Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Türkiye’de tarımsal biyoteknoloji Prof. Dr. Selim ÇETİNER Çukurova’da köylülük, ırgatlık Prof. Dr. Adnan GÜMÜŞ * S on yıllarda önemli gelişmeler gösteren biyoteknolojik yöntemlerin özellikle de moleküler tekniklerin tarımsal üretimi artırmada önemli avantajlar sağladığı bir gerçektir. Biyolojik azot fiksasyonu gelişmekte olan ülkelerde kolayca kullanılabilmekte, bitki doku kültürü teknikleri ise birçok ülkede hastalıklardan arındırılmış bitki materyali üretiminde yaygın olarak uygulanmaktadır. Türkiye zengin gen kaynaklarına sahip olması nedeniyle, tarımsal biyoteknoloji alanında çok önemli bir avantaja sahiptir. Türkiye’de biyoteknolojinin gelişmesi için mutlak gerekli olan biyoloji, biyokimya, moleküler biyoloji gibi temel bilim alanlarına gerekli önemin verilmemesi, bu alanda yetişmiş eleman sayısının düşük kalmasına ve dolayısı ile kapsamlı araştırmaları yürütebilecek kritik kitleye sahip araştırma birimlerinin oluşturulmasına engel olmuştur. Bu sorun, 1980 yılından beri hazırlanan tüm 5 yıllık kalkınma planlarında vurgulanmış olmasına karşın, bu konuda henüz belirgin bir gelişme sağlandığı ne yazık ki söylenemez. Son yıllarda, yurt dışında moleküler biyoteknoloji alanında eğitim görmüş ya da moleküler bitki ıslahı konusunda eğitim almış genç araştırmacıların sayısı artıyor olmasına rağmen, bunları bir araya getirerek güdümlü projeler üzerinde çalışacak “uzmanlık merkezleri” ya da laboratuvarları oluşturacak bir çaba görülmemektedir. S oru “kırsal yapıyı nasıl analiz edebiliriz?” şeklinde koyulur, yanıtı da “çağdaşlaşma ve bağımsızlık düzeyi, çevre ve insan kalitesi gibi öğeler açısından analiz edebiliriz” şeklinde verilirse, bu tartışmanın genel çerçevesi çizilmiş olur. İşlem yolu olarak da “meslek” mi, yoksa “işemek” mi diye sorulursa, buradaki öncelik “geçim yolları” olacaktır. Çağdaşlaşma; özet bir anlatımla kültürelfelsefi açıdan akıl ve bilimsel düşüncenin / dogmalara oranı, organizasyon açısından bürokratik yönetimlerin / aşiretkast ilişkilerine oranı, teknolojiendüstri açısından inorganik enerjinin / organik enerjiye oranı şeklinde üç ölçüte indirgenebilir. Bunlardan birincisi özellikle muhafazakar düşünceye karşı aklı, ikincisi monarşilere karşı teknokrasiyi, üçüncüsü de ham maddelerin (toprak, su ve fosil kaynakların) işlenmeden kullanılmasına veya ihracına karşı yüksek bir endüstrileşme ve teknolojk gelişimi varsaymaktadır. Ancak bunlar salt içsel göstergeleri, yani bir “sistemin” herhangi bir “dışsal” müdahale, koşul veya faktörden yalıtık olarak işlemesi durumunda geçerli ölçütleri oluşturmaktadır. Oysa bizzat küreselleşme paradigmasının kendisi (liberal yaklaşımla bile) küresel aktörlerin etkisinde olmayan dünyanın ayak basılmadık herhangi bir noktasının kalmadığını sayıltılamakta olup, artık yeryüzünde hiçbir coğrafyanın kendi başına salt “içsel” göstergelere bakılarak kalkınamadığını/ açıklanamayacağını anlatmaktadır. Bu durumda “dışsal” ölçütlere de bakılması gerekiyor. Yüksek endüstrileşme ve refah, doğanın ve doğal kaynakların tahribine dönüşebilmektedir. Dolayısıyla yapılan işin doğa, kaynaklar ve iklimsel dönüşümlerle ilişkisi yani “çevre kalitesi” de önemli hale geliyor. İnsan ve yönetim kalitesini de bunlara eklemek gerekiyor. Günümüzdeki bürokrasi, insani hizmetlerin artması yerine daha çok teknokrasi görünümünde, salt sermaye önceliklerine hizmet eder durumda bulunuyor. Ne ABD, ne de AB demokrasileri, savaş ve yoksullukları, beslenmesağlık, eğitim, istihdam ve demokrasi sorunlarını çözmekte güçlü bir se çenek olarak gözükmüyor, neredeyse salt sermayenin (ÇUŞ’ların) küresel hegemonyasını öncelemeye çalışıyor. Liberalizm, açık pazar ve sermayenin serbest dolaşımı üzerinden refahın yaratılması, özellikle de paylaşılmasını sağlayamamış durumdadır (ne yoksulluğu önleyebildi, ne de adaleti sağlayabildi). Aksine, Wallerstein’ın sürdürümünü “yapısal bağımlılık” ve “yapısal heterojenite” mekanizmasına bağladığı emperyalizm; merkez ile geri kalanı arasında sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda ayrımlaşmalar yaratarak çevreyi koloniyal/ emperyal güçlerin çıkarına bağlayan bir süreç olarak işlemekte; bölgeler ve coğrafyalar arasında eşitsiz ilişkiler ve eşitsiz bir oranda gelişim görünümünde yansıma bulmaktadır (Komlosy 2004). “I. Dünya” ile “Üçüncü Dünya” arasındaki ilişki, sonuçta “asimetrik” bir ilişkiyi oluşturmaktadır. Makro ile mikro (daha genel faktörlerle grup ve kişinin yaşam dünyası) arasındaki ilişkiyi açıklamak üzere çağdaşlaşma yaklaşımı (yapısalişlevselci paradigma) “eğitim, sağlık ve meslek” gibi bilgi birikimi ve teknolojik düzeyi (uygarlaşma düzeyini) esas alırken, çatışma ve bağımlılık kuramları daha çok tabakalaşma, paylaşım ve sınıfsal ayrımlaşmalar gibi iktidar ilişkilerine (merkezçevre ilişkilerine) odaklanmaktadır. *Ç.Ü Eğitim Fakültesi Tavukçuluğun sorunları ve ıslah stratejileri Prof.Dr. Salim MUTAF Ü lkemiz tavukçuluğunun sorunlarını, çözüm yollarını ve ulusal ıslah stratejilerimizi günün koşullarına uygun olarak ortaya koyabilmemiz için, öncelikle dünyadaki tavukçuluğun durumunu, kıtalara, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre üretim potansiyellerini ve üretimdeki paylarını doğru olarak irdelememiz gerekmektedir. Araştırmageliştirme çalışmaları sonucu, geliştirilen genetik yapı, üretilen teknoloji ve bilgi, o ülkenin ya da kuruluşun ülkesel ve küresel düzeydeki rekabet ve işbirliği gücünü ortaya koyar. Bu da, ARGE çalışmalarının ve bunun sonucu olarak da, bilgi ve teknoloji üretiminin sürekliliği ile olanaklıdır. Bunu gerçekleştiremeyen ülkeler, gerçekleştirmiş olan ülkelerin başlıca pazar alanları olarak kalırlar. Gelişmiş olan bu ülkeler, kendi pazar alanlarının daralmasını değil, sürekli genişlemesini isterler. Endüstriyel tavukçuluğun verimliliği için vazgeçilmez bir öğesi olan HİBRİD yetiştiriciliği; SAF ANAÇ (SA), BÜYÜK ANAÇ (BA) ve ANAÇ (A) kademelerinden oluşur. Hibrid’in biyolojik performans gücünü belirleyen ana kademe saf anaç kademesi olup, ıslah çalışmaları bu kademede yapılır. Daha sonra büyük anaç ve anaç kademeleri yolu ile çoğaltma sürecinden geçirilir. Saf anaç sürüleri ise, ana ve baba hatları ile bu hatlar içindeki deneysel soylardan oluşur. Bu nedenle de, sürekli olarak yeni deneysel soyların geliştirilmesine ve seleksiyon ile ıslah edilmeye çalışılır. Ülkemizde hibrid yetiştirmeye yönelik çalışmalar, Üniversite ve Tarım Bakanlığı işbirliği sonucu 1960’lı yıllarda başlamış ve eşgüdümü sağlamak amacı ile de Tavukçuluk Teknik Kurulu oluşturulmuştur. Bu kurulca, elde edilen genetik sonuçların uygulamaya yansıtılmasını sağlamak amacı ile Büyük anaç ve Anaç yetiştirme kademeleri ile saha çalışmaları programlanmış. Ancak, daha sonra hem Tavukçuluk Teknik Kurulu kaldırılmış, hem de programlanan saha çalışmaları durdurulmuştur. Oysa, ülkemizin bugün olduğu gibi, diğer ülke damızlıklarına sürekli pazar olan bir ülke değil, uluslararası rekabet koşullarında kendi hibrid damızlıklarını yetiştiren ve geliştiren ülke durumuna gelmesi için gerekli önlemlerin alınmasına çalışılmalıdır. Ulusal programlarımızın doğru ve ülke çıkarları doğrultusunda ortaya konulması, nitelikli araştırıcıların olması ile de çok yakından ilgilidir. Nitelikli araştırıcının yetiştirilmesi, bulunması ve elde tutulması çok zor olduğundan, bu yöndeki önlemlerin, ulusal çıkarlarımız doğrultusunda, doğru olarak ve zaman yitirmeden alınması yoluna gidilmelidir. * Akd. Ü. Ziraat Fakültesi 22. SAYFA