22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (The Haunting in Connecticut) Peter Cornwell’in yönettiği ve Virginia Madsen, Kyle Gallner, Martin Donovan ile Amanda Crew’in oynadığı Lanetli Ev, bir ailenin karanlık doğaüstü güçlere karşı verdiği tüyler ürperten gerçek mücadeleyi konu alıyor. Campbell ailesinin yeni taşındıkları evleri akıl almaz olaylara tanık olmuş bir cenaze evinden dönüştürülmüştür. Evin sahibinin medyum oğlu Jonah, ruhani varlıkların diğer tarafa geçebilmesine fırsat yaratan şeytani bir ulak görevi görmüştür. Şimdi, ölülerle iletişim kurabilen Jonah her şeyden habersiz aileyi farklı türde bir dehşete boğmak üzere dönmüştür ve korkunç şeyler olmak üzeredir. ? Lanetli Ev (Nord) Rune Denstad Langlo’nun yönettiği ve Anders Baasmo Christiansen, Kyrre Hellum, Marte Aunemo ile Celine Engebrigtsen oynadığı Kuzey, geçirdiği sinir krizinin ardından kayak sporunu bırakıp hüzünlü bir inziva hayatı sürmeye başlayan Jomar’ı anlatan ve romantik doğa manzaraları içinde ilerleyen bir yol komedisi. Beş yıl sonra Jomar kar motosikletine binip, yeni bir başlangıç yapmak için gerçekliğe, eski kız arkadaşının ve o zamana dek varlığından bihaber olduğu oğlunun yanına, kuzeye doğru tuhaf ve dramatik bir yolculuğa çıkar. ? Kuzey (Shinjuku Incident) Yönetmenliğini Derek Yee’nin yaptığı filmin başrollerini Jackie Chan, Naoto Takenaka, Daniel Wu ile Xu Jinglei paylaşıyor. Kanlı Hesaplaşma, Hong Kong’un en büyük gişe hasılatının ilgi çeken iki kişisini, uluslararası aksiyon yıldızı Chan ve büyük beğeni kazanan yönetmen Yee’yi ilk defa bir araya getiriyor. Steelhead, Tokyo’ya giden kız arkadaşı Xiu Xiu’dan haber alamayınca onun peşinden yola koyulur. Tokyo’ya ulaştığında buradaki Çinli göçmenlerin çetelerin baskısı altında olduklarını görür. Kız arkadaşı Xiu Xiu ise Japon kimliği edinmiş ve Eguchi ile evlenmiştir. Eguchi, bir rakibini yenmesine yardım eden Steelhead’e güvenir ve gece kulüplerinin yönetimini verir. Fakat bu huzurlu yaşamı uzun sürmez. ? Kanlı Hesaplaşma Biz bu filmi çok gördük Sevginin gücü Portland’da lüks bir restoranın işletmecisi olan Sylvia (Charlize Theron) yaşamındaki herşeyi değiştiren kırılma noktasından kaçmak isteyen gizemli bir kadındır. Kendi bedenine de ASLI zarar veren genç kadın SELÇUK geçmişine doğru çıktığı yoğun duygusal yolculuklar sonunda yaşamını sonlandırmak isteğiyle de doludur. Birşeyler duyumsadığını kanıtlamak istercesine Sylvia her gece değişik adamlarla birlikte olur. New Mexico sınırında bir karavanda evli, üç çocuklu Gina (Kim Basinger) evli, çocuklu Meksikalı Nick’le (Joaquim De Almeida) yasak bir aşk yaşamaktadır. Beklenmedik bir olaydan ötürü Gina’nın kızı Mariana (Jennifer Lawrence) ile Nick’in oğlu Santiago (J. D. Pardo) birbirlerine aşık olurlar. Ergen Maria (TessaIa) Meksika’da babası (Danny Pino), babasının yakın arkadaşı (José Maria Yazpik) ile birlikte mutlu bir yaşam sürmektedir. Trajik bir kaza Maria’nın da yaşantısını tümüyle değiştirir. Meksikalı yazarsenarist Guillermo Arriaga ilk uzun metrajı The Burning Plain’de (Aşk Ateşi/2008) kadın karakterlerin yazgısı içinden geçmişle geleceği iç içe geçirerek sevgi, aşk, umut, bağışlama, aile temalarını duyarlılıkla aktarıyor. Amores Perros (Paramparça Aşklar Köpekler/2000), 21 Grams (21 Gram/2004), The Three Burials of Melquiades Estrada (Üç Defin/2005, Cannes Film Festivali en iyi senaryo ödülü), Babel (Babil/2006) filmlerinin başarılı senaristi bu kendini yıkmayla, derin acılarla, sarsıntılarla dolu aşk öyküsünde değişik zamanlar ve farklı mekanlar arasında geziniyor. İzleyici kimi zaman Portland’ın kapalı, gri gökyüzünde, serin havasında bazen de Meksika’nın, ABDMeksika sınırı yakınındaki New Mexico’nun güneşli, sıcak ortamında, uçsuz bucaksız çöllerinde kendini buluveriyor. filmlerde izlenen biçemde yazdığını, böyle yazılmazsa bu yapıların işlemeyeceğini belirtiyor: “Yazın geleneğinizi bulmalısınız. Benim geleneğimde Shakespeare, William Faulkner, Hemingway var. Kendimi onların düzeyinde elbette görmüyorum ama onların geleneğini izliyorum”. Arriaga Aşk Ateşi’nin temel, önemli bir konuyu, çocukluktan kaynaklanan sarsıntıları, yaraları ele aldığını açıklıyor: “Filmim sevgiyle herşeyden kurtulabilirsiniz diyor. Sevgi benzemez yüzlerle karşınıza çıkabilir. Geçmişteki yaralarınızla başetmenizi sağlayacak, sizi sevecek biri kesinlikle vardır. Sevginin gücüne ben yürekten inanıyorum”. Başrolde oynayan filmin aynı zamanda yapımcısı olan Charlize Theron, annesinin şiddet yanlısı babasını öldürdüğünü öldürdüğünü görmüş: “İnsanlar bana hep karamsar filmlerde oynuyorsun deyince şaşırıyorum. Filmlerimin hepsi umut dolu, yaparken sanki arınıyorsunuz. Aşk Ateşi insan gerçeğini aydınlatıyor, umudun aşktan, sevgiden doğduğunu gösteriyor, bu iyimserlik değil de nedir?”. ABD’nin mikser muadili tipik siyasi atraksiyonlarına, intihar bombacılarıyla belirginleşen şeriatçı terör ile istihbarat ve karşı istihbaratı ekleyin. Bu kısırdöngü kâfi gelmediyse şayet, bir de din kardeşlerine ihanet ALPER eden bir kahraman bulun. (CIA’nin kullandığı tam TURGUT tekmil bir savaşçı ve üstelik altın kalpli... Nasıl derler; kendisi iyi ama çevresi kötü... Gülünç olmayın.) Formül şudur; politik gerçekliğe tamamen kulaklarını tıka ve halkların bağrına nifak tohumlarını ek... İşte “Hain” (Traitor), tüm suçu radikallere yükleyip onlara kapılanların hepsini istisnasız kurban veya av olarak belleyen ve anlaşılacağı üzere yeni bir şey söyleyemeyen bir yapım (biz bu filmi çok gördük). “Adamım Benim!” (I Love You, Man) ise kadınların anlamakta ve anlamlandırmakta hayli güçlük çektiği erkek dünyasına dair yer yer komik çokça vasat bir seyirlik. Hain’i küresel ısınmayı kurgulayan “Yarından Sonra”nın senaristi Jeffrey Nachmanoff yönetti. Filmin senaryosu; Nachmanoff ile Steve Martin’e ait. Hain’in başrollerinde; “Otel Ruanda” ve “Çarpışma” ile hafızalarımıza kazınan yetenekli aktör Don Cheadle, “Akıl Defteri” ve “Los Angeles Sırları” ile adını unutulmazlar arasına yazdıran Guy Pearce ve “Nefret”ten beri hayranlıkla izlediğimiz, en son şimdiden kült mertebesine ulaşan “Lost” dizisi ekibine de dâhil olan Said Taghmaoui (en çok onu beğendik) var. Filmin diğer önemli rollerini ise Neal McDonough, Jeff Daniels, Archie Panjabi ve Aly Khan üstleniyorlar. Yukarıda metni berbat bulduğumuzu (aile babası veya başı açık genç bir kadın... Eğer Müslüman’sa ‘canlı bomba’ da olabilir... Mantığın iflası ve saçmalığın daniskası) dile getirmiştik. Ahım şahım bir oyunculuk gösterisinden de bahsetmek mümkün görünmüyor. Ancak söylemeden geçemeyeceğim, filmin müzikleri tek kelimeyle enfes. “Üç kıtada geçen, uluslararası bir gerilim filmi...” Yok, bu benim değil Hain’i çekenlerin sözü... Benim lafım ise şu; “gayet iyi başlayıp izleyeni bir anda saran ve ardından bir çuval inciri berbat eden trajikomik bir deneme...” Karşılıklı ataklar ve kaçıp kovalamacalar Hırslı ve gözü pek FBI ajanı Roy Clayton, ABD’nin dünyadaki hegemonyasını hedef alan Ortadoğu orijinli bombaların yaratıcı olarak gördüğü Samir Horn’u takip etmektedir. Ancak Horn, ABD Ordusu’na bağlı özel timin eski bir üyesidir ve hâlihazırda CIA adına “kayıt dışı” çalışmaktadır. (Özetle; FBI, CIA’nin peşindedir, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu...) Horn’un Sudanlı babası, o daha çocuk yaştayken gözlerinin önünde arabasıyla birlikte havaya uçurulmuştur. Kahramanımız “bir masumu öldüren tüm insanlığı öldürür, bir masumu kurtaran ise tüm insanlığı kurtarır” içerikli ayeti biraz yanlış kavramış ve ılımlı bir Müslümanken kanunsuzluğun maşasına dönüşmüştür. O, kendine “inandığın şey için ne kadar ileri gidersin?” diye sormuş ve komploların içinde aksiyon garantili bir yaşam tarzını benimsemiştir. Dost olarak girdiği tuhaf organizasyondan hain olarak çıkmayı kafasına koyan Horn’a şebeke lideri aynen şunu der; “terör ve tiyatro birbirlerine çok benzer, her ikisi de seyirciler için oynanır.” Ardından karşılıklı ataklar ve kaçıp kovalamacalar, Yemen, Fransa, İngiltere, Kanada ve ABD’de sürer gider. Sonuçta; ABD’yi yönetenlerin taktiği biraz da “tavşana kaç tazıya tut demek” değil midir? Hain Sağdıcım olur musun? Yaz aylarında gülmek veya korkmak zorunda mıyız? Komedi ve korku filmleri beyazperdeyi esir almaya başladı bile... Hoşça vakit geçirme derdine düşenler ve ürkme ihtiyacı hissedenler sevinebilirler. Her neyse... Adamım Benim!, hayatı boyunca erkek arkadaş edinemeyen bir koca adayının, sağdıç bulmak için (gelin hanım ve nedimeler ordusuna hoş görünebilmek aşkına) giriştiği savaşı ve son düzlükteki çırpınışını anlatıyor. Kısaca erkeklerin dostluk anlayışı didikleniyor. Adamım Benim’i (romantik bir kardeşlik komedisiymiş), “Polly Gelince” adlı filmiyle tanınan John Hamburg çekti. Hamburg, filmin senaryosunu Larry Levin ile birlikte kaleme aldı. Kalabalık kadrolu Adamım Benim’in kilit rollerini ise Paul Rudd, Jason Segel, Rashida Jones, Andy Samberg, Jaime Pressly, Sarah Burns, Jon Favreau, J.K. Simmons, Jane Curtin ve Lou Ferrigno paylaştı. Los Angeles’in gelecek vaat eden ve yegâne dostu kadınlar olan genç ve yakışıklı emlakçisi Peter Klaven, güzeller güzeli sevgilisi Zooey Rice’a evlenme teklif eder. Zoey, büyük bir sevinç gösterisinin ardından “evet” der ve asıl sorun ondan sonra başlar. Amerikalıların manyaklık seviyesine varan düğün merasimi geleneğine göre damat, sağdıcını belirlemek mecburiyetindedir. Ama gelin ve görün ki, Peter’in hiç erkek arkadaşı olmamıştır. Zoey’i mutlu etmek adına kolları sıvayan Peter, kendine erkek arkadaş bulmaya çalışır. Peter’in üstün gayreti ve dolayısıyla beceriksizliği, hemcinsleri arasında yanlış anlaşılmalara da neden olur. Peter’in yardımına ise spor salonunda görevli eşcinsel kardeşi Robbie koşar. Erkeklerin dünyasından bihaber, sakar ve acayip bir tip olan Peter, en nihayetinde kişiliği kendisine tamamen zıt düşen Sydney Fife ile tanışır. (Düşeş) İkili zamanla ortak noktalarının farkına varır ve giderek kaynaşırlar. Hatta Peter, biricik aşkı Zoey’i bile Sydney ile vakit geçirmek uğruna ikinci plana iter. Sonra işler iyice çığırından çıkar. Artık dengeyi tutturma ve tercih belirleme safhasına geçilmiştir. alperturgut.blogcu.com Gerçeğe odaklanmak Guillermo Arriaga Aşk Ateşi’nin en iyimser filmi olduğunu, birçok etnik grubun birarada yaşadığı Amerikan toplumunun umuda gerçekten gereksinimi olduğunu belirtiyor. Charlize Theron yönetmeni Arriaga’yı Monster’la (Canavar/2003) ona en iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazandıran Patty Jenkins’e benzetiyor: “Patty gibi o da gerçeği ve inandığı şeyi hedefliyor. Canavar’ın çekiminde ne denli gerçekçi olursan, ne denli gerçeğe odaklanırsan araya başka hiçbir şey girmezi öğrendim. Karakter ne denli kötü, acımasız olursa olsun her gerçek sonunda umut içeriyor” diyen Theron Hollywood’un ne yazık ki insanlara görmek istedikleri pembe düşleri, aksiyonu, eğlenceyi verdiklerini söylüyor. Amerikan halkı Aşk Ateşi, Canavar, In the Valley of Elah (Tanrının Vadisinde) gibi gerçekçi filmleri izlemek istemiyor. Düşünen ve duyumsayan oyuncuları sevdiğini belirten Arriaga oyuncularına rol yapmayın, oynamayın yalnız düşünün diyor. Onlara mekanların getirdiği kokularla, karakterlerin becerileriyle ilgili ipuçları da veren yönetmen on üç yaşındayken doğduğu kent Mexico City’de şiddetli bir sokak kavgasında koku duyusunu yitirdi. Yazar olmadan önce boksörlük yapan, basket ve futbol oynayan Arriaga, İberoAmerikan Üniversitesi’nde iletişim ve psikoloji okudu. Burada okurken yönetmen Alejandro Gonzalez Inaritu ile tanıştı, birlikte Paramparça Aşklar Köpekler, 21 Gram, Babil’i gerçekleştirdiler. Jorge Hernandez, Arriaga’nın El Bufalo de la Noche romanını sinemaya uyarladı(2007). Genç oyuncu Jennifer Lawrence’e Venedik Film Festivali’nde Marcello Mastroianni genç yetenek ödülünü kazandıran The Burning Plain (Aşk Ateşi) dün sinemalarımızda gösterime girdi. Kesişen yazgılar Zamanda ve mekanda çıkılan bu yolculuklar birbirlerinden besleniyorlar, üç kuşak kadınların ve gençkızların birbirleriyle kesişen yazgıları onların varoluşlarını da kökten etkiliyor. Karmaşık, sarsıcı öykülerin yaratıcısı Guillermo Arriaga, Amerikan ve Meksika kültürlerine de değiniyor: “Zaman zaman iki halk arasında bir duygudaşlık olduğunu düşünüyorum, bazen de aynı sınırı paylaşmamıza karşın aramızda köklü bir anlaşmazlığın sürdüğünü de düşünüyorum” diyen Arriaga öykülerini yaşam deneyimlerinden esinlenerek yazdığını açıklıyor: “Filmleri çevremde gördüğüm, duyumsadığım olgular gibi çekmeye çalışıyorum. Senaryo üç bölümde yazılmalı savını hiç de doğal bulmuyorum. Öyküleri gerçek yaşamda olduğu gibi anlatmıyoruz, geçmişe ve geleceğe giderek betimliyoruz” diyen yazar yazınında organik yolu yeğlediğini vurguluyor. Senaryolarını da aynı yapıda oluşturduğunu, Sinema dünyasından kısa kısa... ? Türk filmlerinin Şangay çıkarması Dünyanın en prestijli festivalleri arasındaki yerini giderek sağlamlaştıran 12. Uluslararası Şangay Film Festivali’nde son dönem Türk sinemasının başarılı örneklerinin gösterileceği “Focus On The Turkish Cinema/Türk Sinemasına Bakış” adlı bir bölüm yer alacak. 5 Türk filmi ve yönetmeni, 1321 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek 12. Uluslararası Şangay Film Festivali’ne katılacak. TÜRSAK Vakfı’nın girişimiyle festival kapsamında Çağan Irmak’ın yönettiği “Issız Adam”, Atalay Taşdiken imzasını taşıyan “Mommo, Kız Kardeşim”, Derviş Zaim’in yönettiği “Nokta”, Mahmut Fazıl Coşkun’un yönetmenliğini yaptığı “Uzak İhtimal” ve Nuri Bilge Ceylan’ın ödüllü filmi “Üç Maymun” gösterime girecek. “Almancı! Karşı Resimler.” Fatih Akın, Birol Ünel, Züli Aladağ, Buket Alakuş, İdil Üner, Pınar Erincin, Luk Piyes, Nursel Köse, Özay Fecht, Sinan Akkuş, Aysun Bademsoy, Mıraz Bezar, Neco Çelik, Hakan Savaş Mican, Ayşe Polat, Tamer Yiğit, Thomas Arslan, Hussi Kutlucan, Bülent Akıncı, Yüksel Yavuz gibi yönetmenlerin ve birçok oyuncunun katılımıyla gerçekleşecek olan “Almancı! Karşı Resimler” başlıklı programla, sinema sanatı ve göç ilişkisine “Almancı” gözünden farklı bir pencere açacak. Kahramanların kurban rolünden sıyrıldığı, yer yer çok güçlü şiirsel bir estetiğe sahip filmler, Almanya’da göçün öznelerini yeniden tanımlarken, Türkiye’deki “Almancı” imajına da yeni bir yaklaşım getiriyor. Fatih Akın’ın uluslararası başarıları gibi birçok sanatsal atılım, “Almancı” imajının da kırılmasına yol açtı. İş göçünün başlamasından 50 yıl sonra, bir zamanların “misafir işçileri”nin çocukları ve torunları, kendi hikayeleriyle bu kez Almanya’dan İstanbul’a geliyor. Aralarında uluslararası festivallerde ödüller kazanan ve Türkiye’de ilk kez gösterilecek olan eserlerin de bulunduğu 40’ı aşkın uzun ve kısa metrajlı film ile belgeselin gösteriminden sonra yönetmenler ve sanatçılarla söyleşiler yapılacak. İstanbul Modern Sinema, 20 Haziran’a dek İstanbul ve Berlin arasındaki kardeş şehir ilişkisinin 20. yıldönümü kutlamaları ve Ernst Reuter Girişimi’nin TürkAlman Diyaloğu kapsamında, Ballhaus Naunynstrasse ile ortak bir film programı sunuyor: ? “Almancı! Karşı Resimler” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle