22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 26 TEMMUZ 2008 CUMARTESİ Görmenin önkoşulu baktığının farkında olmaktır “Fotoğraf karesinde insan olmalı” diyor ülkemizin önemli fotoğraf sanatçılarından Yusuf Tuvi. 1980’lerde insana dair olanı yansıtmak isteğiyle fotoğraf çekmeye başlayan sanatçı, yaşamın gerçeklerini yakalamaya çalıştığını söylüyor. Bir çok ödülü bulunan, uluslararası yarışmalarda fotoğrafları sergilenen Tuvi, açtığı sergilerle de büyük ilgi gördü. Saydam fotoğraf üzerine çalışmalarıyla da ön plana çıktı. Türkiye’yi her yönüyle tanıtan “Doğamız SERDAR İnsanımız” adlı saydam gösterisinin de yaratıcısı. New York, üzerine yaptığı AĞIR çalışmalar “NewYork” adlı bir kitapta toplandı. Tuvi, “Bir sanatçı ancak gerçekleri aktararak insanların hayatında etkili olur. Amacım yalnızca fotoğrafı değil, bütünüyle yaşamın güzelliklerini göstermek ve paylaşmak. Yaşam, sadece fotoğraf karelerinden ibaret değil. Biz insanlar bakmaktan öteye gidemiyoruz. O nedenle görmeyi unuttuk yitirdik” diyor. Sanatçıyla “insan hallerinin” fotoğraf karelerine yansımasına üzerine söyleştik. Bir fotoğraf karesi nelere sahip olmalı? Anlar ve insan olmalı fotoğraf karesinde. Asıl olan ‘insanlık hali’dir. Fotoğrafı kompozisyon oluşturur. Ben insanların “hal”lerini çekiyorum. Fotoğrafı çekerken karşımdaki insanla özdeşleşiyorum. İnsan sayısı kadar hikaye vardır. Kendi hikayemin dışında hikayeleri yaşıyor; öyle çekiyorum karelerimi. Fotoğraflarınızda ‘renk’ ve ‘insan’ en önemli unsurlar. Fotoğraf çekerken en çok etkileyen unsurlar nelerdir? Yeterli birikimi sağlamadan ortaya çıkmamayı yeğledim. İlk fotoğraflarım kötüydü. Ama yılmadım. Ustaları örnek aldım, fırsat buldukça onlarla konuştum. Birikim sağlamak için çok sayıda kitap okudum. Fotoğraf çekmeye önce siyah beyaz filmle başladım. Aynı zamanda elektrik mühendisi olarak çalışma zorunluluğu beni dia çekmeye yöneltti. Kişiliğime en uygun olarak insanı ve yaşam olgusunu konu olarak seçtim. Yaptıklarımın üzerine hep düşündüm. Ucuz başarıların uzağında kaldım. 62. Avignon Festivali’nin afişi. Dünyanın pek çok ülkesinde de çalışmalarda bulunan Tuvi’nin Katmandu’daki prinç hasadı fotoğrafı. ‘İnsanlık halleri’ni çeken usta fotoğrafçı Yusuf Tuvi, deklanşöre basarken karşısındakiyle özdeşleştiğini söylüyor. Usta fotoğrafçı Tuvi, insana dair olanı yansıtmak isteğiyle fotoğraf çekmeye başladığını söylüyor. Sizce fotoğraf çeken kişi objektifini yönelttiği şeyleri yeniden mi var ediyor yoksa bazı şeyleri yok mu ediyor? Fotoğraf yaşama eşdeğerdir; yok edemezsin. Fotoğraf hayatın kendisidir. O anı yakalıyorsunuz. Bütün yaşamı anlatmıyorsunuz. O yaşamdan bir parçayı alıyorsunuz. Fotoğraf anın göstergesidir, yaşanmışlığı anlatır. Fotoğrafladığınız insanlar içinde sizi derinden etkileyen nedir? İnsanların yaşam biçimleri, hayatın içinde olmaları ve sadece gerçeği yaşamaları. İnsan bir malzemedir. “O an”a doğru objektifimi yöneltirken yaşam nedir, diye sorguluyorum. “O an”ı sadece fotoğrafı çeken ve karşısındaki insan yaşıyor. Yani gerçek olanı. Ara Güler, “Artık İstanbul’da çekecek birşey kalmadı” diyor. Peki siz İzmir için ne düşünüyorsunuz? Anadolu’yu çok dolaştım. Artık coşku hissedemiyorum. Nostaljisini her gidişimde kaybediyor. Midyat’a ilk gidişimde bir köy düğününe rastladım. Çatılarda kadın seyirciler, renkli kıyafetler, meydanda oynayan insanlar o farklı atmosferi unutamam. Daha sonraki gidişimde yeni binalar, yeni evler yapılmış; sokak düğünleri düğün salonlarına taşınmış, o ilk düğündeki heyecan yoktu. Her gittiğinde eski heyecan kalmıyor. Ara Güler sanırım bunu söylemek istiyordu, “İstanbul’da çekecek birşey kalmadı” derken. Aslında İzmir’de fotoğraf karesi bulmak için zorluk çekiyorum. Elbette eski görüntüleri arıyor gözlerim fakat yine de çekmeye devam ediyorum. Hala fotoğraf için birşeyler var İzmir’de… Fotoğraf hayatınızda sizi en çok mutlu eden başarınız neydi? Hindistan gezilerimin birincisinde Rajasthan’da dolaşırken bir açık hava kumaş boyahanesine rastlamıştık. İşçiler boyadıkları kumaşları ya yere sererek ya da direkler üzerine asarak kurutuyorlardı. Orada saatler geçirdik. Aralarda dolaşırken direklerden sarkan kırmızı bir örtünün önünde çalışan işçi kızı gördüm. Esmer teni ve başındaki sarı eşarbıyla kırmızı fon önünde çalışıyordu. Direklerin gölgeleri de kırmızı kumaşa yansıyor ve göze hoş gelen bir doku, bir ritim oluşturuyordu. Bu fotoğraf, 1994’te İngiltere’deki uluslararası bir fotoğraf yarışmasında 15 bin eserin arasında ilk ona girerek özel ödül aldı. Fotoğraf çekerken neyi arıyor gözleriniz? Fotoğraf çekerken bir kompozisyon ararım. Fotoğrafta nedenleri, niçinleri sorgularım. Deklanşörle temasa geçmek adeta insanın kendiyle iç kavgasıdır. Fotoğraf kadar gerçek mi hayatımız? Bir insanın fotoğrafını çeken kişi o anı yaşadığı için, şahit odur. Tüm gerçekliğe tanıklık etmiştir. Fakat karşısında da bir insan vardır, o gerçektir. Fotoğraf kareleri yaşanan anları yansıtır. Ben hayatımızın ve fotoğrafın gerçek olduğuna inanıyorum… Fotoğraf sanat mıdır? Bütün yaşantımızın içinde sürekli bir fotoğraf bombardımanı altındayız. Bunlar geçici şeylerdir, önemsizdir. Bir de öyle bir fotoğraf vardır ki baktığında kalbinizi deler geçer, döner defalarca bakarsınız. Gözlerinizi kapatırsınız yine hatırlarsınız işte o fotoğraftır. Sanat olan deler geçer. Tiyatro cenneti Avignon İnsan ve sanatseverler özellikle de tiyatroperverler, ‘dünyada da bir cennet varmış’, diyebilmek için Temmuz ayının bir kaç gününü Fransa’nın az güneydoğusundaki Avignon beldesinde geçirmeleri gerekir, diye düşünürüz. Çünkü Avignon bir ay süreyle tümüyle bir sahne olur. Bu kenti, daha doğrusu “Avignon Festivali”ni ‘bilfiil’ keşfettiğimiz 5 Temmuz 2002’den beri her yıl aynı mevsimde kentin, bu eşsiz TiyatroUĞUR DansSanatİnsan buluşmasının bir yanını, HÜKÜM bir boyutunu konuşmadan, yazmadan edememişizdir. Buralarda kimilerinin ‘öcü’, kimilerinin ‘öncü’ diye andığı 68’in 40. yılında Avignon o günü nasıl yaşamış, bu günü nasıl yaşıyor hatırlayalım, bakalım istedik. 1307 – 1378 arası Roma’dan kaçan Papaları, sonra da 1378’den 1418’e kadar da kendi içlerinde “Şiizmler” (!) yaşayan iki hatta üç başlı Papalığın bir başını ağırlayan Avignon’a, bu devirlerden çok yönlü kullanılabilen “Papalar Sarayı” ve kiliseleriyle, surları miras kalmış. Bir de ‘Köktenkatoliklik’ ve de her türlü ‘köktencilik’ sulandıkça, arındıkça alternatif arayış ve yeni daha sağlıklı filizlerin fışkırma geleneği... (Tabii ki yalnızca Avignon’a özgü bir durum değil, ama şimdilik hoş görün...) Fransa’nın en ünlü okul şarkılarından biri, “Avignon Köprüsü”nün altından 6 asırda çok sular akar. Son Avignonlu asi Papa XIII. Benedikt’ten yaklaşık 530 yıl sonra, 1947’de tiyatronun o günkü Papalarına, ‘Köktentiyatrocular’ına karşı bir asi Oğlan çıkar. II. Dünya Savaşı sonrasının demokrasi rüzgârlarının ürünlerinden, radikal sol hassasiyetli aktör, rejisör, tiyatro yöneticisi Jean Vilar (19121971). Vilar eleştirmen ve koleksiyoncu Christian Zervos ve Nazi işgaline karşı direnişin simge şairlerinden René Char’ın davetiyle yaz aylarında bir oyun sahnelemek üzere Avignon’a gelir ve mekanlara vurulur. Örgütçü yeteneğini de kullanarak 410 Eylül 1947’de “Avignon’da Dramatik Sanat Haftası” düzenler. Bir kaç yıl sonra “Avignon Festivali” adını alacak faaliyetin 1971’e kadar müdürlüğünü yapar. Paris’in hakimiyeti yıkılmış, en azından bir kaç haftalığına da olsa Tiyatro’nun Vatikan’ı, Kâbe’si Avignon olmuştur. 21 sene geçer. Yıllardan 1968, aylardan Mayıs’tır. Özgürlük rüzgarları kireçlenmiş solcuları, sanatçı komünistleri bile önüne katmış, kurumuş yapraklar gibi savurmaktadır. Fazla değil bir ay sonra Temmuz başında, artık oturuşmuş bir Avignon’da mevsim çok ama çok sıcak başlar. Devrimci tiyatrocuların sloganlarından biri de, “Vilar, Béjart, Salazar”dır. Çağdaş dansın en büyük isimlerinden Maurice Béjart (19272007) 1966’da Avignon’a dans boyutunu katmış gerçek bir sanat prensidir. (Belki genç okurlar hatırlamaz ama kanlı Avrupa Gericiliği’nin Hitler, Mussolini, Franko gibi sembol isimlerinden biri de Portekizli faşist diktatör Salazar’dır ve o tarihlerde bütün ihtişamıyla hüküm sürmektedir.) Avignon da kurumsallaşmıştır. Yeni nesiller Vilar’ı, Béjart’ı bile Salazar denli ‘gericitutucu’ bulmaktadırlar. Hatta Vilar’a “Papape” (Papap okunur ve ‘BabaPapa’ gibi bir anlam yüklenebilir) lakabını takarlar. Nasıl ki birbuçuk ay önce Cannes Film Festivali iptal edilmişse, ‘Tiyatronun Vatikanı’nın da protesto dalgalarına boyun eğmesinden daha doğal ne olabilir? Gerçekte Jean Vilar da solcudur. 68 Mayısı’nı da görmemezlik etmemiştir. Fakat o yıl 17 Temmuz – 14 Ağustos tarihlerinde 83 oyunla 22.si kutlanılacak, dünyanın bu en prestijli festivalini nasıl iptal eder? Uykusuz geceler, gerilimli günler geçiren Vilar, Hippi grupların topluluğu diye bilinen Amerikalı sanatçı Julian Beck’in yönettiği “Living Theater” desteğiyle de Festivali oyunların da oynandığı, ancak canlı, yüksek sesle düşünme, tartışma kürsüsü ve ilerleme, sıçrama basamağı olarak sürdürmeye çalışır. Neyseki Avignon kentinin bağlı olduğu Vaucluse ili Emniyet Müdürlüğü 18 Temmuz’da ‘anarşist’ bir oyuna koyduğu YASSAH’la herkese ‘hangi devirde’ (!) yaşadıklarını hatırlatır! O zamanlar Sokak Tiyatroculuğu yapan Gérard Gélas’ın sahneye koyduğu “Çıplak Göğüslü Kaltak” isimli piyes ‘kamu düzenini bozmak’la suçlanıp yasaklanır. Bu olay bardağı taşıran son damla olur. Julian Beck ve çevresindekiler Gélas’la dayanışma adına festivalin iptalini isterler. Güzel Sanatlar fakülteleri öğrencileri hayalgücü yüksek protesto gösterileri düzenlerler. Toplum polisiyle çatışılır, vs,vs,vs... 83 oyunun yarısı oynanamaz, oynanmaz. Özgür sahneleme ve programlama yanlıları yapısı, hiyerarşisi olmayan örgütlenmeler kurarlar. Adına artık “In” denen resmi Festival programına paralel, alternatif “Off” gösteriler, program doğar... 110 TİYATRO MEKÂNI Ve aradan 40 sene geçmiştir. Sansürler, yasaklar, sınırlamalar bitmiştir. Özgürlüklerin sınırları yalnızca ayrımcılık, ırkçılık, insanlık suçlarını övmek gibi sınırlarla tanımlanmaktadır. Gösteriler surların dışına taşmış, festivalin yönetimini kolektif götüren genç iki müdür, Hortense Archaumbault (38) ve Vincent Baudriller (40) 4 yıldır ‘devrimci’liği tartışılsa da, aşıladıkları taze kanla bu benzersiz randevuya yepyeni bir soluk getirdiler. 62. Festivali 4 Temmuz’da “In” açtı, 2 Ağustos’ta “Off” kapatacak. Bir kısmı bedava, 35’i tiyatro ve dans olmak üzere 46 gösteri “In”i, rekor bir rakamla 1060 gösteri de “Off”un bu yılki programını oluşturuyor. 15 bin nüfuslu kentte 110 ayrı tiyatro mekanında, 3000’in üstünde tiyatrocu, dansçı ve oyuncu 250 bin seyirciye toplam 700 bin bilet kestirecekmiş. Buna sayısız sokak performansını eklediğinizde Avignon’un tiyatroperverler için nasıl bir cennet olduğunu umarız biraz olsun, teslim edersiniz. Kaldı ki, buna yolda, sokakta, café, restoranda, tiyatroda, sahnede karşılaştığınız insanlarla kurduğunuz arkadaşlık, ilişki ve diyaloğun kalitesini eklediğiniz zaman yaşananlar bambaşka bir lezzet ve boyut kazanıyor. Festival kapsamında sahnelenen Berliner Schaubühne’nin Hamlet yorumu (altta) düş kırıklığı yarattı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle