve Hindistan gibi az sayıda ülke küreselleşme sürecinden ekonomik anlamda yararlanmayı başarmıştır. Süreci iyi yönetemeyen, ekonomik fırsatlardan yararlanamadığı gibi, küreselleşmenin yarattığı sorunlara karşı önlem alamayan ülkeler ise dışa karşı daha bağımlı hale gelmiştir, aynen Türkiye gibi. Ekonomik alanda ülkelerin birbirine olan bağımlılığının arttığı, ABD’deki son örnekte olduğu gibi, büyük finans devlerinin batmasının, dünyadaki diğer ekonomileri de etkilediği doğrudur. Ancak, gelişmiş ülkeler sosyal devletin kazanımlarının aşınmasına karşı koymasalar, hatta izin verseler bile, son tahlilde kendi ekonomilerini, pazarlarını ve yurttaşlarını kamucu müdahalelerle koruyan ülkelerdir. Gümrük duvarlarıyla, devlet müdahaleleriyle, kamu harcamalarıyla, dış sömürüden gelen payın bir bölümünü çalışan kesimlere dağıtmalarıyla öne çıkarlar. Uyguladıkları politikaların tam tersi yönde politikaları da az gelişmiş/ gelişmekte olan ülkelere dayatırlar. N Dr. Barış DOSTER Öğretim ÜyesiYazar Bağımlılığın temeli ekonomi Ülkelerin uluslararası alanda askeri ve siyasi bir atılımdan önce mutlaka ekonomilerini güçlendirdikleri yaygın bir gelişme. Son örneği ise yaşanarak görüldü. Afganistan’ın işgaline ses çıkarmayan Rusya, geçen süreçte Batı’nın ‘ekonomik önerilerini’ reddederek güçlendi. Sonra da Kafkasya’da meydan okudu… elin” ruhuna aykırıdır. Çin ve Rusya’nın, siyasi ve askeri ağırlıklarının yanında ekonomik olarak da büyük oyuna katılmaları, ABD’nin pozisyonunu zorlaştırmaktadır. 11 Eylül’ü bahane eden Washington’un Afganistan’ı işgaline fazla itiraz edemeyen Moskova ve Pekin, artık ABD’nin ekonomik olarak zayıflamasından da yararlanarak, seslerini yükseltmektedirler. Afganistan’ın, uyuşturucu trafiğinin yanı sıra, Avrasya’nın merkezinde, Çin, Orta Asya ve Rusya’ya olan yakınlığı, ABD’nin bu yoksul ülkeyle yakından ilgilenmesine neden olmaktadır. 11 Eylül sonrasında, saldırıların boyutu nedeniyle dünya kamuoyunca Afganistan’ı işgal eden ABD’ye destek verilmiş olması, Rusya ve Çin’in ABD’ye karşı çıkmak için özellikle ekonomik olarak yeterince hazır olmamaları ve kendi bünyelerindeki İslamcı hareketlerden endişe etmeleri, ABD’nin elini rahatlatmıştır. Ancak Sağlam stratejinin temeli, olmazsa olmazı… dünyanın beş büyük ekonomisinin üçü, yani günümüz de bu durum değişmiştir. Zira ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 13 Ekim 2008/224 Japonya, Çin ve Hindistan Doğu’dadır. Bir zamanlar nükleer maddelerin bile mafyanın ticari faaliyetleri arasında olduğu Rusya ise kara parayla ve her türlü kaçakçılıkla mücadelede başarı kazanmıştır, hızla toparlanmakta ve zenginleşmektedir. Bu durum kara parayla, mafyayla, örgütlü suçlarla mücadelede güçlü devletin ve devletçi ekonomi uygulamalarının başarı gösterdiğinin, kara paranın hızla eritilip, aklandığı serbest piyasa modelinde ise ticari sistemin bir yandan tekelleşirken, bir yandan da mafyalaştığının kanıtıdır. Kabaca sayılarla vermek gerekirse dünyanın yarısının yaşadığı Doğu Asya’nın toplam ekonomik hacmi (11 trilyon dolar), Kuzey Amerika’yı da (9.5 trilyon dolar), AB’yi de (8 trilyon dolar) geçmiş durumdadır. Somut örneklerle vermek gerekirse; 1.3 milyar nüfuslu Çin, ABD’den sonraki en büyük ikinci otomobil pazarıdır, 220 milyon internet kullanıcısı, 432 milyon cep telefonu kullanıcısı vardır ve her hafta kömürle çalışan orta büyüklükte iki termik santral inşa etmektedir. Dünyadaki şemsiyelerin yüzde 70’i, düğmelerin yüzde 60’ı, ABD’deki ayakkabıların yüzde 72’si, oyuncakların yüzde 80’i, mutfak gereçlerinin yüzde 50’si Çin’de üretilmektedir. Çin, dünyada üretilen yüz üründen 71’inde birincidir ve ekonomik büyüme oranı yıllardır yüzde 10’un üzerinde seyretmektedir. KONUŞULMAZ EKONOMİSİZ GÜVENLİK KAYNAK PAYLAŞIMI Dünya kaynaklarının beşte dördünü, dünya nüfusunun beşte biri tüketirken, zenginler küreselleşmeden yararlanıp, sürecin sakıncalarını büyük oranda yoksullar yaşarken, küresel mali bunalımın, devletçikorumacı ekonomilere daha az zarar verdiği dikkat çekmektedir. Zayıf ülkelere özelleştirmeleri, serbest pazar ekonomisini, kamunun ekonomiden tasfiyesini, özde son derece ideolojik bir söylem olan “devletin ekonomiden elini çekmesini” dayatan ABD’de, devletin batan finans devlerini kurtarmak için devreye girmesi, müdahale etmesi, batan şirketlere destek vermesi, kamu öncülüğünde bir fon oluşturması, düşündürücüdür. Aynı zamanda da o çok meşhur Ekonomik kriz “serbest piyasa borsalarda büyük ekonomisinin ve görünmez düşüşlere yol açtı. Türkiye, güvenlik meselesini sadece askeri düzeyde ele alarak büyük bir yanlış yapmıştır ve yapmaktadır. Dış tehditlere karşı ülkenin savunması, güvenlik kavramı içinde değerlendirilir elbette, ama sadece bir boyutudur. Konunun ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel yönleri vardır. Kişisel, toplumsal, ulusal, bölgesel, küresel boyutları vardır. Teröristle mücadelede gösterilen başarının, terörle ve teröre iklim yaratan ortamla mücadelede gösterilememiş olması da bunun kanıtıdır. Askeri güvenlikte gösterilen başarıya karşın, diğer alanlardaki başarısızlık, terörün tamamen bitirilmesini engellediği gibi, Türkiye gibi kaynakları sınırlı olan bir ülkenin içine düştüğü bu sarmal, emperyalizmin de işine gelmektedir. Çünkü bir ülkenin silahlanması, diğer ülkelerin de silahlanmasını kaçınılmaz kılmakta, böylece Batılı silah şirketlerinin kasası dolarken, Batıya bağımlılık da artmaktadır. Bu bağımlılık ayrıca, Batı’nın tehdit algılamalarının, gerçekten bize yönelik tehditlermiş gibi algılanması gibi bir yanlışlığa sebep olmakta, kendimize, bölgemize ve dünyaya Batılı gözlüklerle, Batılı gibi, Batılı bakış açısıyla bakmak hastalığını yaygınlaştırmaktadır. Türkiye’nin ABD’nin çıkarı için geçmişte Kore’ye asker yollaması, yakın dönemde ise Irak’a asker göndermeye kalkışması (1 Mart tezkeresi sayesinde döndü) bu durumun somut delilidir ve ülkemize, ekonomik olarak ABD’ye daha çok bağlanmaktan, ABD’li şirketlerin silah pazarı olmaktan başka bir şey de getirmemiştir. Oysa Türkiye gibi ülkelerin öncelikle yapması gereken,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle