18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kitabın Biri GÜRAY ÖZ 6 13 HAZİRAN 2009 CUMARTESİ ‘Parayı Verdi Düdüğü Çaldı’ Biliyorum çok oldu çıkalı. Gazetedeki haber dikkatimi çekmişti önce. Kitabın adı ilginç geldi: “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı”. Sonra alt başlığı; “CIA ve Kültürel Soğuk Savaş.” Frances Stonor Saunders yazmış. Doğan Kitap’tan. Okumakta geciktim. Üstelik Ülker İnce çevirmiş. Ülker İnce, en iyi çevirmenlerimizden biridir. Lawrence Durrell’ı da o zarif hanımefendiden okumuştum. Biraz sonra söylerim, yeri gelirse. Durell İngiliz diplomatik misyonunda çalışırdı. İstihbaratçıydı. Ama romanları nefistir. Okursunuz, ciddi söylüyorum, hayatınız değişir. Haklısın, George Orwell’in de adı geçiyor kitapta. Eh, en başta o gelir. “1984” adlı romanı soğuk savaşın önemli silahlarından birisi olarak uzun yıllar iş gördü. Ama biliyor musun, zaman döner, devran değişir. Şimdi herkesin okumasını isterim ben o kitabı. Büyük birader kimi gözlüyor şimdi daha iyi anlaşılır. Kitapta CIA tarafından finanse edildiği söylenen yazarların isimleri var. CIA, Ford Vakfı gibi vakıflar aracılığı ile Batılı aydınlara paralar saçıp kitaplar yazdırıyor, filmler çevirtiyormuş. Ünlü “Encounter” dergisini de CIA finanse ediyormuş meğer. CIA’nın finanse ettiği aydınların, yazarların adını duyunca ürküyor insan. Vladimir Nabakov, Jorge Luis Borges, Bertrand Russel, ah daha kimler... Bu türden iddialarda, haberlerde aydınları karalama niyeti de vardır biraz. İnsanların okudukları, izledikleri aydınlarla ilgili duydukları bu tür haberler onların aydınlara, genel olarak kültüre duydukları güveni sarsar. Aslında kendimize duyduğumuz güvendir biraz da sarsılan. Hayatın çok zengin olduğunu, böyle bir çırpıda renksizleştirilemeyeceğini, kimi zaman kullananların kullanılana dönüşebileceğini biliyorum elbette. İnsanın alacasının içinde olabileceğini de bir yerlerden duydum. Bir başka hikmetli laf da “İnsanın tanrının özeti” olduğu şeklindedir. Bana kalsa “insan tanrının özeti değil de özü, hülasasıdır” derdim. Öyledir. O yazarların, çizerlerin, sanatçıların, film yıldızlarının dünyanın başına çoraplar örmek için bin bir dolap çeviren örgütler tarafından “kullanılması” mümkündür kuşkusuz. Ama hayat öyle zengin, öyle sonsuz olanaklarla, rastlantılar içinde kendini bulan gerçekliklerle örülü ki, insan şaşıp kalır. O karanlık örgütlerin “finanse ettiği”, böyle mi deniliyor şimdi, yani “beslediği” yazarlardan kalan kitaplara bakınca, CIA’nın bu işten zararlı çıktığını söylemek bile mümkün. Evet, evet, orada yüzde yüz katılıyorum sana. Aydınların hırsları yeteneklerini aşar zaman zaman. Yükselen yıldızlar, kendileri de yükselen bir yıldıza benzedikleri için onları çeker. Eh, CIA da herhalde aydınlar üzerinden savaşı kazanmaya çabalamış. Zor bir işe girişmiş bana sorarsan. Öyleydi. Sanatçılar kaçırılır zengin ülkelere sığınır, spor karşılaşmalarında, sanat gösterilerinde doğulu sporcular, sanatçılar özellikle el üstünde tutulur, zenginliklerle gözleri kamaştırılırdı. Disident edebiyatı pek makbuldü batıda. Ama bunlar sonuçta aydına bir şey yapmaz. Akıp giden sulardır ve kum kalıyor geride. Aydın dediğin nihayet yazıp çiziyor, boyuyor, besteliyor, yontuyor. Yazarın yazdığı, sanatçının yaptığı bir süre sonra kendisinden bağımsızlaşıyor. Kalan hülasa CIA’nın işine yaramış mıdır bilmem. Sanmıyorum. O günlerde ufak tefek işlere yaramışlardır olsa olsa. Wladimir Nabokow’un kardeşi Nicolas Nabokov CIA’da Psikolojik Savaş Bölümü’nün başındaymış. Uluslararası PEN’in başına Arthur Miller’i getirmek için uğraşıyor, Çehov’un eserlerinin batı dillerine çevirtilmesi için çaba gösteriyormuş. Nasıl anlamalı bilemiyorum. Doğrusu hiç önemli değil, Çehov çevirileri kalmıştır geride. Arthur Miller de pek işlerine yaramamıştır. Türkiye’ye de gelmişti ve bizim diktatörlerin ondan korktuklarını, çekindiklerini hatırlar gibiyim. Bak, işte orada tümüyle aynı fikirdeyiz. Parayı veren gerçekten de düdüğü çalar. Bizimkisi biraz züğürt tesellisidir. Şimdi de Türkiye’de öyle CIA’ya falan uzanmaya gerek yok; parayı veren düdüğü çalıyor. Kültür dünyamız öyle büyük bir kuşatma altında ki, bu kargaşanın içinde büyümek, boy atmak, temiz kalmak zor. Kavramları altüst etmeyi pek iyi becerdiler. Bak sana örnekler vereyim. Şimdi ilerici olmak için geriyi savunmak gerekiyor. Solculuk artık tutuculuktur. Değişimden yana olduğunu söylüyorsan, liberalizmin tezlerini birbiri peşi sıra dizecek, sınıflar meselesini unutacaksın. Açlığa, yoksulluğa burun bükecek, otomobil satışlarının artışı ile, borsayla ilgileneceksin. Yıkılıp giden sosyalizmin ne kadar kötü bir şey olduğunu sık sık söyleyecek, ne yazarsan yaz, arada bir yerlere bu “kötülükler dünyası” ile ilgili bir iki satır mutlaka sıkıştıracaksın. Can sıkıcı ve umutsuz buluyorsun beni. Hayır, öyle değilim. Tam tersine, sanatın, edebiyatın kendi gelişme çizgisine, kalitenin eninde sonunda üstün geleceğine inanırım ben. Bu gelişme çizgisi ise dünyanın çelişkilerine sıkı sıkıya bağlıdır. Hiç bir akım gerçeklerle kendini sınamaktan kurtulamamıştır. Gerçek de kendini bu akımlarla sınar. Bir düşün, şu savaş yıllarında savaşa gözünü kapatabilecek bir edebiyat, bir sanat olabilir mi? Hayır, olmaz, egemen çizgi de kendini bu duruma uydurur ve geri adım atarken, savaşı resmederken, kendi yaşam alanını güçlendirmeyi ihmal etmez. İşte bu alan bizim için pek bereketlidir. Bu alanda slogan kolaycılığına, yoksa ahmaklığı mı demeliyim, düşmeden sıkı bir kavgaya girişmek gerekir. Yapılması gereken iyi eserler vermektir. “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı”dan çıktık, bak nerelere geldik. İyi ki de geldik. Hayatımız hiç bu kadar tehdit altında olmamıştı çünkü. Acılar, açlıklar, zorluklar, sıcak, soğuk, işkence, ölüm aslında insanlık açısından düşünüldüğünde o kadar üstesinden gelinmez şeyler değildir. Neyle savaşacağın, neye neyle karşılık vereceğin belli gibidir. Ama şimdi karşılaştığımız tehlike doğrudan beyinlerimize yöneliyor. Ruhumuzu başka yerde aramaya gerek var mı bilmiyorum, şimdi tehdit altında olan ruhumuzdur. Ve onu satalım diye yüksek bir ücret teklif ediliyor bize. Sağlam kalmalı yine de… Müzik dünyası ‘borçlanma hakkı’ istiyor MüzikSen, henüz etkin ve kalıcı bir sosyal güvenliğe sahip olmayan müzik sanatçıları için mücadelesini 20 yıldır sürdürüyor. Türkiye’de sanatçıların haklarını elde edebilmesi ve yaşadıkları sıkıntıları aşabilmesi için hala yollar çok zorlu. Gerek kimi zaman sanatçıların biraraya ZUHAL gelememesi, gerekse sendikal AYTOLUN hak mücadelesinde yasal olarak çok fazla yol alınamaması sanatçıları zora sokuyor. Anayasanın sanatın ve sanatçının korunması, desteklenmesi yolundaki hükümleri önemli ölçüde kağıt üzerinde kaldığı için de sanatçılar adeta kaderleriyle başbaşa. Telif hakları konusunda yol alınabilmişse de müzikte hala mesleki, ekonomik, sosyal ve kültürel hak ve çıkarların korunması anlamında yoğun bir çaba gerekiyor. Müzik sanatçılarının yaşadığı sıkıntılar ve yasal girişimlerle ilgili konuştuğumuz MüzikSen Genel Başkanı Mehmet Çırıka, yaşanan sorunlara ve yasal girişimlerin sonuçsuz kalışına değinirken, hala etkin ve kalıcı bir sosyal güvenlik yasalarının olmayışını, bu anlamda süren mücadelelerini anlattı. sürdürüyor. Çalışma yasalarından kaynaklanan iş ve ücret güvenceleri, yıllık izin gibi yeterli düzeyde korunamayan hakların yanı sıra meslekteki yoğun işsizlik, yabancı uyruklu müzik sanatçılarının Türkiye’de kolaylıkla çalışmaları gibi nedenlerle sorunlar giderek büyüyor. MüzikSen, 20 yıldır sürdürüyor çalışmalarını. Ankara merkezli olan sendikanın üye sayısı ise 2278. Aralarında Kayahan, MFÖ, Vedat Sakman, Suavi, Asya, Sabahat Akkiraz ve Musa Eroğlu‘nun da bulunduğu sendika, kamuoyunda pek de fazla bilinmiyor. Çırıka, çalışmalarının gerekli etkinliğe ulaşamaması nedeniyle bilinirliğinin az olduğunu söylüyor ve günümüz izleme alışkanlıklarına da gönderme yapıyor: “Yazılı, görsel basının yanı sıra kamuoyunun ciddi kurumsal çalışmalar yerine, müzik sanatının ve müzik sanatçılarının magazin haberlerine ilgi göstermelerinin sendikamızın az bilinirliğine etki ettiği kanısındayız.” Sendikanın öncelikli çalışması müzik sanatçılarının bir sosyal güvenlik sistemine kavuşturulması yönünde. Çalışma koşullarının ve sosyal hakların iyileştirilmesi ve geliştirilmesi, sanat yapma özgürlüğünün önündeki tüm yasal, ekonomik, toplumsal ve siyasal engellerin kaldırılması, sanatçıya maddi manevi gerekli desteğin sağlanması konusunda da ağırlıklı çalışmalar gerçekleştiriyor sendika. Çırıka, ulusal kültür ve sanatın gelişimi açısından sanatçılara destek verilmesi gerektiğini ve sanatçıların hakkı olan imkanların sağlanması gerektiğini dile getiriyor. Ancak sonuçsuz kalan girişimler ve red kararlarıyla beraber zorlu süreç devam ediyor. Yasaya aykırı uygulamalar Son dönemde ise yine bir hak savaşını sürdürüyor sendika. Daha önce 4 kez borçlanma hakkı getirilen sanatçılar için son dönemde SSK’ca düzenlenen tebliğ ve genelgelerle yasaya aykırı bir şekilde kısıtlandığını söyleyen Çırıka, bu süreçte kuruma başvuruda bulunan sanatçıların hemen hemen tamamına yakın kısmının borçlanma taleplerinin reddedildiğini vurguluyor. Mart ayında sanatçıların sigortasız geçen hizmet sürelerini SGK’na borçlanabilmeleri için sendika, MESAM’la birlikte yapılan ortak çalışma ile borçlanma yasa taslağı hazırladı. Çırıka, sanatçılara yeni bir borçlanma hakkı verilmesi için yapılan bu yasa taslağının TBBM’ce kabul edilmesi ve yasalaşması için gerekli girişimleri sürdüreceklerini söylüyor. “Yasalarla getirilen borçlanma hakları yasaya aykırı bir şekilde getirilen kısıtlamalarla uygulanmaz hale getirildi ve kuruma başvuruda bulunan sanatçıların tamamına yakın bir kısmı reddedildi.” Yapılan girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine, kurum aleyhine sayısı binlerle ifade edilen davalar açılmış ve tamamı kazanılan bu davalarla sanatçıların borçlanma hakları yargı kararıyla elde edilmiş, sanatçıların emeklilikleri sağlanmış. Ancak Çırıka, halen devam etmekte olan borçlanma davalarının da olduğunu dile getiriyor. Müzik piyasasında sorunlar aslında dağ gibi. Ancak gerek sanatçıların örgütlenemeyişi, gerekse hakların elde edilmesinde yaşanan sıkıntılar süreci daha da zorlu kılıyor. Birlikler ve sendika çalışmalarının yanı sıra dayanışma ve farkındalıkla yürüyecek bu süreçte elbetteki hem sanatçılara hem de kamuoyuna büyük görev düşüyor. İlgi magazine kaydı Devlet desteğinden yoksun kalan ve yıllarla birikerek devam eden müzik sanatçılarının sorunları, sadece mesleki kuruluşlarının çalışmalarıyla değil sendikal mücadeleyle de destekleniyor. 1989 yılında kurulan Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası (MüzikSen) henüz etkin bir sosyal güvenliğe sahip olmayan müzik sanatçıları için mücadelesini ‘Komisyoncu değiliz, bu bir hak mücadelesi!’ Universal Music Taxim Edition kurduğu bilgi ağı sayesinde müzik repertuvarını dünya meslek birliklerinin veri tabanlarında tescillerken, izinsiz kullanımlara engel oluyor. Yalnızca yabancı repertuvarı alıp Türkiye’de pasif bir şekilde temsil etmek yerine, yerel repertuvara yatırım yapıp onların haklarını koruyor. Şirketin genel müdürü Mine Aksoy ise edisyonun yanlış anlamlandırılmasından sıkıntılı. Edisyon nedir? En yaygın tanımıyla söz yazarı, besteci ve aranjör haklarının takip, tescil, tahsil edilmesi ve aktif olarak pazarlanması anlamına geliyor. Elbette Türkiye’de hukuki açıdan eksikler olması ve sistemin tam oturmaması onu daha da önemli kılıyor. Edisyon, Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaklaşık yüz yıldır ALİ DENİZ süren bir mekanizma. Editörler, yapım şirketleri, plak şirketleri, USLU icracılar, menajerler, organizatörler ile ulusal ve uluslararası platformda birlikte hareket ediyor. Yani sistem kendini korumak için bu yolu içselleştirmek zorunda. Universal Music Taxim Edition da müzik endüstrisinde sistem kurmanın yanı sıra yeni sahalar yaratmak anlamında öncü bir rol üstleniyor. Şirketin Genel Müdürü Mine Aksoy şirketin amacını ve görevini “Universal Music Taxim Edition, Türk ve uluslararası kataloğu pazarlar, yapım şirketleri, prodüktörler, icracılara tanıtır ve premium adı verilen özel albümleri lisanslamak suretiyle kataloğun iç ve dış markette tanınmasını sağlar. Taxim Edition kurmuş olduğu bilgi ağı sayesinde repertuvarını dünya meslek birliklerinin veri tabanlarında tesciller ve izinsiz kullanımlara engel olur” diye özetliyor. Şirketin gelişim sürecini anlatmaya devam ediyor; “Universal Music Taxim Edition bugün Türkiye’de, Ortadoğu’dan Balkanlar’a, Avrupa’dan Latin Amerika ve ABD’ye kadar uzanan bilgi ve ticaret ağını kurmuş ilk editör şirket. Aralık 2002’de de dünyanın en büyük edisyon şirketlerinden biri olan BMG Music Publishing ile kontrat imzalamış ve BMG Music Publishing’in Türkiye ve Ortadoğu temsilciliğini almıştır. 2006 yılında ise; Taxim Edition, BMG Music Publishing ile şirket evliliği yaparak Türkiye ve Ortadoğu ofisi oldu.” Taxim Edition yalnızca yabancı repertuvarı alıp Türkiye’de pasif bir şekilde temsil etmek yerine, yerel repertuvara yatırım yapıp onları da temsil edip haklarını koruyor. Hem iç pazar hem de dış pazarı taze tutmak derdinde. Aksoy, Yunanistan ile birlikte Ortadoğu’da farklı bir mücadeleye girdiklerini söylüyor. Türk Cumhuriyetleri, Lübnan ve Mısır da buna dahil. Bu merkezlerde ciddi bir müzik mirası ve bunun ortak paylaşımı söz konusu. Anonim kullanım müzikal olarak olumlu olsa da telif ve sanatçı hakları üzerinde etkisiz. Bir başka deyişle herkes herkesin şarkısını söylüyor. Ortadoğu zor bir pazar. Çünkü kuralsız işliyor. Doğu’da Batı sistemini oturtmak yorucu. Aksoy’ a göre çalışmaları bölgesel bir değişimi başlatmış durumda. Yapım şirketi değiliz Aksoy, müzisyenlerin ve bestecilerin kendilerine başvurmasının, değişimin başarılı olduğunun kanıtı olduğu görüşünde: “Türkiye’nin en büyük edisyon şirketiyiz ama üretmemiz de lazım. Yapım şirketi değiliz. O yüzden de karışık ve toplama albümlerle ürünler veriyoruz. İlki Uzay Heparı albümüydü. En son da ‘Müzekka’ isimli toplama albümümüz yayımlandı. Bu şekilde de elimizdeki telif haklarını değerlendiriyoruz”. Aksoy edisyonun yanlış anlamlandırılmasında da sıkıntılı: “Komisyoncu değiliz. Bunu kolay para olarak görüyorlar. Bu yüzden de bu işi yapanlar arttı. Ama işin özüne bağlı değiller ve yanlış işler yapıyorlar.” Universal Music Taxim Edition kurmuş olduğu uluslararası işbirliği sayesinde farklı alanlarda hizmetler de veriyor. Bunlardan bazıları prodüksiyon şirketlerinin, televizyonların, reklam ajanslarının, plak şirketlerinin, eser sahiplerinin, internet ve mobil içerik şirketlerinin çalışmalarında kullanabilmeleri için müzik seçimi. Senkronizasyon için de seçilen yerli ya da yabancı eserin kullanımı sağlayacak tüm yasal işlemleri ve temasları, tek bir firma ile bağlantı kurarak çözümleme olanağı tanıyor. Cd’den para kazanılan yıllarda plak ve yapım şirketleri vitrini düzenlemekle ciddi ilgileniyorlardı. Rafların çekiciliği önemliydi. Mp3 ve dijital alan bu anlamda çok farklı. Ürünün lisanslandıktan sonra internet sitelerinde nasıl vitrin edileceği de müzik şirketlerinin işi. Bu anlamda Universal büyük iş yapıyor. Elbette yine de “müzik” ile “piyasa”, “endüstri” ve “pazarlama” kelimelerinden türeyen her türlü kavramın ticari ve samimiyetsiz olduğunu söylemeden geçmek mümkün değil. Ötekiler Yaz Geldi. Fürüzan’ın en güzel, en beğenilen öyküleri bir arada. YKY’den çıktı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle