18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CUMARTESI 10 13/12/06 16:09 Page 1 CUMARTESİ EKİ 10 CMYK 10 16 ARALIK 2006 CUMARTESİ rih Ta Osmanlı’da sorun çözmek Papa Benedikt’in ziyaret edip kıyama durduğu Sultanahmet camisi, İslam mimarisinin en gelişkin ve ince örneği olmak yanında, aynı zamanda Osmanlı egemenliğinin, Celali sorununun tasfiyesi üzerine inşa edilen bir zafer sembolü gibidir. Caminin 1609’da başlayacak olan temel atma töreni, Veziri Azam Kuyucu Murat Paşa’nın, son Celali isyanı Kalenderoğlu’nu 1608’de ezip İstanbul’a geri dönüşü sonrasında gerçekleşecektir. Aynı yıl Kâbe’nin yenilenen örtüleri Mekke’ye yollanacak ve ardından Kuyucu Murat, ertelenen İran seferine çıkacaktır. Gerçekte bölgede bir camiye gereksinim yoktur. Koca Ayasofya ortada durmaktadır. Osmanlı bütçesi de böylesi devasa bir harcamayı kaldıracak durumda değildir. Üstelik Saray ve iyice yozlaşmış olan bürokrasinin devasa boyutlara ulaşan harcamaları, neredeyse yüzyıldır sürmekte olan isyanların temel nedenlerinden biridir. Buna rağmen Saray israflarını azaltacak bir bütçe disiplini kaygısı duymamaktadır. Tam tersine devasa israfı karşılamak üzere iç sömürüyü arttırmakta, artan yoksullukla yükselen Anadolu’nun çığlığını ise kıyımla ezme yoluna gitmektedir. İşte böylesi koşullarda halkına karşı yeni bir zafer kazanmış olan Saray, toplumsal ve dinsel gereksinimden uzak despot keyfiliğiyle Caminin inşasına başlayacaktır. Bölge saray bölgesi olduğundan, Camiye arazi yaratmak için bile bir dizi istimlak, yıkım ve yüklü ödemeler yapmak gerekecektir. Kuşkusuz caminin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa’nın ortaya çıkaracağı eser olağanüstü bir güzelliği temsil etmektedir. Ancak bu güzelliğin arka planında kuyulara doldurulan yüzbinlerin kanı, yoksulluğu, sürgünü, acısı olduğu gerçeği de özellikle anımsatılmak zorunda. Resmi tarihçilerin 8 Ekim 1609’daki temel atma törenine dair çizdikleri parıltılı sahnenin gizlenen arka planında, Kuyucu Murat Paşa’nın korkunç zulmüyle üzerinden geçtiği Anadolu’nun yıkım ve acıları tütmektedir. e ç ERDOĞAN AYDIN defterlerle adetleri zaptedilen, yirmialtı bin kellei büride (kesik baş) pişgâhı serdarı behram (kudretli serdarın önüne) getürülüp otağı zernitak (altın kuşaklı otağ) önünde püştevar (tepe halinde) yığıldı. Yirmi neferden fazla cellatlar, darbı rikabdan (ense vurmaktan) dinlenmeyip güruh güruh getirilen eşkiyaların kellelerini kat’ederlerdi” (Naima Tarihi, c.I, s.548) Solakzade’nin anlatımı ise şöyle: “Parlak kılıcının tantanası ile Osmanlı memleketinin sahifelerini cümlesinden pak eylediler. O karanlık ömürlü yıkılmışların, uğursuz vücutları kırılarak, uğursuz başları siyaset kılıcı ile katlolundu” (Solakzade Tarihi, c.II, s.459). Peçevi İbrahim Efendi ise; “İslam gazileri bir çok haini yakaladılar. Bunları serdara getirip değerli ödüller aldılar. Ondan sonra eşsiz vezir kuyular kazdırdı ve getirilen melunları bu kuyuların başına çökerterek birer birer boyunlarını vurdurdu. Böylece her gün biriki kuyu dolardı. Ve yeni bir kuyu daha kazılması gerekirdi. Sonunda Murat Paşa’ya ‘Kuyucu Koca’ lakabı verildi. Bu takma adla dünyaya velvele vererek, yalnız Celali adını taşıyanları değil, belki onları yedirip içirenlere ve komşularına bile korku salmıştı” (Peçevi Tarihi, c.II, s.316). SALTANAT VE ŞERİATIN NAMUSUNU KORUMAK Öldürülenlerin büyük bir çoğunluğu Türkmen köylülerdir. Bu gerçek, Osmanlıcı Türkçüleri bile Fasadın kökünü kesmek! B u katliam sırasında yaşanan bir olay, kesilen bu onbinlerce baştan daha dramatiktir. Kapıkulunun bu seçkin temsilcisinin tavrını Naima’dan dinleyelim: “Muvaffak olduktan sonra otağında sandalı üzerinde karar edip kuyular kazdırıp giriftarları kılıçtan geçürüp ol kuyulara doldurdu. Eşkıya çetelerinden ol nice kuyular malamal (dopdolu) etmekle halk lisanında namı ‘Kuyucu Murat Paşa’ demekle şöhret buldu. Hatta birgün pişgahı otakta iskemle üzerine oturup harfolunan (kazılan) bi’re (kuyuya) gelen adamları katlettirip doldurmağla meşgul idi: “O sırada gördü. Halk arasında bir atlı sipahi, bir sabiyi (çocuğu) kenduye redif edip (ardından getirip) göçüp gider. Paşa emreyledi, varıp sabiyi at arkasından indirip huzuruna getirdüler. Oğlancuğa: ‘Sen ne yerdesin. Celali arasına neden düştün?’ dedikte, sabi doğru söyleyip; ‘Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik’ dedi. ‘Baban ne idi?’ diye sordu. ‘Şeştar çalardı (6 telli mızraplı saz) ve onunla Kuyucu doyunuyordu’. Murat Paşa “Veziri azam Murad Paşa başını sallayarak acı acı güldü; ‘Hay, celalileri şevke getürürdü’ deyip çocuğun katline işaret etti. İşaret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar; ‘Bu sabii masumu nice öldürelim?’ deyu çekilip her biri bir tarafa gidip göz yumdu. Murat Paşa emrinin neden geciktiğini sordukta, cellatların çocuğa merhamet edip istinkaf ettiklerini bildirdiklerinde Paşa; ‘Yeniçerilerden birisi öldürsün’ deyu buyurdu. Yeniçeri dilaverlerine teklif olundukta, onlar dahi, sabiye bakıp, ‘Biz cellat mıyız, cellatlar dahi merhamet etti’ deyu kabul etmediklerinden ifrat derecede hiddetli vezir, kendi içoğlanlarına emretti ki sabiiyi öldüreler. Anlar dahi huzurunda dağılıp kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp, onu öldürecek adam bulunmadıkta, ihtiyar vezir, arkasından kürkünü bırakıp ve kalkıp, sabiyi kendi eliyle kuyunun kenarına götürüp, başını burup boğazını sıkıp helak ve kendi eliyle kuyuya ilkaa etti. “Sonra yerine geçüp hazır olanlara hitap ile refi savt edip (sesini yükseltip); ‘Kalenderoğlu ve Kara Sait gibi eşkiya anasından at ve mızrak ile doğmadı. Hep böyle sabi idiler. … Bin terbiye olsa salah bulmayıp âkibet bu da bir bela olması olması mukarrerdir. Fasadın kökünü kesmek bu makulelerin birine merhamet olunmayıp izale etmek ile müyesser olur’ deyup sözüne nihayet verdi” (Naima Tarihi, c.II, s.576577) Dönemin padişahı I. Ahmet’e gelince, O da “baba” diye seslendiği kendi vezirini diğer paşalara karşı savunurken; “… ol bir gazi ve hacı ihtiyar ve kârgüzar vezirdir. Anadolu vilayetinde alakamız kalmamışken yeniden teshir etti. Bu denli celali askerine galip olup kırdı. Kahr ve tedbir ile bu kadar müfsitlerin hakkından gelip uğrumda can ve baş ile hizmet etti. (…) bir dahi anın hakkında söz söylemeğe rızam yoktur” (age., s. 612) diyecektir. ANADOLU’NUN BAŞINA KUYU GEÇİRMEK I. Ahmet, 1603’te padişah olduğunda henüz 14 yaşındadır. Bu sırada Anadolu, II. Beyazıt döneminden başlayarak gelen, biri bastırıldıkça diğeri başlayan Türkmen ayaklanmalarıyla bir yangın yeri durumundadır. Birinci aşamada Kızılbaş, ikinci aşamada Celali olarak süregelen bu ayaklanmalar zincirinin köklü bir şekilde bastırılması, sadrazamlık görevi ile birlikte Hırvat kökenli devşirme Murat Paşa’ya verilecektir. 1606’da Murat Paşa’ya gönderdiği yazıda, “göreyim seni –diye yazacaktır I. Ahmet her işe dikkatle ve var gücünle sarılasın ve padişah uğrunda bütün varlığınla çalışasın!” İşte bu emir ve iltifatlarla göreve başlayan Murat Paşa, 16071609 tarihleri arasında, baştan sona bir vahşet örneği olan Anadolu seferine başlayacaktır. Bu ezme ve imha seferine Murat Paşa olarak başlayacak, Kuyucu Murat Paşa olarak bitirecektir... Karşısına çıkan direnişleri yendiği her seferinde sağ kalanları, ardından da yataklık yaptığını düşündüğü bölge insanlarını kuyulara doldurup, kesilen başlarından tepe yapma yoluna gidecektir. Bu korkunç uygulama Naima Tarihinde şöyle yer alacaktır: “O gün, gün batımına kadar kesilmiş düşman başlarından, çileden çıkarır. Örneğin İ.H. Danişmend; “Anadolu Türk’ünün ebediyen lanetle anacağı Kuyucu Murat, ihtiyarlığından dolayı ‘Koca’ lakabıyla da tanınan 90’lık bir zalimdi. Kuyucu yalnız asilerle taraftarlarını değil, onlara her nasılsa ekmek ve su vermiş zavallılardan başka civarlarda bulunan komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavardır” (İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.III, s.256) der ve devamla; eşkıyalıkla itham edilenlerin “bir takım zavallılar ve ekserisi masumdur” diye yazar. Halka karşı gerçekleştirilen bu toplu kıyımda ‘masumiyet’ tartışmasının yanlışlığı bir yana, öldürülen insanların büyük çoğunluğunun yakalandıktan sonra katledildiği gerçeği durumun vahametini daha da arttırmaktadır. Eşkıyalığa son vermek kılıfıyla yürütülen bu katliamlar, Pir Sultan’ın, “bir taş oynamasın yerli yerinden / duysun canlar deyu bizi asarlar” saptamasıyla da örtüşür. Peçevi, Kuyucu Murat Paşa’yı, “Bu ol veziri azamdır ki, memaliki Ali Osman’ı eşkıyadan temizlemiştir. Saltanatın namusunu korumakta kesin kararlı idi. Celali diye adı çıkan kimsenin ‘Cuhud, imana gelmez / merdi mülhid tövbekar olmaz!’ dizesinin anlamına uygun olarak, ne imanına, ne Müslümanlığına, ne de tövbesine kesinlikle güvenmezdi. Ölümden gayrı bir araçla onun doğru yola getirilebileceğine inanmazdı!” şeklinde anlatmaktadır (age., s.313). İşte bu korkunç kıyımda, “ kesilen başların ve kuyulara atılan cesetlerin listelerine göre bu seferde 100 binden fazla asi telef edilmiştir” diye yazacaktır Hammer. Bu katliamın gerekçesi, bizzat Kuyucu Murat Paşa’nın dilinde, “Şeriat namusunu parçalayan müfsitlerin ortadan kaldırılmasıdır.” Murat Paşa tıpkı I. Ahmet gibi sofu bir yöneticidir. Nitekim bu katliam seferlerinin şeriat uğruna olduğu iddiasıyla başarılarının devamı için her seferinde Allah’a yalvarır: “İlahi, bugün düşman katlinde ben kulunu mahçup etme! Pirliğime merhamet eyle! Dini mübin ve Peygamberimizin şeriatı ianeti için niyetimin doğruluğunu ve şeriat namusunu parçalayan müfsitlerin ortadan kaldırılması babında garezsizliğim dergahı ehadiyetinde malumdur. Senden yardım rica ederim!” (Naima Tarihi, s.575) Hammer’in betimlemesiyle Murat Paşa, kan dökücülüğü yanında aynı zamanda Nakşibendi tarikatına mensup olup, haftada bir Kur’an hatmeden, Ramazan dışı özel günlerde de oruç tutan oldukça dindar bir bürokrattır. “Naima, Hoca Ahmet Yesevi’nin ‘içi Musa gerek, dışı Fravun’ vecizesini Murat Paşa’ya tatbik ile, onun fazlaca adam öldürmesine rağmen Nakşibendi tarikatına mensubiyetine işaretle, iç âleminde Allah’a müteveccih bulunduğunu kaydeylemektedir” (M. Cezar) Özetle vahşetin en canlı anlatıcılarından olan Naima, Kuyucu’yu, aynı zamanda şeri mantaliteyle savunur: “..eşkıyaların istisallerinde (kökünün kurutulmasında) mübalağa etmekle bazı kısa görüşlüler cenabı âlilerine (Murat Paşa’ya) ta’ân edip (sövüp) kan dökmeye haris ve merhametsizdir derlerdi. Bu itiraz tamamen garez ehlinin vesvesesinden ibarettir. Aslında şer’an (şeriata göre) ve aklen bir bölük katli vacip mel’unları mehvetmekle şer’i ve Peygamberimizin sünnetini ihya ettiği meydandadır” (s.577) Bu korkunç tablo, kraldan kralcı bir Ermeni rahibin, Kemah’lı Grigor’un 15951640 yıllarını kapsayan kronolojisinde de yinelenir: “..Murat Paşa bütün konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır ve bütün Celalileri, muzır adamları öldürüp bu kuyulara attırır, oraya indirilen birkaç adam da atılanları istif ederdi. Vak’adan dört sene sonra kış mevsiminde oradan geçerken ev büyüklüğünde olan kuyuları görmüştük. Birkaç tanesi çökmüş olduğundan odun ve toprakla kapatılmıştı. İşte böylelikle ortadan kaldırılan melunlar duman gibi yok olarak Allah’ın şan ve şerefinden mahrum kaldılar.” eaydin?cumhuriyet.com.tr S ahne tozu Dört I. Ahmet Bir kadının iç dünyasında gizleyip biriktirdiği diğer kadınların düşüncelerine yolculuğu Dört Bölü Dört. Sıcacık bir fincan kahve eşliğinde bir kadının sağ omzundaki melek, sol omzundaki melek ve içindeki gerçek ben’le tanışmanızı sağlıyor Tiyatro Z. Cem Kenar’ın yazıp yönettiği Emek Büyükçelik, Esra Ruşan, Elif Sert ve Nurcan Yanık’ın rol aldıkları Dört Bölü Dört, 18 ve 24 Aralık tarihlerinde Tiyatro Z bünyesinde hizmet eden Cafe Z’ de sahnelenecek. Tel: (0 212 249 16 65) Bölü Dört S ergi Cengiz Han ve Mirasçıları Cengiz Han’ın, 13. yüzyılda Moğol kabilelerini birleştirerek kurduğu Büyük Moğol İmparatorluğu, dünya tarihinin en büyük bitişik sınırlara sahip olan imparatorluğu ve kuruluşunun 800’üncü yılında gerçekleşen sergide bu imparatorluğun öyküsü, pek çok dünya ülkesinden getirtilen arkeolojik eserler, hazine parçaları, silah ve zırhlar, minyatürlü elyazmaları, eski haritalar, tekstil ya da seramik eserler ve Moğol Budizmi’nin rengarenk dünyasını tanıtan nadide dinsel objelerle anlatılıyor. Topkapı Sarayı ve Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki Türk koleksiyonlarının dünyadaki birçok eserle birleştiği sergide, 38 değişik koleksiyon ve 600’ü aşkın eser sergileniyor. Sergi, bugüne dek Picasso ve Rodin eserlerini Türkiye’ye getirmiş olan Sakıp Sabancı Müzesi’nde 8 Nisan’a dek görülebilecek. Tel:(0 212 277 22 00) Bugüne dek Türkiye’de ve yurtdışında çok sayıda kişisel sergi açmış, karma sergilere ve sanat fuarlarına katılmış ressam Muhsin Kut, Avustralya’dan Avrupa’nın belli başlı merkezlerinden, Anadolu’dan ve tabii ki İstanbul’dan imgeleri, tarafsız, dengeli, duyarlı tavrı ve kendine özgü tekniği ile tuvale aktarıyor. “Seyahat Notlarım” adı verilen çalışma 10 Ocak tarihine dek Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde görülebilir. Tel: (0 216 418 38 06) Güneydoğu’da Hazan Eserleri bugüne dek karma sergilerde yer almış olan fotoğraf sanatçısı Serhat Güler’in Güneydoğu’da Hazan adlı ilk kişisel sergisinde, Mardin, Adıyaman ve Şanlıurfa şehirlerine ait çeşitli portreler, yaşam ve arkeoloji fotoğrafları yer alıyor. Yapı Endüstri Merkezi ve İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nin işbirliği ile düzenlenen sergilerin 14.sü 19 Aralık6 Ocak tarihleri arasında YapıEndüstri Merkezi Sergi Holü’nde sanatseverlerle buluşacak. Tel: (0 212 219 39 39) Müfettiş Kozalar Kozalar oyunu, üç sıradan kadının kabul günü gibi bir toplantısından absürd bir duruma uzanan öyküsü. Kadınlar sahip olduklarından bahsederken, dışardan gelen seslerin hayatlarını tehdit ettiği duygusuna kapılıyor ve hapisten kaçan bir mahkum görüyorlar, bu sırada kapıları çalarken, evde dev bir örümcek ağı tarafından kuşatılıyorlar. Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı oyun, İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahnelniyor. Hülya Karakaş tarafından yönetilen oyunda, Ayşen Çetiner Sezerel, Oya Palay ve Şenay Saçbüker rol alıyor. Oyun, bugün ve 17 Aralık tarihlerinde Kağıthane Sadabad Sahnesi’nde, 20, 21, 22, 23 Aralık tarihlerinde de Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşuyor. Tel: ( 0 212 321 73 95) Gogol’un ünlü eseri Müfettiş, her sahnelenişinde tartışmalara yol açan oyunlardan biri. Oyun, Rusya’nın küçük bir kentine gizli bir emirle ve kılık değiştirmiş olarak bir müfettişin geleceği söylentisiyle başlayan bir olay örgüsüne sahip. Çarlık Rusya’sının kamu yöneticilerinin tepkileri, Gogol’un eleştirel mizahıyla tiyatroseverlerin karşısında. Devlet Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu oyun, Hakan Meriçliler, Zerrin Tekindor, Selçuk Kıpçak, Hakan Vanlı, Atilla Şendil, Bülent Emin Yarar, Ali Ersin Yenar, Yetkin Dikinciler, Cengiz Şanlı, Işıl Dayıoğlu ve Zeliha Güney’in de aralarında bulundukları geniş bir oyuncu kadrosuna sahip. Müfettiş’i bugün, 19, 20, 21, 22 ve 23 Aralık tarihlerinde Oda Tiyatrosu’nda izleyebilirsiniz. Tel: (0 212 252 75 73 ) Gülüşün Güller Açsın Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde çalışmalarını sürdüren Tiyatro Boğaziçi geçen sezonun sonunda çıkan Gülüşün Güller Açsın adlı oyunu bu sezonda da sahnelemeye devam ediyor. Ömer F. Kurhan tarafından yazılan Gülüşün Güller Açsın üç arkadaş arasındaki ilişkiler ağına odaklanarak, küçük hesaplara, iktidar oyunlarına, cinsellik, dostluk ve politikanın yozlaştırılmasına dair kısa ve sarsıcı bir hikayeyi konu alıyor. Zeynep Okan, Cüneyt Yalaz, Özgür Eren,Uluç Esen’in rol aldıkları oyun, 20 Aralık’ta Oyun Atölyesi’nin konuğu olacak. Tel: ( 0 216 345 39 39) Dokuz Öykü Çağdaş Türk fotoğrafının başarılı isimlerinden Çerkes Karadağ, günlük yaşamın içinden çıkmış, çevre duyarlılığı, tanıklık, çocuk sevgisi, boşluk, cesaret ve onur gibi temalar kapsamındaki gözlemlerden oluşan bir hayal çerçevesini sanatseverlerle paylaşıyor. Fotoğrafın gerçekliğini yaşamın kesitlerinden biçimlerle birleştiren sanatçı, günlük hayatın sanatsal bir yansımasını izleyicilere, Galeri Artist’te 31 Aralık tarihine kadar sunacak. Tel: ( 0 212 227 68 52 ) Seyahat Notlarım Saklı Kalmış Resimler Heykel sanatının tanınmış isimlerinden Mehmet Aksoy’un bugüne dek çok az görülen desenlerinden oluşan sergisi, Harmony Sanat Galerisi’nde açıldı. Heykelleri Türkiye ve yurtdışında pek çok kez sergilenmesine rağmen desenleri heykelleri kadar göz önünde olmayan sanatçının çizimleri 31 Aralık tarihine dek Harmony Sanat Galerisi’nde görülebilir. Tel: (0 216 553 21 67) Panoramik Bir Rüya: Paris Dünyada hızla yayılan panoramik fotoğrafçılığın Türkiye’deki öncülerinden Tamer Harvetioğlu’nun özel bir teknikle 360 derecelik açıyla çektiği ve birleştirdiği üç metrelik tuvallere bastırdığı panoramik fotoğrafları, Paris’in hiç görmediğiniz yanlarını fark etmenizi sağlıyor. Sanatçının Fransız Kültür Merkezi’ndeki sergisi 13 Ocak tarihine dek görülebilir. Tel: (0 212 334 87 40 )
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle