22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 08 13/12/06 16:11 Page 1 CUMARTESİ EKİ 8 CMYK ? Cenneti Beklerken ? Lütfen Beni Öldürme (Stranger Than Fiction) Si ne ma 8 Yönetmen Derviş Zaim; Tabutta Rövaşata, Filler ve Çimen ile Çamur’un ardından bir dönem filmi olan Cenneti Beklerken ile seyirciyle buluşuyor. Türkiye Macaristan ortak yapımı olan filmin başrollerinde Serhat Tutumluer, Melisa Sözen ve Mesut Akusta yer alıyor. Osmanlı döneminde İstanbul’da yaşayan minyatür ustası Eflatun, bir vezir tarafından görevlendirilerek Anadolu’ya doğru yola çıkar. Osmanlı’ya karşı ayaklanan şehzade Danyal’ı resmetmesi istenen Eflatun, macera dolu yolculuğunda sadece değişik kültürleri incelemekle kalmayacak yolda karşılaştığı güzel Leyla’dan da etkilenecektir. Kesişen Yollar ve Gitme’nin başarılı Alman yönetmeni Marc Forster yeni filmi Lütfen Beni Öldürme’de bu kez komediye el atıyor. Will Ferrell, Maggie Gyllenhaal, Emma Thompson ve Dustin Hoffman’ın başrollerini paylaştığı yapım, ABD’de gösterime girdiği ilk üç haftada 30 milyon dolar gişe hasılatı yaptı. Sıradan bir yaşam süren maliye müfettişi Harold birden düşündüğü ve yaşadıklarını anlatan bir ses duymaya başlar. Zamanla iyice rahatsız edici olmaya başlayan kafasındaki bu ses yakında öleceğini söyleyince iyice çekilmez bir hal alır. Harold, birgün televizyon izlerken duyduğu sesin sahibini bulur. Sesin sahibi bir yazardır ve kendisini konu alan bir kitap yazmaktadır. Harold yazarı kendisini öldürmemesi için ikna etmeye çalışır. ??????????????????????????????????? Geleneksel toplumun kirli çamaşırları ALPER TURGUT Yol hem öğretici hem iyileştiricidir ASLI SELÇUK Wim Wenders’le Walter Salles, ikisi de yol filmleri çekiyorlar, ikisi de yolculuklara çıkıp kıtaları aşıyorlar. İki sinemacı dost 47. Selanik Uluslararası Film Festivali’nde bir Ustalar Sınıfı etkinliği yaparak yol filmlerinin özel yapısına, öngörülmezliklerine değindiler. Homeros’u bir şarkıcıya benzeterek ilk yol romanı Odysseia’yı o yazdı, ilk yol filmlerini de Lumiere Kardeşler çekti diyen Wenders türün tarihçesini böyle özetledi. Salles’de Lascaux ve Altamira mağaralarındaki duvar resimlerini ilk yol filmleri sayabileceğimizi söyledi. Belgeselci Robert Flaherty’nin Nanook of the North’la (Kuzeyli Nanook/1922), Man of Aran’ın (Aranlı Adam/1934) yol filmleri olduğunu vurgulayan Salles, önceleri oluşum içindeki ulusal kimliklerin öyküsünü anlatan bu türün daha sonra devinimi yeğleyen kimlik arayışlarına dönüştüğünü belirtti: “Bunalımın, krizin, arayışların içindeki kimlikleri yansıtırken ülkedeki bunalımı da aktarırsınız. İnsanın kimlik arayışı ülkenin kimlik arayışıyla başat gider”. Yol filmlerindeki senaryo olgusunu Wenders şöyle açıkladı: “Senaryo yoktur, salt bir sayfalık bir sinopsis vardır. İzlenen yolun kendisi başlı başına bir senaryodur. Senaryo böylece yol boyunca yazılır, sık sık değişime uğrar. Örneğin ParisTexas’ta yazılı bir senaryo hem vardı hem yoktu. Sam’le (Shepard) birlikte sürekli senaryoyu değiştirdik”. Wenders, yol filmlerini az diyalogla çekmeyi yeğlediğini, ParisTexas’ın (1984) anti kahramanı Travis’in (Travis adı traveller’dan, gezginden geliyor) kardeşine ufuk çizgisini gösterip orada yalnız ufuk var demesinin yolun, yani ufkun hiçbir zaman ulaşılmazlığını vurguladığını söyledi: “Ufuk varmak istediğimiz noktadır. Sürekli hareket halinde olmanız gereklidir. Yolculuğa bir amaç uğruna çıkılır, sonunda bir yere varmanız gerekmez”. Yol filmini geleneksel filmler benzeri biçimlendirilmeyeceğine değinen sinemacılar doğaçlamanın, küçük ekip çalışmasının, hava koşullarının, profesyonel ve amatör oyuncuları karıştırmanın türün kaçınılmaz özellikleri olduğunu belirttiler: “Çoğu tür filmlerde oyuncular yapar gibi yapıp karakteri taklit ederler. Yol filminde yapar gibi yapamazsınız, kendinizi olduğunca gösterirsiniz” diyen Wenders yollarda rastlanılan insanların filmin yapısını değiştirdiğini, varılan gerçeklik duygusunun önemini irdeledi: “Gerçeği sergilemek, serüveni olduğunca yaşamak önemlidir. Kutsal Hazine Avcıları bir serüven filmidir, orada oyuncular serüveni gerçekten yaşamazlar, yalandan yaşar gibi yaparlar”. Salles, Motosiklet Günlüğü’nün (2004) çekiminde hava koşullarına uyum sağladığını, küçük bir ekiple çalıştığını, gerçekliğin ona getirdiği durumları değerlendirdiğini, sürgit öngörülemezlik, bilinmezlikle savaştığını açıkladı: “Yolun filmin içeriğine ne getireceğini baştan bilemezsiniz. Mekana tümüyle girip koşulları davet etmeniz gerekir. Kar, yağmur gibi hava koşullarına uyum sağlamalısınız. Motosiklet Günlüğü’nü çekerken yazın Patagonya’da kar yağmasını beklemiyordum, ilk gün dona dona çekim yaptık.Umulmadık olaylarla karşılaşınca onları en uygun biçimde filminize katmanız gerekir”. Yolun engellerle doluluğunu, bundan ötürü küçük bir ekiple, dayanışmayla çalışmanın önemini çizen Wenders mekanı ve zamanı kucaklayarak yolun geride ne Wim Wenders Walter Salles bıraktığını bilmek önemlidir diyor: “Dünyanın Sonuna Dek (1991) filmim bir bilimkurgu yol filmidir, düşlere, zihine doğru çıkılmış bir yolculuktur. Yol bana göre hem öğretici hem de iyileştiricidir. Yanıtı bulabilmek için buserüveni de yaşamalısınız”. Salles, yol filmlerinde yansıyanın içselliğin savaşımı olduğunu, bu gerçekliğin TV gerçekliğinin tam karşıtı olduğunu, TV’nun insan duygularıyla ilgili aldatıcı, yanıltıcı bir görüntü yarattığını, deneyimlerin doğrudan yaşanmadığını, ikinci elden aktarıldığını belirtti: “Yol filminde deneyimler ilk elden yaşanır. Wenders’in Alis Kentlerde, Antonioni’nin Yolcu, Nelson Pereira dos Santos’un Çorak Yaşamlar’ı beni çok etkileyen filmlerdir, onlarda ben kimliğimizi, ruhumuzu gördüm. Bize yaşadıklarımızı yansıtan aynalar gibiydiler”. Günümüzde yolculuk etmenin artık bir ayrıcalığının kalmadığını belirten, “Her yolculuk bir kaçıştır” diyen Wim Wenders, turizmi yakın sistemden kaçmaya benzetti, yol filmlerinde kimi karakterlerin bazen de kaybolduğunu ekledi. Jack Kerouac’ın romanından uyarladığı On the Road (Yolda) belgeselinde 50’lerin Beatnik kuşağını anlatacak olan Walter Salles: “Ellilerdeki McCarthy döneminin yarattığı konformizm, korku ile Bush hükümetinin baskısı arasında büyük bir benzerlik var” diyerek yol filmi kavramını meslekdaşı John Boorman’ın bir anısıyla pekiştirdi: “Boorman, Amazon’da Zümrüt Ormanı’nı (1985) çekmeye gittiğinde bir şaman ona ne yaptığını sormuş. Boorman yolculuk ederek insan yüzleri çekiyorum, zamanı ve mekanı kaydediyorum yanıtını vermiş. Şaman, bu duyguyu çok iyi bilirim, transa geçtiğimde aynısını yaşarım demiş. Wim’le bende şamanlar gibi transa geçip yol filmlerimizi çekiyoruz”. Küçük Çocuklar (Little Children), kendisinden başka herkesi ve herşeyi suçlayanlara dair sağlam bir anlatı... Huzur ve güven içinde yaşamaya konuşlanmış Amerikan toplumunun acınası ruh halini gözler önüne seren bir film. Ve kısaca sapıklıklar, bunalımlar, fantaziler, aldatma ve aldanmalar üzerine samimi bir öykü bu. Filmin yönetmeni aynı zamanda aktör olan Todd Field... Yatak Odasında (in the Bedroom) adlı filmiyle Oscar’ı kıl payı kaçıran Field bu kez elini daha sıkı tutmuş gibi... Küçük Çocuklar, yazar Tom Perrotta’nın ne hikmetse Türkçeye Aşk Bir Varmış Bir Yokmuş adıyla çevrilen kitabından senaryolaştırıldı. Geleneksel aile yapısına cepheden giydiren eser, yayımlandığı hemen her ülkede çok satanlar listesinden inmedi. Küçük Çocuklar’ın oyuncu kadrosu birçok yetenekli aktör ve aktristen oluşuyor. Kate Winslet, Patrick Wilson, Jennifer Connelly, Gregg Edelman, Sadie Goldstein akla gelen ilk isimler...Titanik’teki Kate “Elizabeth” Winslet, tam da Hollywood’a göre cicili bicili 22 yaşında genç bir kadındı. Nasıl bir anda Iris’e geçiş yaptı anlaşılır gibi değil... Sonrasında harika oyunculuğuyla taçlanan Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind), Düşler Ülkesi (Finding Neverland) Aşk ve Sigara (Romance & Cigarettes), Ölümle Yaşam Arasında (The Life of David Gale), Düşlerin Efendisi (Quills) geldi. Aradan 10 yıl geçti, oyunculuğu devleşti. İki çocuk annesi olan Kate, sevişme sahnelerinden nefret etse de rolünün hakkını veriyor. Bugüne dek dört kez Oscar’a aday olan Kate’in Küçük Çocuklar ile bunu başaracağı konuşuluyor. Gelelim güzeller güzeli Jennifer Connelly’e... Artık 37 yaşına merdiven dayayan yetenekli aktris, Bir Rüya İçin Ağıt (Requiem for a Dream), Ölüyü Uyandırmak (Waking the Dead), Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) ve Sisler Evi (House of Sand and Fog) gibi birçok iyi filmle kendisine geniş bir hayran kitlesi edindi. Yıldızı yeni yeni parlayan aktör Patrick Wilson ise, Operadaki Hayalet (The Phantom of the Opera), Lolipop (Hard Candy) ve Alamo (the Alamo) ile sinema dünyasına sıkı bir giriş yaptı. Küçük Çocuklar yakın bir gelecekte Türk sinemaseverlerle buluşacak. Gelelim filmin konusuna... Sıradan Amerikan orta sınıf kadınları adeta çocuklarını parka, havuza ve oyun bahçesine götürmekle mükelleftir. Aslında bu tek düze hayatlarını daha da karabasan haline getirir. Öte yandan geleneksel aile yapısı delidolu bir arayış içindedir. Herkes kabuğundan çıkmak adına akıllara zarar girişimlere başlamıştır bile. O sırada Brad (Patrick Wilson) devreye girer. O, tam bir “ev erkeği”dir. Hukuk fakültesini bitiren Brad Adamson, baro sınavını ikinci kez kazanamamıştır. Ama bu onun asla umrunda değildir. Amerikan futbolu oynamak, kaykay yapan gençleri izlemek daha bir ilgi çekicidir. Yakışıklı, atletik ve karizmatik Brad, öğle saatlerinde oğlunu parka götürür ve istisnasız tüm kadınların aklı durur. Kadınlar aradıkları meşgaleyi bulmuş, park hayatı onlar için eğlenceye dönüşmüştür. (Brad için süslenmek, onun hakkında yorumlar yapmak ve benzeri gibi) Evin reisliğine soyunan belgesel yönetmeni güzel eş Kathy (Jennifer Connelly) ise Brad’a soğuk davranan tek kadındır. Eski feminist Sarah (Kate Winslet), parktaki diğer kadınlardan farklıdır. Dünyaya bakışı, genel kültürü, umarsamazlığı ve umutsuzluğu ile tam bir kronik vakadır. Sarah Pierce, reklamcı Richard’ın (Gregg Edelman) ikinci eşidir. Haylaz ve hiperaktif kızları Lucy (Sadie Goldstein) kötü giden evliliklerine çözüm sağlamamıştır. Richard kendini pornoya verir. Evinde ve işinde onu tek mutlu eden şey sanal kadınların fotoğraflarına bakıp mastürbasyon yapmaktır. Ve Sarah kimsenin cesaret edemediğini yapar, Brad ile tanışır. İkilinin dostluğu tutkuya dönüşür, bunalımlarından kurtulmanın yolunu ateşli sevişmelerde ararlar. Bir süre sonra ortaya serilen sadece kirli çamaşırlardır. Filme hareket katan ise çocuk tacizcisi Ronald James McGorvey’in (Jackie Earle Haley döktürüyor) sakin kasabaya annesiyle yaşamak için geri dönmesidir. Sapık, toplumda infial uyandırır. O bir vebadır ve herkesten uzak kalmalıdır. Toplumu iyice geren ise polis memuru Larry’den (Noah Emmerich) başkası değildir. Anti sapık harekatının lideri Larry’in geçmişi de karanlıktır. Alışveriş merkezinde kazayla bir çocuğu öldürmüştür. Sonsuz bir yalnızlığa mahkum olduğu düşüncesi onu kendisinden başka suçlular aramaya itmiştir. Ruh hastası Ronald’ın annesinin ölümüne, kendisinin de intihar girişimine yol açan bir çember giderek daralmaktadır. Geriye gelecek kaygısıyla bugünü tüketenlerin ortak ruh karmaşası kalır. ? Eragon Christopher Paolini’nin popüler fantastik roman serisinin ilk kitabı olan Eragon, Stefen Fangmeier’in yönetiminde binlerce yıl önceki ejderha sürücülerinin maceralarını anlatıyor. Edward Speleers ve Sienna Guillory’e Rachel Weisz, John Malkovich ve Jeremy Irons gibi usta oyuncuların eşlik ettiği yapım, ülkemizde tüm dünya ile aynı tarihte gösterime girdi. On yaşına geldiğinde olağanüstü gücü olduğu keşfedilen Galbatorix, Alagaesia şehrini koruyan bir ejderha sürücüsü olmak için seçilir ve yetiştirilir. Pusuya düşürülerek ejderhasını kaybeden Galbatorix cezalandırılınca konsül ikiye bölünür ve savaş başlar. Fakir bir çiftçi çocuğu olan Eragon’un kaderi ise ormanda bulduğu mavi taş ile değişecektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle