02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 C S TRATEJİ Fırat ve Dicle’ye ‘entegre havza’ anlayışıyla, uluslararası yönetim önerisi… AB ‘su’da sınırları zorluyor Vefa TOKLU [email protected] “B ölge için önemli olan bir konu da kalkınma ve tarımsal sulama için gereken suya ulaşımdır. Ortadoğu’daki su önümüzdeki yıllarda stratejik bir konu olacaktır. Türkiye’nin AB’ye katılımı ile bölgedeki su kaynaklarının ve tesislerinin (barajlar, Fırat ve Dicle nehir yataklarındaki sulama projeleri, İsrail ve komşu ülkelerle sınıraşan sular konusundaki iş birliği) uluslararası yönetimi AB için gündeme gelecektir." Anımsanacağı gibi bu ifade, AB Komisyonunun 6 Ekim 2004 tarihli "Türkiye’nin Üyeliğinin AB’ye Etkisi Perspektifi" başlıklı raporunda yer aldı. Türk dış politikasının önemli sorunlarındaki genel tavır çoğu kez; gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalıncaya kadar ayrışmayalım, tartışmayalım, kabullenelim, resmî söylemlere inanalım biçiminde karşımıza çıkabilmektedir. İçe dönük bir "safları sıklaştıralım" politikası izlenmesi, daha sonra da birkaç istisna dışında verilenle yetinilmesi, durumun kabullenilmesi biçiminde somutlaşan sonuçlar, sorunlara ilişkin olası gelişmeleri tartışmanın da önemli olduğunu göstermiştir. O hâlde şimdiye kadar daha çok Ortadoğu’daki ülkelerin ve ABD’nin ilgilendiği Fırat–Dicle ile ilgili sorunları, âdeta ileride birlik üyesi olması beklenen Türkiye’nin hak ve çıkarlarını gözeterek çözme önerisi yerine, dünyada hiçbir örneği/uygulaması görülmeyen, Ortadoğu ülkelerinin ve İsrail’in dahi dillendiremediği bu zorlama öneri nasıl anlaşılmalıdır? Gerek 6 Ekim 2004 ve 9 Kasım 2005 ilerleme raporlarında gerek 9 Kasım 2005 Katılım Ortaklığı Belgesi’ndeki ifadelere ve yaklaşıma bakıldığında; Türkiye’deki su kaynakları, kullanım, yönetim, kirlilik, çevre gibi konulara değinilip sınıraşan sular alanında işbirliği önerilirken, Etki Raporu’nda tamamen farklı bir bakış açısı, anlayış ve önerme görülmektedir. AB YAKLAŞIMININ ANLAMI Türkiye’nin Fırat–Dicle ile ilgili politikasına göz atıldığında; Keban Barajı ile ilgili teknik görüşmelerin sürdürüldüğü 1964–1965 yılından bu yana istikrarlı ve doğru bir biçimde, bu akarsuları kullanan komşularını sürece katacak biçimde ortaya konulduğu görülmektedir. Oysa, Etki Belgesi’ndeki ifadeyi daha açık yazdığımızda, kaderimizi birleştireceğimiz AB bize şunları söylemektedir: Ortadoğu’nun hatta daha açık ifadeyle İsrail’in su sorununu AB’nin, Fırat ve Dicle için getirdiği ‘entegre havza’ yaklaşımı ve uluslararası yönetim önerisi bilgisizlikten kaynaklanıyor. Birlik bünyesinde RenMainTuna için oluşturulan modelin Fırat ve Dicle ile bir benzerliği mevcut değil, ÖRNEĞİ önerinin örneği de OLMAYAN ÖNERİ bulunmuyor. Neresinden bakılırsa ucube çözmekte Türkiye’nin su kaynakları kullanılacaktır. Türkiye’nin sınıraşan sular sorunu; dünyada benzeri görülmemiş biçimde, ilk kez suya kıyısı olmayan, menba ya da mansap ülke olmayan ülkelerin katılımıyla çözülecektir. Akarsularımız, kaynağından itibaren denize döküldüğü yere kadar –aslında İsrail de işe karıştığına göre bu kısa güzergâh bir biçimde farklılaşacaktırbir entegre havza yönetimi anlayışıyla, taraf olan ve taraf edilen ülkeler tarafından yönetilecektir. Uluslararası yönetim kavramı Avrupa’daki sınıraşan sular nedeniyle AB’nin yabancı olmadığı bir kavramdır. 1990’lı yıllarda oluşan Entegre havza yönetimi anlayışı, "su kalitesi" etrafında oluşmuştur. Önerilen yaklaşım; uyumlu hâle getirilmiş, katılımcı ve koordine edilmiş iş birliğidir. Entegre havza yönetimi, henüz yeni bir kavram olmasına karşın, sınıraşan/sınır oluşturan sular açısından uygulamadaki başarının taraf ülkelerin uzlaşma kültürü ile orantılı olacağı açıktır. Kaldı ki doğru yaklaşım aslında AB Su Çerçeve Direktifi ile de öngörülmüştür. Türkiye’nin AB’ye üyeliği gerçekleştiğinde, diğer "kıyıdaş" ülkelerin bu konudaki mevcut tavırlarını sürdürerek iş birliğinden kaçınmaları durumunda, Direktif ’in 13. Maddesi uyarınca Türkiye havzanın kendi sınırları içinde kalan bölümü için havza yönetim planları hazırlayıp AB yönetimine sunabilecektir. önermenin acaba nasıl bir altyapısı olabilir diye araştırıldığında ve iyi niyetle bakıldığında belki AB’nin; Avrupa’daki sınıraşan sular, Ren–Main–Tuna ile ilgili gelişmeler, günümüzde gelinen su ile ilgili yönetim, sürdürülebilir kullanım, çevreye ilişkin kaygılardan ve AB ülkelerinin hatta kıyıdaşlarının da tam bir uzlaşma ve iş birliği anlayışına ulaşamadıkları "Tuna Komisyonu"ndan etkilendikleri düşünülebilir. Ancak burada sorun, koşulları itibarıyla aynı zamanda farklı hukuki durumu olan akarsuların, başka koşullarını ve hatta uluslararası hukuku da gözetmeksizin birbiriyle karıştırma sorunudur. Sorun, AB amacına ulaşabilmek için yola çıkan Türkiye’nin tutumunu gören Avrupalı pervasız bilgisizlerin neyi gündeme getirecekleri konusundaki şımarık şaşkınlıklarının sınırlarını zorlamaları sorunudur. Ve nihayet mümkün olduğunca uluslararası ilişkilerin verilerine göre ve sükunetle değerlendirmeye çalışılsa da sorun, acemice tezgahlandığı çok belli olan bilindik bir "Ortadoğu’da su sorununa çözüm" ve siz rıza göstermedikçe artık geçen yüzyılda kalmış vesayet anlayışının fazla cüretkar biçimde dillendirilmesi sorunudur. Zaten dikkat edilirse, Fırat–Dicle ile ilgili çözümler açısından bakıldığında esas alınan, tartışılan çerçeve BM Uluslararası Suyollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin Sözleşme’dir. Tuna akarsuyunun ağırlıklı kullanımlarından birinin "ulaşım" olduğu hatırlandığında temel fark ortaya çıkacaktır. Bu kapsamda, Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 4. Maddesine dayandırılan Etki Raporu’nun bağlayıcı
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle