22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 03 12/12/07 16:46 Page 1 CUMARTESİ EKİ 3 CMYK 15 ARALIK 2007 CUMARTESİ 3 Gençlerle geleceğe esintiler Tiyatrolarda oyuncu sıkıntısı var Gencay Gürün, yaşamını tiyatroya adayanlardan... Geçmişinde milletvekilliğinden, konsolosluğa kadar pek çok farklı meslek dalında çalışmış olsa da, Türkiye onu tiyatroyla tanıdı. O, lise yıllarında ‘Ayyar Hamza’ oyunuyla bulaştığı tiyatroyla ilişkisini uzun bir dönem çeviriler yaparak sürdürdü. ‘İçime tiyatro ŞİRİN mikrobu bulaşmıştı bir diyerek anlattığı GÜVEN kere’ tiyatroya olan bağını, 1979 yılında Devlet Tiyatrosu Genel Sekreterliği ve Baş Dramaturgluğu görevleriyle pekiştirdi. Ardından, 1984’te İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği’ne geçti. Şehir tiyatrolarında 10 yıl boyunca çeşitli oyunlara imza attıktan sonra kendi tiyatrosu ‘Tiyatro İstanbul’u açtı. hiçbir kanal haftada ikiden fazla film gösteremezdi. Kısıtlamalar vardı, kanalların bir takım mecburiyetleri vardı. Çocuk saati, belgesel, tiyatro ve siyasi tartışma programlarının gösterilmesi gereken zamanlar vardı. Biz de ise, televizyonlarda çoğunlukla dizi var. Bu tiyatroyu bırakın, Türk halkı için bile uzun vadede kötü bir şey. Eskiden radyolarda Chopin, Çaykovski çalardı. Televizyonda pazar konserleri olurdu. Türk Sanat Musikisi, klasik müzik, türkü, opera ve bale ölmek üzere. Bu etkinliklere giderseniz insanların çoğunun gri saçlı olduğunu görürsünüz. Çünkü gençler artık pek gitmiyor. Artık televizyonda öğretici çocuk programları, klasik müzik ve tiyatro yok. TRT’de dahi... Yani tiyatro bitti, Klasik Türk Musikisi bitti, klasik müzik bitti... Dünyada ne olup bittiğini de takip etmiyoruz. Haberlerde bile çok az yer alıyor dünyadan haberler. Dünyadan izole olan bir Türkiye var artık.” Ne yapılabilir peki? “Aslında şu anda Milli Eğitim Bakanlığı ne kadar önemliyse, RTÜK de o kadar önemli. Televizyon pekala bir eğitim aracı olabilir. Hiçbir kanala kötülük etmeden bunu yapabilirler. Hepsine aynı kıstasları uygularlarsa, hiçbirinin reytingi düşmez ama insanlar daha seviyeli şeyler izler. Böylece de daha düzeyli bir gençlik yetişir. Şimdiki gençlik kendisini iyi yetiştirecek şeyler görmekten mahrum ediliyor. Yani RTÜK bugün gerçekten Milli Eğitim Bakanlığı kadar önemli. Eğitimi iyiye götürebilir. Televizyona kesinlikle renkliliği, çağdaşlığı ve dünyayla ilişkileri destekleyecek bir çerçeve lazım.” ürk sanat ortamında “genç sanatçı” tanımı bitmez tükenmez bir tartışmanın odak noktasını oluşturuyor. “Gençleri desteklemek, gençlere yaratıcılıklarını gösterebilecek ortamlar sunmak” güncel sanat, ya da sadece sanat da diyebiliriz, söz konusu olduğunda içi boşaltılmış klişelerin başında geliyor. Bu neredeyse, “eğitim ESRA şart” gibi artık bizi bir ALİÇAVUŞOĞLU gülümseten deyim halini almış esraali@yahoo.com durumda. Türk sanat ortamında genç sanatçı olgusunun 1977’de başlayan ve 1980’lerin ikinci yarısına dek süren Yeni Eğilimler Sergisi ile yeni bir düzleme taşındığını söylemek mümkün. Bu etkinliğin ardından gelen Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi de sanat ortamındaki potansiyeli destekleyen ve dönemin gençlerine temsil alanı yaratan önemli bir platform oldu. Ancak, çağdaş Türk sanatının ana hatlarının belirlendiği bu dönemde eşzamanlı olarak bu ivmeyi geliştirecek, çeşitlilik sunacak, genç sanatçıların özgürleşmesi için ortam yaratacak, çok dilli yapının oluşmasına zemin oluşturacak ve bu yapıları kuşatacak yeni alternatiflerin oluş(turul)madığını görüyoruz. Çağdaş Türk sanatının son 25 yıllık tarihinde genç sanatçıları tümüyle bağımsız kılan, jüri ve seçim sisteminin dışına taşan, gerçek anlamda özgür bir yaratı ortamının oluşturulduğu Genç Etkinlik sergilerine dek – bu da 90’ların ikinci yarısında karşımıza çıkıyor genç sanatçılar bu dar çerçeve içinde kaldı. Genç Etkinlik sergileri bu bağlamda bir milat olarak gösterilebilir, gösteriliyor da. Dört kez gerçekleştirildikten sonra sona eren bu etkinlik genç sanatçı potansiyelinin değerlendirilmesi açısından bir dönüm noktası olmasına karşın, sona ermesinden bugüne dek geçen yıllarda bu hareketi bir adım sonraya aktaracak ve “sürükleyecek” bir oluşum henüz gerçekleşmiş değil. T SUÇLU TV Gürün, bu sezon Lyle Kessler’in yazdığı ‘Çıkmaz Sokak Çocukları’ adlı oyunu sahneye koyuyor. Cüneyt Türel, Ömer Akgüllü ve Serhan Arslan’ın rol aldığı oyun, sistem içinde ayakta kalmaya çalışan iki kardeşin ve yine kendileri gibi ailesi olmayan birinin başından geçen olayları anlatıyor. Geçtiğimiz yıl Al Pacino’nun Amerika’da başrolünü oynadığı oyun, daha önce beyazperdeye de uyarlanmıştı. Gürün ile, ‘Tiyatro İstanbul’un yeni oyunuyla ilgili konuşmak için buluştuk. Tabii tiyatroya yıllarını vermiş bir tiyatro yönetmeni ile bir araya gelince, tiyatronun bugün geldiği noktadan da bahsettik. Gürün, tiyatrolara azalan ilginin özellikle televizyondan kaynaklandığını söylüyor. O, televizyonun bir eğitim aracı olabilecek güçte olmasına rağmen, yalnızca bağırış, çağırış dolu sabah programlarının ve şiddet içerikli dizilerin gösterilmesinden şikayetçi. Bu programların gençlere kötü örnek olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “Bu Türkiye’nin geleceğiyle oynamaktır”. ULUSLARARASI YAPI Gençler hâlâ 1980’lerde ortaya çıkan modellerle “destekleniyor.” Örneğin Borusan Sanat Galerisi’nin kapanmadan önce her yıl iki kez gerçekleştirdiği Yeni Öneriler / Yeni Önermeler sergisi “jüri” kelimesini kullanmasa da bu çizgide hareket eden bir yapılanma içindeydi. Günümüz Sanatçıları İstanbul Sergisi ise 1980’lerin modeli ile bu işin yürümeyeceğini fark etmiş ve 2000’li yılların başında “küratörlü” bir sergiye dönüşmüştü. Bu sergiler o dönemde en önemli değişikliği ulusal bir jüri sisteminden uluslararası yapıya kayarak yaptı. Sonrasında ise serginin oluşumu Hasan Bülent Kahraman’dan oluşan tek seçiciye indirgendi. Bu noktada, hem küratörlü hem de uluslararası bir jürinin çeşitliliği ve yeni eğilimleri daha iyi temsil etmesi bağlamında “tek seçicilik”ten çok daha iyi olduğunu söylemek gerek. Günümüz Sanatçıları Sergisi tek kişinin inisiyatifine bırakılamayacak kadar önemli anlamlar taşıyan, misyonu olan sergilerin başında geliyor. Unutmamak gerek! Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından düzenlenen Öğrenci Trienali de genç sanatçıların kendilerini temsil edebildikleri alanlardan; ancak trienal bu sergilerden daha farklı bir noktaya işaret ediyor. Trienalin misyonu güzel sanatlar fakültelerinde öğrenim gören genç sanatçı adayları ile yurtdışında sanat eğitimi veren kurumların öğrencileri arasında iletişimi geliştirmek olarak özetlenebilir. Son dönemde gençlerin temsiliyetine önem veren Siemens Sanat’ı da bu bağlamda anabiliriz. Siemens Sanat Galerisi’nde özellikle küratörlüğünü Marcus Graf’ın üstlendiği sergilerin hemen hepsinde genç sanatçıların ağırlık kazanmış olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Simens Sanat’ın yapısı yaklaşık bir yıldır değişmiş durumda. Artık daha geniş bir yaş grubunu içine dahil ediyor. Gelelim Sabancı Üniversitesi’nin desteklediği Karaköy’deki Kasa Galeri’ye. Kasa Galeri Sabancı Grubu’nun kurulduğu günden itibaren gençleri destekleyen güncel sanat mekânı ayağını oluşturuyor. Kasa Galeri’nin de içinde yer aldığı “genç sanatçı” destekçisi kurumların ne kadarıyla alternatif bir oluşuma olanak sağladıklarını tartışabiliriz. Ya da belki artık “genç” üretimin niteliği üzerine de kafa yormak daha doğru. Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri’de şu günlerde, 13. Avrupalı ve Akdenizli Genç Sanatçılar Bienali’ne Türkiye adına katılacak genç sanatçıların yapıtları bir kez daha ‘Geleceğe Esintiler’ sergi serisi olarak sunuluyor. İki kez düzenlenecek olan sergilerin ilkinde, Şenay Kazalova, Deniz Üster, Yaşam Şaşmazer ve Umut Sakallıoğlu’nun Bienal’e katılacak çalışmaları sergileniyor. Teması, “doğru zaman; değişimin mümkün olduğu an” anlamına gelen Yunanca “kairos” kelimesi çerçevesinde belirlenen Bienal’e katılan çalışmalar genç üretimi takip etmek açısından mutlaka görülmeli. Deniz Üster’in Dönüşümler serisi hem bienalin temasıyla örtüşüyor, hem de bizim sanat ortamında pek sık karşımıza çıkmayan sanat tarihi ile ilişkilendirilmiş, onu dönüştürerek yepyeni bir görsel dil yaratımına örnek teşkil ediyor; bu açıdan anlamlı. Vermeer’in “İnci Küpeli Kız”ını, Tiziano’nun “Urbino Venüs”ünü ve Ingres’in Türk Hamamı’nı bir kez de Üster’in yorumuyla görmenizi öneririz. Performans ve film çalışmaları gerçekleştiren Umut Sakallıoğlu’nun “Miting” videosu da ilgi çekici bir çalışma. Kimi yasal kimi ise korsan gösteriler üzerinden eylemlerin içerikleri kadar görsel nitelikleri ile ilgili düşünmemizi sağlıyor Sakallıoğlu. Kasa Galeri’nin diğer sanatçılarından Şenay Kazalova da suretin belirsizliğini irdeliyor resimlerinde ve anın değişimlerine odaklanıyor. Yaşam Şaşmazer’in ahşap “Oğlan” heykeli ise hemen galerinin köşesinden elinde ayıcığı ile size haykırıyor. Kasa Galeri 2000 yılından bu yana, belki biraz sessiz, gençlere o hep sözünü ettiğimiz temsil alanını sunan kurumların başında geliyor. Evet kurumlar artık gençleri destekliyor ama genç sanatçıların bağımsız, birbirleriyle iletişime geçebildikleri, ortaya koydukları tavrı tartışabilecekleri bir yapının henüz oluşabildiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil. “Geleceğe Esintiler” 15 Kasım – 24 Aralık 2007 Sabancı Üniversitesi İletişim Merkezi Kasa Galeri Bankalar Cad. No: 2 Karaköy İstanbul Tel: 0212 292 49 39 Fotoğraf: UĞUR DEMİR RAHAT VE KOLAY Uzun yıllardır tiyatronun içindesiniz. İlk başladığınız zamandan bugüne kadar tiyatroda ne gibi farklılıklar oldu? “Çok büyük fark var. Toplumdaki değişim tiyatroya da yansıdı. Birinci olarak şehrin büyümesi, trafiğin artması, Anadolu ve Avrupa yakalarının arasındaki ulaşımın zorlaşması pek çok insanı geceleyin sokağa çıkmaktan alıkoyuyor. Böyle bir rahatsızlık var yani. Sanki tiyatroların iki yakada da salonları olmalı ve bir hafta o tarafta bir hafta da bu tarafta oynamalılar sanırım. Bir de, televizyonun, halkın başka ciddi sanat dallarına olan ilgisini azaltıcı bir etkisi var. Bir günde pek çok dizi yayınlanıyor. İnsanlar sokağa çıkacak, otobüse binecek, yağmur, çamur ve trafiğe aldırmadan tiyatroya gelecek... Tabii ki bunun yerine evde ayaklarını uzatıp, kahvelerini içip, çekirdeklerini çitleyerek bir şeyler izlemeyi tercih ediyorlar. Bu çok daha ‘rahat’ ve ‘kolay’ bir şey... Aslında RTÜK’ün bazı şeyler yapması lazım ama yapmıyor.” Ne gibi şeyler? “Çerçeve koyması lazım televizyonlara. Ben Paris’te yaşarken Televizyonun tiyatro üzerindeki etkisinden bahsettiniz. Tiyatroyu olumsuz yönde etkileyen başka şeyler var mı? “Bir kere televizyonda o kadar çok dizi var ki... Bu diziler bütün tiyatro oyuncularını alıyor haliyle. Verdikleri paralar yüksek olduğu için o oyuncular tiyatrolarda oynamaktansa haklı olarak televizyonda oynamayı tercih ediyorlar.” Tiyatrolarda oyuncu sıkıntısı mı var? “Evet, çok büyük bir sıkıntı var. Mesela ben bu sene iki oyunumu, oyuncu bulamadığım için iptal etmek zorunda kaldım. Televizyondaki bu dizilerin bir ölçüsü olsa böyle olmaz tabii. O zaman bu kadar çok dizi olmayacağı için, bir yıl orada oynayan, ertesi yıl tiyatroda oynayabilir. Böylece tiyatrolar da bu kadar çok oyuncu sıkıntısı çekmez. Düşünsenize yüzün üzerinde dizi var diyorlar. O kadar çok dizi olduktan sonra, düzeyi tutturmak da zorlaşıyor. Zaten ben iki saat süren bir diziyi dünyanın hiç bir yerinde görmedim, duymadım. Yurt dışında böyle değil.” Dizilerin ölçüsü olmalı Televizyonlarda oyunculuk geçmişi olmayan da birçok kişi var. Onlar hakkında ne düşünüyorsunuz? “Ben oyunculuğun kimsenin tekelinde olmadığına inanıyorum. Sean Connery, bir kamyon şoförüyken bir film yıldızı haline gelmiş. Bunun gibi başka örnekler de var. Tabii ki konservatuvarlardan çıkanların artıları var. Ama biri çok yetenekliyse, kamera da onun yüzünü severse çok iyi bir oyuncu haline gelebilir. Mesela Türk Sineması’nda da böyle pekçok büyük yıldızımız var. Yani oyunculuk geçmişi olmadan başlayıp, yetenekleri sayesinde yıldız olanlar... Bence herkese bu şansı vermek güzel. Tabii beceremeyen, yapamayanları elemek gerekir.” Tiyatroyu canlandırmak için ne yapılabilir? “Eğitim... Kimse tiyatro severek doğmaz, eğitimle olur bu.Mesela dizilerde mutlaka tabanca, bıçak, bağırtı ya da yumruk görüyorum. Çocuklarımız nasıl yetişir ki böyle bir ortamda? Bu Türkiye’nin geleceğiyle oynamaktır.” Connery kamyon şoförüydü İstanbul’u yeniden boyayan ressam OĞUZ YILDIZ “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı / Önce hafiften bir rüzgar esiyor; / Yavaş yavaş sallanıyor / Yapraklar, ağaçlarda; / Uzaklarda, çok uzaklarda, / Sucuların hiç durmayan çıngırakları / İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.” Orhan Veli’nin “İstanbul’u Dinliyorum” adlı şiirine konu ettiği “yedi tepeli güzel”e iltifatlar biter mi? Bitmiyor... Yazılmış şiirlerin üstüne, yazarlara, şairlere kısacası düşün ve yazın insanları ile sanatçılara “ilham” veren kendine “aşık” eden bir kent İstanbul. Bu şehrin aşk ve ilhamının girdabına kapılan sanatçılardan biri de ressam Işık Dere Erkal. Kendisini “bir İstanbul aşığı” olarak tanımlayan Erkal, aynı adlı sergisiyle İzmir’de sanatseverlerin karşısına çıktı. Ege Üniversitesi’nce düzenlenen 2. EgeArt Sanat Günleri’ne katılan Erkal, çalışmalarında, İstanbul’un büyüsünü, yaşanmışlığını, uygarlıkların kültürlerini ve yüzyıllardır taşıdığı izleri, anılarıyla harmanlayıp tuvaline aktarıyor. Çalışmalarını yarı soyut ve akrilik bir biçemle gerçekleştiren Erkal, “Hayran olduğum, büyüsüne kapıldığım İstanbul’u kısacası bendeki İstanbul’u, renklerin uçsuz bucaksız dünyasından yararlanıp yeniden yaratıyorum” diyor. Geleneksel değerlerden etkilendiğini söyleyen Erkal, son sergisindeki çalışmalarıyla ilgili “Tablolarım yaratım sürecinde benim oluyorlar. Çünkü düşlüyor, kurguluyorum. Ben oluyorum. Duygu ve düşüncelerimi yoğurup, tuvale yansıtıyorum. Ama sunumda işler değişiyor. Benim düşlerimin ötesine geçiyor. O artık herkesin düşündeki ‘gerçek’ oluyor. Herkes, kendine göre bir öykü kurguluyor. O artık benim olmaktan çıkıyor” diyor. Sanata adanmış bir ömre serpiştirilmiş 10 kişisel sergisiyle “nicelik”ten öteye “nitelik” arayışında olduğunu kaydediyor Erkal ve ekliyor: “Daha dikkatli sergiler ve sunumlarla bilinçli bir izleyiciye kavuşulabilir. Seçici olup resim sanatının hak ettiği yere gelmesi için sanatçılara önemli görevler düşüyor. Sergi açıp isim yarışına girmesinler. Sanatçılar titiz, kişi ve kurumlar da destekleyici olursa genç ressamların önü açılmış olacak. Ve resim sanatının önündeki engellerden kurtulup, ilerlemesini sürdürecek.” Erkal, dünyanın her zamankinden daha fazla bugünler de barışa gereksinim duyduğunu söylüyor. Sanatında bu birliktelikte önemli bir yere sahip olduğunu belirtiyor. Sanatta “cinsiyet”, “din”, “dil”, “ırk” gibi ayrımların önemini yitirdiğini herkesçe kabul görmüş “evrensel” bir dil olduğunu vurguluyor. Kadın, erkek, yaşlı ya da genç kim olursa olsun ister izleyici ister üretici olsun sanatsal faliyetlere karışmasının öneminin altını çizen Erkal, “Renklerin kardeşliğinin savaşların önüne geçeceğini inandığını” söylüyor. Ressamlığının yanı sıra Burhaniye Belediyesi Sanat Danışmanlığı görevini de sürdüren Erkal, her yıl düzenledikleri festivalle ülkemizin önemli isimlerini de bir araya getiriyor. Geçmiş dönemlerde düzenlenen festivallerle de Aziz Nesin’den Melih Cevdet Anday’a nice nitelikli isim yöreye konuk olmuştu. Burhaniye Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen etkinliklerin yanı sıra Erkal, Yağcı Kültür ve Sanat Merkezi’nde sanatçıları, sanatseverlerle buluşturmayı sürdürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle