23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 EYLÜL 2009 CUMARTESİ 7 Castro’run silahı, Allende’nin özkıyımı METE KIZIK Eylül ayında yaşanan iki darbe, hazırlık, uygulama ve sonuçları açısından birbirlerine tıpa tıp benziyor. Ancak bizdeki darbeci kendinin yargılanma süreciyle ilgili olarak “Bu işi yargıya bırakmam, bu lekeyle yaşayamam ve intihar ederim” diyor. Diğer yandan Pinochet yargılanmaktan kaçamadı. Ancak sağlık sorunlarından hapse tıkılmadı, kalp krizinden paçasını kurtardı... Türkiye ve Şili’deki faşist darbenin yıldönümünde dünyanın seçimle işbaşına gelen ilk sosyalist lideri Salvador Allende ortaya çıkan bir gerçekle gündemde. Allende’nin cuntacılarla çatışırken öldüğü yaygın bir kanı. Oysa o esir düşmemek için bile, özkıyımı seçmişti... 4 Eylül 1970 seçim günü Şili manzarası şöyleydi. Ülke ekonomisi yabancı şirketlerin elindeydi. Bakır madenleri on yıllardır ABD’li ITT ve diğer yabancı şirketlerce talan ediliyordu. Dış borcu 3 milyar doları aşmış, büyüme hızı yüzde 0.8, enflasyon 3 haneli rakamlardaydı. Allende’nin seçim başarısı ABD’de şok etkisi yarattı. Arka bahçede ikinci bir Küba muhakkak engellenmeliydi. 24 Ekim’de kongrede başkanlık seçimleri yapıldı. Allende hristiyan demokratları ikna ederek başkan seçildi. Böylece dünyada demokratik yoldan işbaşına gelen ilk marksist devlet adamı olarak tarihe geçti 25 Ekim’de cunta girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, 25 kişi yaşamını yitirecekti. 3 Aralık’ta Allende’nin göreve başlamasıyla Halk Cephesi’nin programındaki “Şili sosyalizmi” işlemeye başladı. 1971 yılının sonunda Fidel Castro dört hafta boyunca Şili’yi ziyaret etti. Sosyalist ekonomiyi destekledi. Allende’ye kaleşnikof armağan etti. 12 Eylül’le yüzleşin Bundan 29 yıl önce tam bugün, Türkiye sokaklarında tanklar geziyordu. İnsanlar gözlerini o günden sonra her gün kan, acı, işkenceyle geçen günlere açtılar. 12 Eylül’ün etkileri hâlâ devam ediyor. Ne darbecilerle yüzleşildi, ne de o dönemin anayasası değiştirilebildi... Belleklerde tazeliği silinmeye, yeni nesillere Kenan Evren, “ressam dede” olarak ESRA tanıtılmaya çalışılsa da 12 Eylül unutulmayacak, AÇIKGÖZ çünkü Adorno‘nun dediği gibi, “Geçmişle ancak, yaşananların sebepleri ortadan kalktığı zaman hesaplaşmış olacağız”. Biz de 12 Eylül’ü yaşamış yazar, oyuncu ve sanatçılara “12 Eylül’ü nerede karşıladıklarını”, “sonrasını”, “12 Eylül’le yüzleşilmesi için yapılması gerekenleri”, “Kenan Evren hastaneye kaldırıldıktan sonra yaşanan ‘hak helal etme, cenaze’ tartışmalarını” ve “yeni anayasa tartışmaları”nı sorduk. LEMAN SAM Subayın çirkin teklifi soruşturma için, “Tuğlalar üst üste yığılıyor, bir duvar oluşuyor” diyen dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar‘a “Çekin tuğlayı, duvar yıkılsın” demişti. O tuğlalar çekilmedi. Devlet kendiyle yüzleşmeli. Önümüzde cuntasıyla hesaplaşmış bir Yunanistan örneği var. Biz hâlâ darbelerden tedirginiz. Erdal Eren‘in yaşını büyütüp asan insanın vergilerimizle müstesna bir hayat yaşaması canımı sıkıyor. Evren yargılansın, ancak onunla da bitmiyor. 12 Eylül bugün var olan bütün sorunların ana nedeni. Travmasından hâlâ kurtulamadık, gençlerimiz pasifize oldu, aydınları yok etti. Bugün anayasayı yapacak kadar yetkin, aydınlık insanlar var mı merak ediyorum. Bir hükümetin görüşü dahilinde değişecekse yine faydası yok, bu değişim tarafsız bir ekipçe yapılmalı. SUAVİ Bedel ödeyen kuşak 12 Eylül’ü boğacak 12 Eylül’ü askerliğimin bitimine yaklaşık bir ay kala Kütahya’da, ordu evinde öğrendim. O ünlü radyo sunumunu dinledim ve müthiş üzüldüm. Öğrendikten sonra ilk olarak annemi aradım, terhis olamayabileceğimi, sivilden gelen dosyalarım sıkıyönetim mahkemelerinin eline geçerse tutuklanacağımı, eğer şans eseri tezkere alırsam eve dönmeyeceğimi, bunun bir güvenlik sorunu olduğunu anlattım. Ağladığını duyunca, üzülmemesini rica ettim. Sonrası oldukça karanlık bir dönemdi. Terhis olabilmiştim, ancak yeniden bir kaçak dönem başlamıştı. Hakkımda tutuklama kararı çıkmış, sıklıkla ikametlerim baskın yemeye başlamıştı... Sonunda İzmir’de program yaptığım bir mekanda Terörle Mücadele ekiplerince tutuklandım, Konya Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak üzere gelen özel ekibe teslim edilmiştim. 80 öncesi ve 12 Eylül sonrası cezaevi de dahil onlarca sorun yaşadım. 12 Eylül’le yüzleşemediğimiz gibi, gerçek yüzü halktan saklandı... Bu yüzleşme için ön koşul 12 Eylül’ün antidemokratik yasaları ile donanmış Anayasa’nın derhal sivilleştirilmesidir. Demokratik bir anayasadır çözüm. Bu da yetmez, bolca film, bolca belgesel, bolca etkinliklerle 12 Eylül deşifre edilmeli. Dönemin suçluları mutlaka yargılanmalı. Bu da ancak emek ve demokrasi güçlerinin iktidarı ile olanaklı ve hedef bu olmalı. Bunun dışında hiçbir irade bu ve benzeri karanlık dönemleri aydınlatamaz. Bugünkü Anayasa tartışmaları, ki aslında tartışılmıyor, kesinlikle yetersiz, samimiyet ve cesaretten uzak. Kenan Evren’i “hakkını helal etmek, etmemek” yönünde tartışmam bile. Çünkü ben “sevmediğime sövmem”. Kimileri küfrü bile hak etmezler... Her şeye rağmen 12 Eylül’de hedef olmuş, müthiş bedel ödemiş kuşak elbet 12 Eylül mantığını da boğacaktır. 12 Eylül’de İstanbul’daydım, kızlarım küçüktü. Bakkala gitmem gerekti, askerleri gördüm, eve gidin dediler. Sadece tanıdıklarıma hazin günlerin bizi beklediğini söyleyebildim. Kimliğimi bir önceki gün kullandığım çantada unutup sokağa çıkmışım. Çevirmede askerler beni tuttular. Bir subay çok çirkin tekliflerde bulundu. Sanırım içkiliydi. Zor bir gece geçirdim. Onu sabaha kadar konuşarak ikna ettim, sonunda özür diledi, ciple, evime yolladı. O günden sonra asker gördüğümde ürperiyordum. Oysa babam da subaydı, ancak emekliliğini istedi 12 Eylül’de. Bütün darbelerle yüzleşilmeli. Güldal, Uğur Mumcu‘yla ilgili SUAVİ DERYA ALABORA OYA BAYDAR ABD Ulasal Savunma Danışmanı Henry Kissinger, CIA Başkanı Richard Helms’e, Amerikan hükümetinin “Şili’nin elden gitmesine izin vermeyeceğini” söyleyecekti. Daha önceki darbeyi önlemede büyük emeği geçen ve demokrat görüşleriyle tanınan Genelkurmay Başkanı Rene Scheneider öldürüldü. Bu Allende’ye bir mesajdı. Bunun üzerine romantik devrimci Allende özelleştirme karşılığında ülkedeki bakır madenlerini devletleştirmeden önce işleten ITT firmasına para teklif ederek ortamı yumuşatmaya çalıştı. Ancak CIA ve ABD bunu onaylamadı. Hemen ardından Dünya Bankası ve IMF tarafından verilen krediler kesildi. Ardından bakırın uluslararası piyasalardaki fiyatı bir anda düştü. Ülkede kıtlık başgösterdi. Kendisini iktidara getiren çevreler bile yüksek sesle protesto etmeye başladı. Faşist terör gemi azıya aldı. CIA planları gereği iç kaos tıkır tıkır işledi... FAŞİST CUNTA GELİYOR LEMAN SAM JULİDE KURAL 1949 yılında Şili Komünist Partisi’nin yasaklanmasıyla, Videla hükümeti, komünistleri Pisagua’da bir kampa kapattı. Bu toplama kampının komutanı Pinochet’den başkası değildir. Parlamento adına bu kampı ziyaret eden Allende ile Pinochet ilk kez yüzyüze gelir. Geleceğin darbecisi, 1956 yılında Vaşhington’da askeri ateşe iken CIA yöneticileriyle sıkı fıkı ilişkiye girer. Allende onu bizzat 1971’de bölge başkomutanlığına, daha sonra da Genelkurmay Başkanlığı’na getirecektir. Pinochet, bu göreve geldikten üç hafta sonra bu kez Allende’nin intihar etmesine yol açan darbeyi gerçekleştirir. Bulutsuzluk Özlemi’ndeki “... arandı, tarandı bulundu Pinochet” değil, bizzat Allende’nin büyüttüğü kargaydı Pinochet... 11 Eylül 1973’te Perşembe 06.20’de Allende yatağından telefonla uyandırılır. Arayan Valparaiso bölgesi komutanıdır. Görevden ayrılmasını istemektedir. Allende reddder. Dostu sandığı General Pinochet’i arar. O da telefona yanıt vermez. Bunun üzerine derhal hükümet kabinesini başkanlık sarayında toplantıya çağırır. Bakanlarından bazıları gelir. Ancak az sonra başkanlık sarayı La Moneda, Allende hükümetini yıkmak amacıyla savaş uçaklarınca bombalanır. Allende’nin korumaları sarayda saatler boyu cuntacı faşistlerle savaşır. İşçi sınıfı sessizdir. Öğrenciler ve aydınlardan çıt çıkmamaktadır. Allende yalnız bırakılmaktadır... Direnişin sonuna doğru, Allende odasında kafasından vurulmuş halde bulunur... Yeni kuşak binlerce gencin Şili’de yaşananları bilmesine, Bulutsuzluk Özlemi’nin “Şili’ye Özgürlük” türküsü eşlik ediyor: “...Savaşıp öldü Allende, intihar etti dedi cunta...” Oysa, Almanya Komünist Partisi (DKP) üyesi yazar ve senarist Wilfried Huismann, cuntanın hemen ardından Küba’ya iltica edip hâlâ orada yaşayan Allende’nin güvenlik görevlileriyle konuşur. Anlatımları yıllardır kabullenilmeyen gerçeği kesinleştirir... Allende, radyodan canlı yayınlanan son konuşmasında olduğu gibi halkının tepkisizliğinden adeta yıkıma uğramıştı. Cuntacıların eline geçmektense Fidel Castro’nun verdiği hediye silahla özkıyımı tercih etmişti... metekizik@cumhuriyet.com.tr BESLE KARGAYI ... JULİDE KURAL Bir darbe anayasası olduğunu unuttuk Henüz 15 yaşında bir lise öğrencisiydim. İzmit’teydim. Ailemin panik ve şaşkın bir halde televizyonla sokağa bakan pencereler arasında gidişgelişleriyle başlayan garip, ürkütücü duyguların karmaşasında “Darbe oldu!” cümlelerinin sürekli tekrarlanışı ile süren o 12 Eylül sabahını unutmayacağım! Sonrasında güzelim ülkemin tüm renkleri griye döndü. Korkuya, acıya, işkenceye, ölüme mahkum olduk. İdam edilen bir kardeşim benden sadece iki yaş büyüktü. Benim bedenime dokunulmadı belki ama ruhum akan kanların, yok edilen canların, susturulmuş, susmuş kalabalıkların acısıyla her gün biraz daha kanadı. Çevremdeki okuyan, inanan, paylaşan abla ve ağabeyler yok oldular. Bazıları hasta, sakat olarak döndü. Hâlâ bilmiyoruz sayılarını, 100 bin, 500 bin, 1 milyon ya da... 12 Eylül kaç kuşağı yaraladı, kaç kuşağın doğal evrilme sürecine müdahale etti. Bunu sosyolog ve tarihçiler mutlaka araştırmalı. Ama bir gerçek son derece açık, toplum olarak henüz 12 Eylül ile yüzleşemedik. Öncelikle işe 82 Anayasası’nın değiştirilmesi ve darbecilerin yargılanması ile başlanmalı. Bu ister istemez bir çok hukuk dışı uygulamaların, bilinmezlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde güçlü bir demokrasi geleneği olmadığından “Devletimiz bilir”, “Devletimiz güçlü Türk ordusudur” mantığı toplumun bilinçaltına yerleşmiş. Bugün zaman zaman gündeme gelen anayasa değişikliğine dair en ufak bir hareketlenmeye gösterilen reaksiyonu anlamak mümkün değil. Sanki bir darbe anayasası olduğunu topluca unuttuk. Tartışmaktan, özgürleşmekten korkan bir topluma dönüştük. Ancak bugün iktidar tarafından dile getirilen değişiklik söylemlerini de kuşkuyla karşıladığımı itiraf etmeliyim. DERYA ALABORA Ne olur ecelinle ölme Kenan Evren 12 Eylül’de Ankarada’ydım. Bir arkadaşımın evinde kalıyordum, darbeyi gece üç gibi öğrendik, radyoda marşlar çalınmaya başlandı. Sabah sokağa çıkma yasağı vardı ve yabancı bir yerdeydim. Her tarafta askerler ve tanklar vardı, insan acayip bir tedirginliğe kapılıyor. Haberi olmayan insanlar evlerinden çıkınca askerin tepkisiyle karşılaştılar; “Nereye gidiyorsun” sorusuna sana ne diyenler, büyük bir saflıkla gideceği yeri söyleyenler, kavga edenler... Hepimiz televizyon başında neler olduğunu anlamaya çalıştık. İstanbul’a döndüm. Okul dönemimden bir sürü arkadaşım tutuklandı, insanlar her an içeri alınabilir korkusuyla beklemeye başladılar. Sonrası başından daha korkunç; her gün gelen işkence haberleri, sakat kalanlar, işkencede öldürülüp pencereden atladı, kafasını duvarlara vurdu, tabureden düştü denilenler... Her şey yasak; kitap okumak, sokağa çıkmak, söz söylemek.... Gerçek bir kâbustu ve hâlâ devam ediyor. Bence bu kabusun kalkması için başta Evren olmak üzere o dönemdeki herkes yargılanmalı, yaşları büyütülerek asılan çocukların ruhlarını kurtarmak lazım. Tek söz söyleyebilirim, “Ne olur ecelinle ölme”, belki ondan ölmüşlerimizin hakkını aramak için çok geç değildir. Anayasada çok şeylerin değişmesi lazım, bunun ne kadarı gerçekleşir bilemiyorum ama mutlaka demokratik bir cumhuriyete geçmeliyiz... OYA BAYDAR 12 Eylül bana sabahın altısında bir telefonla ulaştı. Hem de Doğu Berlin’de bir otel odasında. Telefondaki ses, “Türkiye’ye dönecektin yarın değil mi? Nah dönersin, hemen radyoyu aç!” dedi. Yasaklı Türkiye Komünist Partisi’nin bir toplantısına katılmak için Doğu Almanya’daydım. Dokuz aylık oğlumu anneme bırakıp gelmiştim. Telefondaki ses partinin üst düzey bir yetkilisine aitti. On iki yıllık sürgün dönemi o sabah başladı. 12 Mart provaydı, 12 Eylül ise çoktandır beklenen faşist darbe. İlk düşüncem: Burada kaldın Oya, bakalım oğlunu, memleketini, insanlarını bir daha ne zaman görebileceksin, oldu. İlk faşizan uygulamaları, ilk idamları o yalnızlık ve çaresizlik içinde radyolardan dinledim. Sonrasında, Batı’ya gizlice, kontrol edilmeyen bir orman sınırından geçtim. Almanya’da kocamla buluştuk. Aydın hamburgercide, fortkliftte, sonra bir matbaada çalıştı, taksi şoförlüğü yaptı. Ben önce, temizlik işleri yaptım, sendika yayınlarına yardım ettim, bir Alman kurumunda Türklere danışmanlık yaptım. Oğlumuzu getirtmeyi başarmıştık. Türkiye’de hakkımda, sadece Politika gazetesindeki yazılarım yüzünden istenen hapis cezalarının toplamı 23 yıldı, Aydın için ise 32... Afişlerle aranıyordum. İnsanlar idam edilirken, işkencelere maruz kalırken, sürgün yaşamından yakınmak ayıp olmaz mı? Ama kişinin yurdundan, köklerinden koparılıp başka yerde yaşamaya, kaçmaya mecbur kalması da bir işkence. Hangi olayla yüzleşebildik ki!.. Ülke geçmişinde 12 Eylül gibi onlarca olay var. Cunta başını yere göğe koyamadık. Evren’in boyamalarını satın almak, ona sergi düzenlemek için burjuvazimiz seferber oldu. Demirel’den Gül’e kadar bütün Cumhurbaşkanları Çankaya’da onurlandırdı faşist darbenin elebaşısını. Yüzleşmek için yapılacak ilk şey darbeye bulaşanların yargılanmalarıdır; ölmüşlerse gıyablarında, yaşıyorlarsa yüz yüze. Bu toplum darbeciliğin suç olduğu gerçeğini artık anlamalı. 12 Eylül yargılanabilseydi, Ergenekon davası ve orada iddia edilen suçlar olmayabilirdi. 82 Anayasası darbe anayasasıdır. Bunu herkes biliyor; bugün anayasayı değiştirtmeyiz, diyen, bir zamanların özgürlükçüsü, bugünün faşizan uygulamalarının destekçisi siyasal çevreler bile. 21. yüzyılın değişen dünya ve Türkiye’sinde 12 Eylül Anayasası’nı savunmak, hangi nedenle olursa olsun, kimden gelirse gelsin faşizan zihniyetle, zorbalıkla işbirliği yapmaktır. En azından, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını engelleyen geçici 15. maddenin değiştirilmesi ve yargılama sürecinin başlamasıyla bir ilk adım atılabilir. Bugün Türkiye’ye yakışan korkmadan, hiçbir bölünme vb. kompleksine kapılmadan hazırlanacak demokratik sivil bir anayasadır. Kaçmak zorunda kalmak da bir işkence C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle