Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Taken) Senaryo yazarları ve yapımcıları arasında Luc Besson’un olduğu, Pierre Morel’in yönettiği filmin başrollerini Liam Neeson, Maggie Grace, Famke Janssen ile Xander Berkeley paylaşıyor. Eski bir gizli ajan olan Bryan kızının kaçırılışını cep telefonu bağlantısından ve hiçbir şey yapamadan dinlemek zorunda bırakılır. Genç kadınları satan bir çetenin elinden kızını kurtarmak için önünde çok kısa bir zaman vardır. Ancak Bryan’ın önünde çözülmesi gereken ilk sorun, kendisinin Los Angeles’te kaçırılan kızının ise Paris’te olmasıdır. (El Cantante) Lopez, Marc Anthony, Christopher Becerra ile Denise Blasor’un oynadığı Şöhret, 1960’lı ve 70’li yıllarda Salsa müziğini yeniden şekillendiren Porto Rico’nun efsanevi salsa şarkıcısı Hector Lavoe’nin yaşamını anlatan bir film. Başroldeki iki sevgiliyi, aslen kökenleri de Porto Rico olan iki ünlü sanatçı Marc Anthony ve Jennifer Lopez canlandırıyor. Film, ayrıca o dönemde Amerika’da ulusal kimliklere bakış açısına ve Porto Rico’luların yaşamına ayna tutuyor. ? 96 Saat (Die Welle) Yönetmenliğini Dennis Gansel’ın yaptığı filmin başrollerini Jürgen Vogel, Frederick Lau, Max Riemelt ile Jennifer Ulrich paylaşıyor. Morton Rhue’nin yazdığı ve 20 yılı aşkın süredir bir klasik gençlik romanı olarak ilgi gören ‘The Wave’, Alman okullarında okunması zorunlu kitaplar arasında yer alıyor. Rainer Wegner, öğrencilerinin ilgisizliği üzerine dikkatlerini çekmek için bir deney yapmaya karar verir: Öğrencilerinden kendisini liderleri olarak kabul etmelerini ve kendisine Mr. Wegner diye hitap etmelerini ister. “Disiplin aracılığıyla güç” sloganını seçer, bir logo yaratır ve gizli bir işaretle iletişim kuran bu gruba ‘The Wave’ adını verir. Grup giderek kontrolden çıkar ve deney kısa sürede farklı boyutlara ulaşır. ? Tehlikeli Oyun ? Şöhret (Alexandra) Alexander Sokurov’un yönettiği ve Galina Vishnevskaya, Vasily Shevtsov, Raisa Gichaeva ile Andrei Bogdanov oynadığı film, savaşı ve arkadaşlığı, bombalar ve vahşet olmadan anlatıyor. Subay torununu görmek için Çeçenistan’daki Rus askeri üssüne gelen Alexandra adlı yaşlı kadın, torunuyla 7 yıl aradan sonra görüşür. Alexandra burada birkaç gün geçirdikten ve yerel halkın hakaretlerine maruz kaldıktan sonra, küçük bir dükkân işleten Malika’yla arkadaş olur. Başrolünde seksen yaşındaki opera sanatçısı Galina Vishnevskaya’nın oynadığı Alexandra, Ruslar ve Çeçenler arasındaki ilişkilere değil, iyiliğin ve kötülüğün doğasına dair incelikli bir keşif yolculuğu. ? Aleksandra Derin devletin ‘Münferit’ hadiseleri… Kamçılı arkeolog dönüyor 23 Mayıs’ta yılın en beklenen filmi, kamçılı kahraman Indiana Jones’un dördüncü bölümü Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull (Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı/2008) gösterime giriyor. Önceki bölümleriyle gişe rekorları kıran, her yaştan sadık bir izleyici kitlesi kazanan Indiana Jones efsanesi nasıl doğdu, ASLI insanlar bu alışılmışın dışındaki SELÇUK kahramanı neden bu denli sevdiler? Seksenli yıllarda Steven Spielberg dostu, iş ortağı George Lucas’a bir James Bond filmi çekmek istediğini söyleyince Lucas ona arkeoloji profesörü, hazine avcısı Indiana Jones’u yapmasını önerir. Böylelikle Spielberg’in yönettiği, Lucas’ın yapımcılığını üstlendiği Indiana Jones serisinin ilki Raiders of the Lost Ark (Kutsal Hazine Avcıları/1981) yılın en çok iş yapan filmi de olur. Otuz dokuz yaşındaki Harrison Ford, Indiana karakteri için Spielberg’in ilk seçimidir, Lucas ise Tom Selleck’ten yanadır. Selleck’in polisiye dizi Magnum’daki sözleşmesinden ötürü sonunda rol Ford’a kalır. Kutsal Hazine Avcıları’nda profesör arkeolog Tanrı Ra’nın madalyonunu aramaktadır, bunun için de profesörü Abner Ravenwood’un Nepal’de yaşayan kızı Marion’u (Karen Allen) bulması gerekir. Naziler de madalyonun peşindedirler. Olayların 1936’da geçtiği eğlenceli, aksiyonu bol, heyecanlı Kutsal Hazine Avcıları’nı yönetmen Hollywood’un 1930’lu filmlerini örnek alarak onlara saygıda bulunarak gerçekleştirir: Otuzların B serisi filmlerinin Technicolor tekniğini, biçemini, ışığını kullanır, böylece eski moda bir Hollywood yapımı karşımızdadır denebilir. 1984’te ikinci bölüme girişilir. Indiana Jones and the Temple of Doom (Indiana Jones: Kamçılı Adam) perdededir. Define avcısı kamçılı arkeoloğumuz burada kana tapan, insanların yüreklerini elleriyle söken yabanıl topluluk Thug’lara karşıdır. Tüm bir kenti kurtarabilmesi için Sankara’nın kutsal taşlarına ulaşması zorunludur. Bu kez 1935’te geçen öykü karanlık, tedirgin edicidir, çocuk izleyiciler sinema salonlarını ağlayarak terkederler, sinema yazarları filmdeki aşırı şiddeti eleştirirler. Spielberg de yıllar sonra Kamçılı Adam’ı çok karanlık bulduğunu fakat filmi Lucas’ın isteği doğrultusunda çektiğini sonunda Lucas’ın ona bunu açıklama izni verdiğini belirtir. Serinin son bölümü olduğu sanılan Indiana Jones and the Last Crusade (Indiana Jones: Son Macera/1989) Spielberg’in çocuk ve yetişkin izleyicilerden af dileyerek bağışlanma isteğini açıklamaktadır. Indy, yirmi yıldır görmediği babası Profesör Jones’la (Sean Connery) karşılaşacak, babaoğul sonsuz yaşam sunan kutsal kadehi ararken yine Nazilerle kapışacaklardır. 1938’de geçen serüvende Indy 39, Harrison Ford’sa 47 yaşındadır ama hep bilindiği gibi kahramanların yaşı yoktur, onlar asla yaşlanmazlar. Eğlencenin, komedinin, serüvenin dozunu adamakıllı arttıran Spielberg böylece dizinin en başarılı bölümünü çeker. Indiana Jones 19 yıl süresince hayranlarından uzak kalacaktır. Spielberg, Lucas ve Ford’a dünyanın her yerinden ne zaman dördüncü bölümün yapılacağı soruları kesintisiz gelmektedir. Başka bir proje üstünde çalışan Spielberg onu bir yana bırakarak Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı’na yönelir: “Mesleğimde ilk kez izleyicinin çağrısını dinliyorum. En iyi izleyici bilir, o bence herşeyin ayrımındadır. Onların beklentisi doğrultusunda film yapmak ilk görevimdir. Hem eğlenecekler hem de gelecekle ilgili düşünecekler” diyen yönetmen Kristal Kafatası Krallığı’nı bundan önceki üç bölüme tıpatıp benzetir. Film, 80’lerdeki gibi gerçekleştirilir, sayısal kurgu yapılmaz, dijital efekt azdır, ortalama bir bütçe söz konusudur. Spielberg kameramanı Janusz Kaminski’den eski görüntü yönetmeni Douglas Slocombe’un biçem ve ışığını ister. Eski sinema biçemi, üç filmin özellikleri (görsellik, değişken durumlar, B tipi filmlere göndermeler, espirili diyaloglar) Kristal Kafatası Krallığı’nda vardır. 1957’de geçen öyküde saç kesimleri, makyajlar, giysiler, araçlar ellilerin ötesine geçmez. Altmış beş yaşındaki Harrison Ford tehlikeli sahnelerde dublör kullanmaz. Ford, mizahıyla, küstahlığıyla, utanmaz gülümsemesiyle Indy karakterine çok şey katmıştır. Karen Allen, Marion Ravenwood rolüyle yeniden karşımızdadır. John Hurt, Marion’un uzun yıllardır kayıp babası Abner, Shia LaBeouf Marion’la Indiana’nın oğulları Mutt, Ray Winstone’sa Indy’nin rakibi, arkeolog dostu Mac’tir. Indy Amerikan, Mac’se İngiliz gizli servisi için çalışırlar. Soğuk Savaş döneminde olduğumuz için Nazilerin yerini Ruslar almıştır. Rus casusların başı Irina Spalko’da Cate Blanchett vardır. Spielberg filmini yenileştirmeye yönelmez çünkü Indiana Jones’un günümüz aksiyon filmleri denli modern olmadığını gayet iyi bilir. Geniş kenarlı şapkalı, üç günlük sakallı, kamçılı arkeolog, profesör, gizli bilimler uzmanı, eski yapıtlar meraklısı, serüvenci Indiana Jones, Steven Spielberg’e göre bilinç altında olmayı istediği kahramandır: “Indy benim hiçliklerimin, boşluklarımın karışımı. Çocukken sinemada, TV’de, kitaplarda hep kahramanlarım vardı. Sınırsız bir düş dünyasının içindeydim. Çocukluğumu olmadığım, olmadığımı düşündüğüm biri olarak geçirdim. Bugünse bir film yönetmeniyim. Indiana Jones benim korkusuz, yakışıklı, özlediğim kahraman olma düşümün son hali. Tapılacak birinin tüm özelliklerine sahip. İdeal insanın, düşsel bir kahramanın kuklacısı gibi duyumsuyorum kendimi. Kahramanlarda beni büyüleyen artıların tümü onda toplanıyor.” Münferit, “Et kokarsa tuzlarsın… Ya tuz kokarsa?” diye başlıyor. Telefonlarımızı dinleyen ‘derin devlet’ çetelerine gönderme yapan bu film, pekte alışık olmadığımız “Kara Film” ekolü adına acemi adımlar da atıyor. Münferit, aslında şantajcı ve sapık bir gizli örgütlenme ALPER elemanının haleti ruhiyesini TURGUT resmetmeye çabalıyor. Hem de toplumsal, psikolojik, politik hezeyanlarımızın tam ortasında… Ve sır perdesinin aralanmasına asla izin verilmeyeceğini başımıza kakarak… Münferit, tiyatro kökenli Dersu Yavuz Altun’un ilk uzun metrajlı filmi. Tiyatroya yirmi yıldır yazar ve yönetmen olarak hizmet eden Altun’un ödüllü kısa film denemeleri de var. Dersu Yavuz Altun, Münferit’i üç farklı gazete haberinden yola çıkarak kaleme aldı. Görüntü yönetmeni İlker Berke’yi sinemaseverler, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminden hatırlayacaklardır. Münferit’in müzikleri Tolga Burkay’a ait. Münferit, bağımsız bir yapım, kendi yağıyla kavruluyor. Kara film konusunda bir fırın ekmek yemesi gereken ülkemiz sineması için cesur bir girişime imza atması ise takdire şayan… Yönetmenin seçimi olsa gerek, filmin oyuncu kadrosu da tiyatro ağırlıklı. Başrollerdeki deneyimli oyuncular Ali Erkazan, İdil Fırat, Mahir İpek, Serhat Nalbantoğlu ve Ali İpin, kaotik, karamsar ve hazmı zor filme adeta ruhlarını katmışlar. Unutmayın, “Recep İvedik”, “Maskeli Beşler” gibi sinemasal facialara yönelik rağbet ayağa kalkmaya çabalayan bağımsız yapımların elini kolunu bağlıyor. “Münferit” ve benzeri yapımlara destek olmak, Türk sinemasının geleceğine ışık tutmaktır. “Yeniden Film” yapımı Münferit, dün gösterime girdi, benden söylemesi… örgütlenme, filmde basmakalıp bir ifadeyle betimleniyor. Bu Münferit’in en büyük hatası… Büyük büyük konuşmaları, yıpratıcı sorgu sürecini ve devletin konuyu kapatma telaşını görenler, derinlemesine bir analiz ve doyurucu bir sonuç bekliyor. Ama ortada fol yok, yumurta yok. Şirket, derin devletin bir kolu, orasını anladım. Ancak “şef” ve adamları, “Telekulak” şebekesinden mi, Susurluk ekibinden mi? Bilemedim. Ya da moda tabirle “Ergenekon” çetesinden de olabilirler. Gölgeler arasındaki bu geçit törenini ve gizemli adamların varlığı pek etkileyici değil. Tam manasıyla amatör bir sinema dili… Her neyse… Bekir’in bir defteri var. Sapık Bekir, hiç üşenmiyor ve defterine tehdit ederek ırzına geçtiği kadınların adlarını yazıyor. Kadın kocasını aldattıysa, öğrenci kız kazara hamile kaldıysa, vay haline… Hasta ruhlu Bekir, akbabalar gibi kurbanının etrafında dönmeye başlıyor. Sonra peşi sıra gelen ormanlık alandaki tecavüz sahneleri… Gudubet ve arsız herif, şirketine güveniyor. O kendince, vatana, millete yardım ettiğini sanıyor. Şef ve adamları ise parayla besledikleri Bekir’e işini iyi yaptığı için göz yumuyorlar. Ve dosya kapatılacak mı? Sonra Aylin öğretmen ve eşi Hasan ile tanışıyoruz. Mühendis Hasan, kırmızı renkli “Tosbağa”sıyla iki öğrenciye çarpmış ve çocukları hastaneye götürmeden kaçmıştır. Vicdan azabı çeken Hasan, kurtuluşu alkolde ve endişenin kollarında bulmuştur. Güçlü bir kadın olan Aylin, eşini ve çocuğunu bu karanlık girdaptan kurtarabilmek için çırpınır ve kasabaya tayinini ister. Ancak güzel Aylin, baş belası Bekir’i hesaba katmamıştır. Kısa sürede Aylin’e tutkuyla bağlanan Bekir, gözünü karartır. Artık devletin üst düzey görevlilerini, kasabaya çekecek olayların fitili ateşlenmiştir. Basının, Türkiye’nin hatta dünyanın gözü, sadece feribotla ulaşılabilen adsız kasabaya çevrilmesin diye dosya kapatılmak zorundadır. Bölge muhabirlerinin elini kolunu bağlama gücüne sahip derin devlet, genel yayın yönetmenlerini bile susturacak güçtedir. Geri dönüş yoktur, cesetler etrafa saçılmış ve lağım patlamıştır. Varsın kirli çamaşırlar ortaya dökülsün dediğinizi duyar gibiyim. Ama siz de, ben de biliyoruz ki, gerçeğe tahammül edemeyenler, münferit bir hadise diyip geçecekler. http://alperturgut.blogcu.com/ Derin devlet işbaşında Güzel ve sessiz bir kıyı kasabasında geçer öykümüz. Cep telefonu çekmeyen kasabada, hayati önem taşıyan iletişim, ev ve işyeri telefonlarıyla sağlanır. İşte tam da bu noktada, telefon bilirkişisi mertebesinde donanıma sahip bulunan ancak ilginçtir ki sözleşmeli personel olarak çalışan Bekir devreye girer. İnsanların özel konuşmalarını dinleyen ve özellikle kadınların sırlarından şantaj malzemesi çıkaran Bekir, diğer yandan da ‘şirket’ adı verilen illegal devlet kurumunun gizli görevlisidir. Ne yazık ki, yaşamlarımızı denetleyen kirli ve şaibeli C MY B C MY B