01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ruz etti.’ Yunan tebliği ise mütemadiyen muvaffakiyetsizliğimizden, geri çekildiğimizden, bazı köyleri birer müddet işgal ettiğimizden bahsediyor. Istırap içinde eziliyoruz: ‘Muvaffak olamazsak, her şey bitti, değil mi?’ Bu soruya herkes ‘Evet!’ cevabını veriyor. Ya Mustafa Kemal Paşa? O nerede? Herhalde taarruzu bir maksada veriliyor. Bazıları diyorlar ki: ‘Meclisteki muhaliflerden o kadar bıktı ki herçebadabat (her ne olursa olsun) bir harekete geçti.’ Bu ‘heçebadabat’ sözünü ise bir türlü yakıştıramıyoruz. Muhakkak bir bildiği, bir düşündüğü var. Fakat nedir? O sırada bir lahza onun beynindeki esrarı anlamak için canımızı vereceğiz. İstanbul’u taarruzun muvaffakiyetinden sonraki sevinçten ziyade, bir geri çekilmeden sonraki facialar işgal ediyor. Sokakta ecnebi askerlerini bizi yemeye hazırlanan canavarlar gibi görüyoruz. 29 Ağustos Anadolu hâlâ susuyor. ‘Akşam’da rivayet kabilinden bir havadis: ‘Bir habere göre askerlerimiz Afyonkarahisar’a girdiler.’ Fakat altında meseleyi açıklıyoruz: ‘Bu sabah telgrafhane hiçbir malumat almamıştır. Yunanlılar da öğleye kadar hiçbir tebliğ vermediler.’ 30 Ağustos Anadolu tebliğleri karanlık içinden ilk ışıkları getirdi. Dört sütun büyük başlıkla şu havadisi veriyoruz: ‘Ordumuzun sol cenahı düşmanın bir seneden beri tahkim ve tel örgülerle takviye ettiği üç sıra siperden oluşan mevzileri tamamen zapt ederek süngü hücumlarıyla Afyonkarahisar’a girmiştir. Esirler ve ganimet pek çoktur.’ Rivayet istediğiniz kadar: Eskişehir’i zapt etmişiz, Bilecik boğazı ateşimiz altında imiş. Bir akşam gazetesi bizi fersah fersah geçiyor, hatta Uşak’ın alındığını bile yazmak gayretkeşliğine düşüyor. Aramızda şöyle konuşuyoruz: ‘Anlaşılıyor ki Uşak Bursa hattını alacağız. Şimdiden meseleyi bu kadar büyütmeye ne gerek var? Ahali muvaffakiyetimizin derecesini ölçmek imkânlarını kaybedecek...’ Bu gazetenin havadisleri hayali, buna şüphe yok ve biz meslek adına onun bu yaygarasından sıkılıyoruz. Meğer o gün Yunan ordusu artık yokmuş, gerçek akşam uydurucusunun hayalini bile geride bırakmış. Meğer o gün İzmir’e doğru yürüyormuşuz. 31 Ağustos Sönük bir gün, son havadis şu: ‘Taarruzumuz olanca şiddetiyle devam etmektedir. Yalnız henüz resmî haberler gelmemiştir.’ Gönlümüz kararıyor. Acaba bir bozguna mı uğradık? Ertesi sabah zafer haberleri birbirini kovaladı. Gazeteleri sormayınız, hepsi başlık halinde çıkıyor: ‘Yunanlılar Dumlupınar meydan muharebesini kaybettiler. Kahraman ordumuz mağlup Yunan kıtalarını Uşak’tan evvel yakalamış ve büyük bir kısmını imha derecesinde bir bozguna uğratmıştır. Eskişehir geri alınmıştır. Mukaddes Bursa’nın geri alındığına dair haberin gelmesini anbean bekliyoruz.’ Fakat henüz izah edemediğimiz bir nokta var: Bizim tebliğlerimiz pek ihtiyatlı geliyor. Erkanı Harbiye’nin sükutunu bir türlü anlayamıyoruz. Bu son belirsizlik günlerinde, galiba eylülün biriydi, akşamüstü Ada’ya gidiyordum. Va purda büyük bir Rum kalabalığı vardı. Eski yeisleri gitmiş, bir şeyler konuşuyorlardı, gülüşüyorlar, bize garip bir tarzda bakıyorlardı. Merakla soruşturdum, acaba ani bir musibete mi uğramıştık? Arkadaşlarımdan biri çeneleri kilitlenmiş, yanıma sokuldu, kulağıma eğilerek: ‘Güya bozulmuşuz, Uşak’ta Mustafa Kemal Paşa’yı esir almışlar.’ O dakika nasıl ölemediğime hayret ediyorum. Geceyi nöbet içinde kendini kaybeden bir ağır hasta gibi, hezeyan içinde geçirdim. Sabahleyin matbaaya can attık; kimimiz Hilali Ahmer’e, kimimiz Beyoğlu’na koştuk. Şehirde büyük yağmurlardan önceki boğucu hava vardı, nefes alamıyorduk. Hilali Ahmer Ankara’ya sordu. Akşama kadar heyecan ve ateş içinde dolaşıp durduk. Nihayet Hilali Ahmer’e bir şifre geldiğini haber verdiler. Bu şifre âdeta Türk tarihinin anahtarı idi. Gittik, şu haberi okudular: ‘Yeni Yunan Başkomutanı General Trikopis, Erkanı Harbiye Reisi, Levazım Reisi, On Üçüncü Fırka Kumandanı 2 Eylül akşamı Uşak civarında esir edilerek Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin karargâhlarına gönderilmiştir. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri esirlere nezaketle muamele ederek yeni başkomutanı mukadderatın bu cilvesinden dolayı teselli eylemiştir.’ Güya havadisi gizli tutacaktık, Ankara’nın tembihi böyle idi. Mümkün olsa gazeteyi bir kenara bırakıp tellâl gibi sokaklarda bağırırdık. Susmak ve saklamak mümkün mü idi?” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Bateş, İstanbul, 1980) 283
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle