23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ya yarın diye bir şey 2 12 EYLÜL 2009 CUMARTESİ yoksa Ya yoksa gerçekten? Sürgit bir düzen (sizlik) bugünümüzü mühürlüyorsa. Altı üstü tek bir gün ise ömrümüz. Dünün ve yarının bekaretine dokunabilir miyiz? Dün bizi istediği kadar dürtükleyip kendini dayatabilir çünkü namussuzdur. Ne yaptık neler ettikse dırdırcı, usanmaz bir böcek gibi ense kökümüzden hepsini vızıldar durur; koca bir mıknatısmışçasına kendine doğru çeker. Yapışırız ona, sarılırız ona, aldanırız ona, boyun eğeriz ona, isteyelim ya da niyetsizce kaçalım ondan yine de aldırırız ona; sadece ona. Sözünü dinlediğimiz hüküm sahibi dün mü? Ama dün denen şey bugün yok ki! Biz de dünde yok değil miyiz? Acı gelen şu ki; her anını tarihe kazımak isteyen insanoğlunun bunu asla başaramayacak olduğunu bilse de zamana imzasını koyu koyu atmak isteyiş çabasının hiç’ten başka bir yere yolunun düşmeyişi. Elbette dünün içindeydik. Kanıtlarımız da var. Fotoğraflar, videolar, kağıtlarda yazılarımız, yanımızdakilerin zihnine düşmüş kayıtlarımız, birilerinin kulaklarında sesimiz, sevilenin gölgesi olmaya tutuşan flu suretlerimiz… Şahitlerle kanıtlar olmasa bir gün önce yaşadığımızı iddia bile edemezdik. Ama ısrar ediyorum ki dün bitti! Biz de dünde bittik. hayata geçirmek elimizde. Bu sadece bizim elimizde, kimsenin değil. Azeriler Ermeniler’e öfkelerini bugün de taşırsa; İsrail 2. Dünya Savaşı’nın öcünü Filistin’e attığı bombalarla dindirmeye uğraşırsa; PKK ile Türk Devleti hala sınırlarda savaşırsa bugün biz ölümün içinde yaşıyor sayılmaz mıyız? “Kana kan, göze göz!” diye yaşıyorsak bugünümüzü ne kanımız, ne de gözlerimiz var demektir artık. Bugün canımızı dişimize takarak “Ya yoksak yarın?” demeli değil miyiz? Ama… Bu, çoğu Bodrum olaylarında rastladığınız gibi, kırık bir kaçıp sığınma öyküsü değil, doğru zamanda, doğru yerde, doğru adamla işe girişen iki kadının lezzetli başarı öyküsüdür. Berna Yavuzlar ile Özben Saygün, yaşadıkları İstanbul’da da başarıyı yakalamış iki genç, onları Bodrum’da harikulade bir maceraya iten, kendi işlerini kurmak, yeni ufuklarda yeni tatlar aramak kararı. Dünyanın sayılı otelleri arasında kendine yer edenmiş Ada Otel’in sahibi Vedat Bey‘i bulmuşlar ve onunla işbirliği yaparak, 1602’de inşa edilmiş bir gözetleme kulesi olan Mustafa Paşa Kulesi’nin restorasyonu sonucunda, eşsiz tek süitlik bir otel mekanı yaratmışlar. Bu hafta salı günü, Ada Sofra’ya gittiğimizde, masaya oturmadan, hatta içkilerimizi bile yudumlamaya başlamadan önce, Ahmet Iğdırlı tarafından gerçek anlamda restore edilen kule süiti gezdik. Tavsiye ederim siz de gittiğinizde aynı şeyi yapın! Önce orayı gezin. Daha sonra dilerseniz, Ada Sofrası‘nın avlusunun dibindeki rahat mekanda içkilerinizi yudumlayarak devam edebilirsiniz. Ortakent’te vadiye hakim bir tepede kurulmuş olan Ada Sofrası, mimari olarak, çok hoş, mekan hem kapalı, hem de yöreye uygun olarak tamamen açılan camekanıyla açık. Gelecek yıl avlunun da hizmete gireceğini söylüyor, Berna Yavuzlar, ama hemen ekliyor: Kuver sayımızı artırmayacağız, burada kaliteden ödün vermemekte kararlıyız. İki genç kadının başarı öyküsü Bu durumda bizim evde, hamsili pilav tartışması son zamanlarda fazla yapılır olmuştu. Salı akşamı Mine Hanım, Ada Sofrası‘nda tattığı “barbunlu pilav”dan sonra, sanmam ki, ilk göz ağrısı hamsili pilavı eskisi kadar hararet ve celadetle savunabilsin. Barbunlu pilav hafif, lezzetli tam anlamıyla bir nefasetti. Ana yemekler içinden, doğrusu en fazla tatmak istediğim, köy usulü “zeytinli tavuk” olmasına rağmen, artık sanayii tavuklarının tadı kalmadığından, ülkemizde de gerçek çiftlik ya da yem tavuğu bulunmadığından rotayı, yoğurt ve paprika soslu kuzu tandır ile fasulye püresi ve kırmızı lahana salatasıyla sunulan “ızgara dana ciğer”e çevirdim ve sonuncusunda karar kıldım, hem püresinden hem kıvamında peşerilmiş ciğerinden çok memnun kaldım. Yukarıda da belirttiğim gibi kağıtta levrekler de güzeldi. Ada Sofrası‘nın mönüsü size anlattıklarımdan daha zengin, yalnızca tadabildiklerimi yazdım. Öbürlerinde de aklımın kaldığını belirtmek isterim. Gelelim, tatlılar bölümüne: Hemen belirteyim, eğer kalabalık bir grup giderseniz (biz beş kişiydik) bütün tatlılardan birer tane söyleyip, deneyin. Şeftalili profiterol de, taze şeftali limoncello soslu yoğurtu sorbe de, lor peynirli ılık kavunlu incir tatlısı da çok güzel. Hatta benim önce “burada bunca şey arasında ona yer kalmaz” dediğim krem brüle de güzel. Ya yarın diye bir şey varsa… Dünden bugüne dönen ayaklarımızın ucu nereye gitsin? Parmaklarımızın ucuna değil, topuklarımızın istikametine mi dönsün gözlerimiz? Gözü arkada tasarlanmamış hiçbir canlı. Gözlerimiz ileriye bakabilir sadece, sağa sola da dönebilir ama hiçbir perspektif geriye dönük çizilemez ki! Güzelin ötesi olağanüstü servis Ada Sofrası‘nın iki zarif sahibesi de servise yardım ediyorlar. Onlar her zaman salonda hazır ve nazırlar. Zaten Özben Hanım, iş başa düşünce mutafağa girip, bu olağanüstü tatları hazırlayabilecek formasyonda. Ama servis iki genç ve çok sevimli kişinin özeniyle yürütülüyor ve kendinizi gerçekten müşteri değil de evin davetlisi hissettiğiniz bir özenle yapılıyor. Burada her daim güler yüzlü, muzip gülücükleriyle içinizi ısıtan Sema Süsler ile, ciddiyet ile somurtmayı birbirlerinden çok iyi ayırmış olan Özgür Örgen‘in güzel geceye katkılarını anmamak, haksızlık olur. Lezzetin arka planında mutfakta duran Şef ise Oktay Güler. Yolunuz Bodrum’a düşürse, bütün yıl boyunca Pazartesiler dışında, her akşam saat 20.00 02.00 arasında servis veren (pazarları kahvaltı da var) Ada Sofrası‘na mutlaka gidin. Tabii önceden rezervasyonu anımsatmaya gerek yok sanırım. ADA SOFRASI BODRUM ORTAKENT MUSTAFA PAŞA KULESİ KULE SOK. NO 29 TEL. (0252) 358 74 14 Yarın… Olmama ihtimali tüyler ürpertici. “Yarın yoksa ne yaparım şimdi ben?” Beynin tüm gri hücreleri en küçük bir panik, korku, endişe anında birbirine tutunduklarını belki de en kuvvetlice hissettirir. “Ne yaparım şimdi ben?” İnsan bir tek an, sadece tek bir an bunu düşündüğünde yaşamın salt bir ana sımsıkı bağlı olduğunu öyle bir anlar ki! Hiçbir dünün kudretiyle karşılaştırılamaz şimdi! Şu an kadar gerçek ne olabilir? Var isek eğer, bu yalnızca şu an için geçerli. Ve ne düşünüyor, ne yapıyorsak şu anı belirleyebilir; becerebiliyorsak eğer biçimleyebiliriz de. Nereye gidiyor olduğumuzu anlamak için ayak uçlarımıza bakmak yeterli değil mi? Topuklar dündür. Hiçbir zaman yarına dönük olmadılar, olamayacaklar. Vazgeçin dünden. İnsan dilediği gibi bir yarını ayaklarının bastığı yerde hayal edebilir ancak. Bütün yıkımları dünün, bütün acıları, öfkeleri, hayal kırıklıkları, kayboluşları, kayıpları, ayıpları, hatta zafer çığlıkları bitti. Hepsi geçmiş bir zamanda vardılar; şimdi yoklar. Unutun dünü yalvarırım. Ne büyük savaşlar yaşadı kendi kocamışlığıyla bu dünya! Ne devletler devrildi, ne kanlar döküldü, ne çok gözyaşı aktı; hala akmakta. Aşina tatlarla yeni lezzetler SİYAHKALEM Şebnem Sönmez Sofra serüveninde yaratıcı yeni lezzetler ile geleneksel tatlar taraftarlarının çekişmesinin iki ucunda da olmadığımı belirtmek isterim. Tabii ki, sofrayı şenlendiren yaratıcı yeniliklerin karşısında değilim. Ama kimi zaman yenilik diye sunulanların nasıl bir uyumsuzluk örneği olduklarını, kullanılan malzemeye uymayan düzenlemelerin damağınızı tatlandırmak yerine haşat ettiğini veya yenilik diye sunulan şeyin hiçbir yaratıcılığının olmadığını gördüğüm için oldukça çekingen davranırım. Ama kabul etmek gerekir ki, son yıllarda ülkemizde, yerel tatlarla ahenk içinde geliştirilmeye çalışılan lezzetlere tanık oluyoruz. Birbirleriyle iyi evlenen tatlar içinde yeni buluşlarla tanışıyoruz. Daha masaya oturur oturmaz, hoş sürprizler sunuyor Ada Sofrası. Diyarbakır’dan gelen bulgur ekmeği çok hoş, şimdiye kadar hiç tanımadığım güzel bir tat. Bamya turşusu, yeni bir tat değil, ama bölgenin iri bamyalarından çok başarıyla hazırlanmış olduğunu söylemem gerek. Sürprizler, soğuk mezelerle sürüyor. Salatalık, kavun, yeşil biber, maydanoz ve çam fıstığıyla yapılmış “efe salata” masada çok beğeni topluyor. Ben soğuk başlangıçlardan özellikle ikisini çok merak ediyorum: “Kırmızı erik ve cevizli pancar” ile “tahinli patlıcan salatası.” Doğrusu her ikisini de çok başarılı bulduğumu söylemek isterim. Tahinli patlıcan salatasında, patlıcan tahinin egemen tadına feda edilmemiş, ikisinin birleşmesinden, her birinin tadının alındığı güzel bir kombinasyon oluşturulmuş. Fava benim, her zamanki favorilerimdendir. Uzun yıllar, İstanbul alışkanlığıyla, Ege’nin üzerine kavrulmuş soğan konarak servis edilen favasına kendi yöreminkini yeğ tutmuştum. Son yıllarda ne denli hatalı olduğumu anladığımı da itiraf etmeliyim. Ada Sofrası‘nda tattığım karamelize soğanlı fava (ki dereotunu da ihmal etmemişlerdi) bir nefasetti. Karides ve kayısılı lahana sarma da, masadakilerin genel beğenesini kazandı. Zaten hemen söyleyeyim ki, salı gecesi masaya gelip de herkesin beğenmediği hiçbir şey olmadı. Bu arada, hardal soslu çiğ levreği de çok beğendim. Hemen ara sıcaklara da değineyim: Bizim yediğimiz iki ara sıcaktan ahtapot karides ve midyeli “ada güveç” çok iyiydi. Ayrıca nedense pek sevmediğim, ahtapotu da, bu kez patates üzerinde fırınlanmış haliyle sunulduğunda beğendim. Bugün… Okyanuslar kuruyor gözyaşları kurumuyor. Bugün, bütün dünlerden ders çıkarma zamanı. İstediğimiz ölçekle anlamak ve İnsanın insan olmaktan başka anlayacağı hiçbir şey yok. Hepimiz, hakikati anlamakla mükellefiz. Ve bunun için de sınanır dururuz parayla, aşkla, savaşla, kibirle, nefsle… Kimin ne ise dersi onunla yürür hakikat yolunda, terk etmesi gerekeni sırtında taşıyarak. Neyin yüküyle dolu olduğumuzu anlar isek şayet, huzura kavuşacak olan ruhumuzun esaretinden kurtulabiliriz sadece şimdi! Yarın varsa eğer, hayal ettiğimiz gibi olmasın mı? Nasıl bir yarın diliyoruz, önemlisi bu. Bir arkadaşımın beş yaşındaki oğlunun, anaokulunda bir arkadaşını pataklarken annesine yakalanıp “Anne; sus! Ben bunu dünya barışı için yapıyorum!” cümlesini nasıl panikle kurduğunu hep hatırlıyorum. Varın siz çözün bu denklemi! Beş yaşında bir çocuğun paniğiyle binlerce savaş dolu bugün bu dünya. Aldatmacasına kanmak da, kanmamak da bize kalır. Barış, savaşarak elde edilmez, şu an savaşıyorsak dün yüzündendir! Dün dündü; bugün sadece bugündür! Yarın ise nasıl olsun olacaksa eğer? hafta?cumhuriyet.com.tr Anne tarafından Karadenizli olan Mine Sirmen hamsiye hiç dayanamaz. Bense son yıllarda hamsiyi, ızgarası ve buğulaması dışında, ağır geldiği için pek tutmaz oldum. C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım, Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı, Tel: 0 212 251 98 7475, 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hamsili pilav ‘out’, barbunlu pilav ‘in’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle