Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 KASIM 2014 PAZARTESİ 9 ‘Çok sesli müzik çağın gereğidir’ Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sofya Ataşemiliteri olarak görevli olan Mustafa Kemal, davetli olduğu Carmen’in galasını coşku ve hayranlıkla izler. Ne var ki perde kapandığında durgunlaşır. Bu durum, Varna Türk Milletvekili Şakir Zümre’nin gözünden kaçmamıştır. Zaten bir süre sonra onun kulağına eğilip şunları söyleyecektir: “Balkan Savaşı’nda yenik düşmemizin nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. Ben Bulgarları çiftçi halk bir olarak biliyordum. Oysa adamların operaları bile var...” Galada verilen kokteylin ardından, Mustafa Kemal ve Şakir Zümre Splendid Palas’a geçerler. Atatürk’ün durgunluğu yol boyunca sürer. Odalarına çekilirler... Ancak kısa bir süre sonra Vekil Zümre’nin kapısı çalınır. Karşısında Mustafa Kemal vardır. Atatürk, meseleye çabuk girip, buruk bir ses tonuyla konuşur: “Uyku tutmadı, biraz konuşalım istedim... Ne kadar müthiş bir olaydı. Çok sesli müzik, çağın gereğidir… Bulgarlar bunu başarmış… Bizim ülkemizde de operaya kavuşacağımız günleri görebilecek miyiz acaba?” Atatürk çalışma arkadaşları ile locada bir sanat etkinliğini izlerken... O’nu emperyalizme karşı savaşan en büyük liderlerden biri olduğu için seviyorum Geldiğimiz noktayı görseydi sanırım üzülürdü V ‘Tek adam olkan Diyaroğlu, genç bir ressam. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğrenim gördükten sonra, Universidad Politecnica de Valencia San Carlos Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun oldu. Henüz 23 yaşındayken, eserleri Gary Hill, Gordon MattaClark, Paul McCarthy gibi sanatçılarla sergilendi. 2008 yılında İspanya’nın en önemli sanat ödüllerinden biri olan Premio Bancaja’yı kazandı. Eserleri İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya, İtalya, Belçika, Japonya, Singapur gibi birçok ülkede on farklı müzede sergilendi. Çalışmalarını halen İspanya’da sürdüren genç sanatçının işleri oldukça ilgi görüyor. Bu toprakların oldukça bereketli olduğunu söyleyen Diyaroğlu, Türkiye’de doğmuş ve eğitimini burada almış biri olarak bu durumdan beslenmemenin olasılık dışı olduğunu söylüyor: “Bizler önümüze çıkan bir kavrama diğer birçok toprağın insanından daha farklı görüş açısıyla değerlendirme yeteneğine aslında doğuştan sahibiz. Tabii ki bilinçli olarak köreltilmediğimiz takdirde. Yaşadığımız olumsuzluklar ve güçlükler bile kişi olarak bizi sanki biraz daha güçlü ve öngörüşlü yapabiliyor. Klasik bir deyim vardır: doğuyla batı arasında diye. Gerçekten doğru. Çok kültürlülüğü korumayı, beraber yaşamayı öğrenirsek; bunu eserlerimizde, günlük hayatımızda, düşünce yapımızda yıkıcı değil de yapıcı olarak kullanabilirsek özel olduğumuzu hissetmemizde bir sakınca görmüyorum. Ancak bu n lka oğlu o V ar y Di olurdu, isteseydi’ B nun için çalışmak gerek.” Türkiye’nin bugününü de değerlendiren Diyaroğlu, Türkiye’deki sanatçıların tıpkı sokaktaki insanlar gibi baskı altında olduğunu söylüyor. Önemli olanın sanatçıların kendi kendilerini sansürlememeleri olduğunu vurguluyor: “Günlük rahatını düşünen, susan kişiliğin, sanatçı kişiliğinde yeri yok zaten.” Atatürk’ün devrimlerinin önemini hatırlatıyor Diyaroğlu bu noktada: “Ben Atatürk’ü 20. yüzyılın en büyük devrimcilerinden biri olarak, laikliği bu topraklarda yeşerterek bize en büyük hediyeyi vermiş, kadın erkek eşitliğini, okuma yazmanın önünü açmış bir lider olarak görüyorum. Onu emperyalizme karşı savaşan en büyük liderlerden biri olarak seviyorum. 10 Kasım, bu düşüncelerin yas günüdür benim açımdan. Keşke Cumhuriyet tarihimizde Atatürk’ü bize bir insan gibi; hatalarıyla, meziyetleriyle anlatabilselerdi ve biz de komplekssiz bir şekilde yaptıklarını anlayabilsek, yaptıklarını ve yapamadıklarını nasıl geliştirebileceğimizi düşünebilseydik... Sanırım kendisi de geldiğimiz şu noktayı görse üzülürdü.” Aldığım eğitimi Atatürk’e borçluyum D orukhan Doruk, Donizetti 2011 Klasik Müzik Ödülleri’nde “Yılın Çıkış Yapan Genç Müzisyeni” seçilen ve uluslararası birçok ödülün sahibi genç bir çellist. Belçika’da “Lions Avrupa Müzik Yarışması’nda” birincilik, Hırvatistan’da “8. Antonio Janigro Viyolonsel Yarışması’nda” birincilik ödülüne ek olarak 5 ayrı özel ödül, Avusturya’da “Liezen Viyolonsel Yarışması’nda” birincilik, Almanya’da “Bodensee Musikwettbewerb” yarışmasında üçüncülük, Mersin’de “1. Ulusal Viyolonsel Yarışması’nda” birincilik ve “En iyi Türk Bestecisi Yorumu” ödülü, İtalya’da “17. Citta di Barletta Uluslararası Genç Müzisyenler Yarışması’nda” birincilik ve Bulgaristan’da “7. Uluslararası Alman ve Avusturya Müziği Yarışması’nda” birincilik ödüllerine layık görülen genç sanatçı, orkestra ile ilk konserini 13 yaşında verdi. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, Bursa Devlet Senfoni Orkestrası, Eskişehir Senfoni Orkestrası Filarmonia İstanbul, Orkestra Akademik Başkent, yurt dışında ise Zagreb Solistleri Budapeşte Yaylı Sazlar Orkestrası, Kurpfälzisches Kammerorchester Junge Philharmonie Köln, Les Symphonistes Européens, Slovak Sinfonietta gibi orkestralar eşliğinde viyolonsel repertuvarının zorlu eserlerini seslendirdi. 42. İstanbul Müzik Festivali’nin açılışında solist olarak yer aldı. Verbier Festivali, ScheswigHolstein Müzik Festivali, Bodensee Festivali, Uluslararası Eskişehir Festivali, Rutes an kh k u r u Do Dor heim Cello Festivali gibi saygın festivallerde solist olarak sahne almış olmasının yanı sıra, Wiener Konzerthaus, Zürih Tonhalle, Cenevre Victoria Hall gibi önemli salonlarda solo ve oda müziği konserleri vermiştir. Ayrıca, YoYo Ma, Gary Hoffman, David Geringas, Steven Isserlis, Ralph Kirshbaum, Jens Peter Maintz, Torleif Thédeen, Antonio Meneses gibi dünyaca ünlü çellistlerle çeşitli uzmanlık kurslarında çalıştı. Genç sanatçı, eğitimine ve sanatsal faaliyetlerinin bir kısmına yurtdışında devam etse de, “Kendi kültürüm benim vazgeçilmez bir parçam” diyor ve ekliyor: “Doğu ile batıyı birbirine bağlayan bu topraklar tarih boyunca çok çe şitli toplumlara farklı kültürlere ev sahipliği yapmış olduğundan birçok açıdan kültürel zenginliğe sahibiz. Müzik açısından değerlendirecek olursak, oldukça zengin folklorik öğelere sahip olan kültürümüz, Cumhuriyet’in kurulmasının ardından klasik müzik alanında yetişen değerli bestecilerimize büyük bir ilham kaynağı olmuş ve bu bestecilerin klasik müziğe doğu ve batıyı birleştiren başka bir boyut getirmelerine olanak tanımıştır. Ben de Türk bestecilerin eserlerini çalmaktan büyük bir mutluluk duyuyor ve bunca Avrupa’da yetişmiş müzisyen arasında, klasik müzik eğitimi alıp, bir yandan Türk kültürüyle yetişmiş olmanın sanatsal kişiliğime ayrı bir renk kattığını düşünüyorum.” Türkiye’nin bugüne kadar uluslararası alanda yetiştirdiği bütün sanatçıların, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in kazanımları olduğunu söyleyen Doruk, bugün aldığı eğitimi, bu mesleği yapabiliyor oluşunu Atatürk’e borçlu olduğunu belirtiyor. Yine de son zamanlardaki gelişmelerin hayal ettikleriyle örtüşmediğini de dile getiriyor: “Türkiye’de her yıl birçok müzisyen konservatuvarlardan mezun olarak yıllarca eğitimini aldığı işi (en az 11 yıl) icra etmek üzere iş hayatına atılıyor. Ancak Türkiye’deki orkestralara yeni kadro açılmadığı gibi TÜSAK ile var olan iş olanakları da yok edilmek isteniyor. Nüfusu Türkiye ile neredeyse aynı olan Almanya’da 130’u aşkın orkestra bulunurken, Türkiye’de yaklaşık 15 orkestra var. Türkiye’nin uluslararası alanda kalabilmesi ve işine şevkle bağlı müzisyenler yetiştirebilmesi için devletin müziğe daha fazla yatırım yapmasını ümit ediyorum.” ir hayat düşünün tekerlekli sandalyeye bağımlı, vücudunda iki parmağı dışında hiçbir uzvunu doğru kullanamayan, hiçbir yaşamsal ihtiyacını tek başına karşılayamayan ama düzgün kullanabildiği o iki parmağıyla da iki kitap yazan. Yazdığı kitapları sadece sol elinin orta ve yüzük parmağıyla değil bütün benliğiyle yazıyor aslında. Gazeteci, yazar, senarist, geleceğin yönetmen adayı bir engellinin ismi Ertan Doğan. Eski Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan’a Irak Savaşı sırasında “Savaşı durdurun!” diye mektup yazabilecek kadar da cesaretli: “Belki sığınaklara dahi gidemeyen ve evlerinde bombaların ne zaman üzerlerine düşeceğini bilmeden bekleyen binlerce yürüyemeyen engellileri düşünmenizi istiyorum.” Okulların fiziki koşullarının yetersizliği nedeniyle ortaöğretime devam edemeyen Doğan, okuma sevdasından vazgeçmiyor ve 3 yıl içinde hem ortaokulu hem liseyi bitiriyor. Bu üç yılın sonunda da kendisine hedef olarak koyduğu Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünü kazanan Doğan, gelecekte yönetmen olmayı istiyor. Hayallerini, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, hırslarını, umutlarını anlattığı ilk kitabı “Ben de Varım” Etki Yayınları’ndan 2006 yılının Temmuz ayında basıldı. 312 sayfadan oluşan ikinci kitap roman türündeki “Ölüme Çalım” ise Ceva hir Yayınları’ndan Temmuz 2009’da çıktı. “Ben de Varım” kitabının ikinci baskı için kapak tasarımını da kendisi yapıyor. Telefonuna oluşturduğu mesajlarla yazdığı kitapların her birini yılda 2025 sayfa, ayda 12 sayfa, haftada 6570 satır, günde 23 satır yazılarak ortaya çıkartıyor. “Atatürk, dünya üzerine gelmiş en büyük devrimcidir” Doğan, Atatürk ve Cumhuriyet için ise şunları yazıyor, yine iki parmağıyla: “Atatürk’ün neyi amaçladığını, ülkeyi ne gibi tehlikelerden korumak istediğini anlamak için öyle çok uzağa bakmamız gerekmez, Güneydoğu komşularımız olan ülkelerin bugünlerde neler yaşadığını görmek yeterli bence. Atatürk isteseydi rahatlıkla tek adam olabilirdi. Atatürk’ün medeniyet olarak gördüğü ve bizlere oraya yönelmemizi söylediği ülkeler demokrasi adına büyük yol kat ettiler. Peki, biz dünyanın neresinde kaldık? İlerleyen dünyaya ayak uydurabildik mi? Ne yazık ki bunu söylemek oldukça güç. Bir on kasım daha geldi çattı. Atatürk’ü anlamak, onu putlaştırmak olmamalıdır. Atatürk’ü anlamak için heykel dikmek değil, onun devrimlerine sahip çıkmak gerekir. Tıpkı Fidel Castro gibi düşünüyorum; Atatürk, dünya üzerine gelmiş en büyük devrimcidir. Gazeteci, yazar, senarist, geleceğin yönetmen adayı bir engelli Ertan Doğan. Hırsı başarılarını da beraberinde getiriyor. Becerileriyse saymakla bitmiyor. C M Y B