Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C SOSYAL DEMOKRAT BELEDIYECILIK 10 29 Mart 2014 Cumartesi T AYDIN CINGI 30 Mart; öncesi ve sonrası ayyip Bey’in, son yıllarda toplumu ayrıştırıcı bir söylem benimsediği biliniyor. Başbakan, 17 Aralık’tan bu yana, kendisinin ve yakın çevresinin ortaya saçılan yolsuzluklarını seçmenin gözünden kaçırmak, olan biteni bir AKPCemaat karşıtlaşması içinde eritmek için söylemini çok sertleştirdi. Kendisini ve partisini destekleyen kitle içinde kenetlenme sağlama amacıyla yarattığı kamplaşma ve sürdürdüğü kutuplaştırıcı kampanya, yerel seçimi AKP lideri için bir tür referandum niteliğine büründürdü. Öte yandan 30 Mart’ta, siyasal partilerin beklentileri ve psikolojik eşikleri var. BDP, Güneydoğu’da AKP’ye az şans tanıma ve bölgenin “tek partisi” olabilme çabasında. MHP, birkaç büyükşehirde belediyeyi alma ve ülke genelinde yüzde 20 oy sınırına yaklaşma hesabında. CHP’nin asgari beklentisi ise her zaman güçlü olduğu bölgelerde fire vermeksizin, İstanbul veya Ankara’dan en az birinin büyükşehir belediyesini alıp yüzde 30’luk psikolojik eşiği zorlamak. AKP, elindeki belediyeleri koruma ve seçmenin kendisini desteklemeyi sürdürdüğü savını yerle bir etmeyecek bir yüzdeyi tutturma peşinde. Bu parti, 2011’deki yüzde 49.8’lik oranın bugün hayal olduğunun bilincinde; ancak kıyaslama ölçüsü olarak 2009 yerel seçimlerindeki yüzde 38.8’lik oranı dikkate alacağı belli. Seçmenin desteğine sahip olduğunu öne sürebilmesi için, elde edeceği yüzde 40 veya az üstü bir ülke ortalaması, kendi açısından yeterli olacak. Türkiye şu anda, çok kirlenmiş kadroların hâlâ yönetmeyi sürdüre bildikleri ve bu yüzden uluslararası saygınlığı aşınmakta olan bir ülke konumunda. Ne var ki mevcut durum, hele son aylarda yaşanan rezaletlerden sonra, “sürdürülebilir” olmaktan da çıkmıştır. Dolayısıyla 30 Mart seçimlerinin sonucu, AKP iktidarının kaçınılmaz sonunun takvimini belirleyecek. AKP liderinin, bir süredir, bir başbakandan ziyade halkın bir kesimine karşı savaş açmış bir komutan gibi davrandığı saptanıyor. Bu bağlamda, otoriterleşmenin de ötesinde bir “tek adam” rejimi yerleştirme eğiliminde olduğu görülüyor. 30 Mart’ta belki iktidar değişmeyecek; ancak yolsuzlukların üstünü örtmek için yeni yasakları yürürlüğe sokması ve karşısına aldığı toplum kesiminin özgürlük taleplerini daha da bastırması, iktidarının bitiş sürecini hızlandıracaktır. Başbakan, daha ne kadar süre toplumun tümünü gergin, yandaşı bildiği kitleyi kavgaya hazır ve bozulmaya yüz tutan ekonomik gerçekleri gözlerden uzak tutabilecektir? Tayyip Bey’in mücadelesi, bir liderin olağan siyasal mücadelesi değildir. O, iktidardan düştüğü an da kendini yargıç karşısında bulacağının, kuşkusuz ki bilincindedir. 31 Mart günü ortaya çıkacak sonuç ne olursa olsun, onun için artık çok geç olmuştur. İletişim kısıtlamaları ve medyada oluşturduğu baskı ortamı yoluyla elde ettiği tek yönlü propaganda olanakları seçmen iradesini kısmen tutsak etmiş; ancak ülkenin eğitimli ve dinamik kesimleriyle artık geri dönülmez biçimde zıtlaşmıştır. Kaldı ki, Putin kadar önemli bir “seçilmiş despot”un maliyetini bile yüksek bulan küresel demokratik dünya, Tayyip Bey’in hem ülkesine, hem de bölgeye ve uluslararası süreçlere ağır bir yük olduğu algısını artık içselleştirmiştir.