01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ATEŞLE İMTİHAN Sakarya Meydan Muharebesi sırasında Mustafa Kemal Paşa’dan orduya katılıp bire bir cephede savaşma talebinde bulunan Halide Edip Hanım, o günlerdeki anılarını Türkün Ateşle İmtihanı adlı eserinde şöyle anlatır: “Durum çok korkunç bir hal alıyordu. Yüz bin kişilik Yunan ordusu, bütün mühimmatı ve levazımı ile, Ankara’ya gelmek istiyordu. Hatta, Ankara’da bazı İngiliz zabitlerine ziyafet vereceklerini söyleyerek onları davet etmişlerdi. Türk ordusu yirmi beş bin kişilikti. Henüz bir mağlubiyet geçirmişti. Ateş kuvveti Yunanlıların yarısından azdı, nakil vasıtaları çok kıttı, silahları değerce düşüktü. Bu, son teşebbüstü. Ya son bir taarruza geçmek, ya da mahvolup gitmek gerçeği ile karşı karşıyaydık. Fakat, bizler o günü görmeyecektik. İşte, garip bir surette ‘ben’ denilen şeyin tamamen milletin içine karışmış olduğunu en fazla o zaman hissettim. Millet göçerse, ben de onlarla beraber gitmek istiyordum. Bence kendimin, bir küçük parça olmamın hiçbir önemi yoktu. On altı Ağustosta, Mustafa Kemal Paşa’ya telgraf çekerek gönüllü olmak istediğimi yazdım. Beni Garp Cephesi’ne tayin eden bir cevap aldım. Sureti aşağıdadır: Halide Edip Hanımefendi Hazretlerine, aceledir Garp cephesi Ordu safları arasında vatanımızın müdafaasına fiilen iştirak için şiddetli arzu ile vuku bulan müracaatı vatanperveraneleri orduca memnuniyetle telakki olundu. Hizmeti fiiliyeyi askeriyyeye kabul ve Garp cephesine memur edildiğinizi tebliğ ederim. Keyfiyet cephe kumandanlığına da şiar kılındı. İlk vasıta ile cephe karargahına müracaat ve oradan vazifenizin telakki buyurulması rica olunur. Fi 18 / 8 / 37 Başkumandan Mustafa Kemal Cephenin karargâhı gizli tutulduğundan, nereye gideceğimi bilmiyordum. Nallı İstasyonu’ndan trenden indim. Bana cepheye gitmekte olan bir genç yüzbaşı refakat ediyordu... Ankara’dan Sarıköy’e kadar küçük bir saha Türklerin elinde kalmıştı. Kömür hemen hiç yok gibiydi. Hemen yalnız askerlerin ihtiyacı için kullanılan trenler odunla işliyordu. Vagonlar hep üçüncü ve çok eskiydiler. Oturacak yerler hep tahta, pencereler kırıktı. Her yer tahta kurusuyla doluydu. Her istasyonda orduya katılacak olanlar geliyor, istasyonda, kadınlar arkalarından koşuşarak ağlaşıyorlardı. Dişsiz bir ihtiyar kadının açık ağzından çıkan iniltileri hâlâ duyar gibiydim. Trendeki erkekler birbirleriyle konuşuyor, nereli olduklarını soruyorlardı. İçlerindeki büyük kudrete rağmen, pek de ümitli görünmüyorlardı. Ümidi, yalnız, tanınmamış, genç zabitten alabiliyordunuz. Evet, bu ateşle imtihanın son safhasıydı... Bir zabit beni Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhına götürdü. Solda, toprak yığınlarının altında birkaç evin ışığı yanıyordu... Sağ taraf bir çukur. İçinden su geçiyor. Arkasında üç ev daha var. Bu evlerin arkasında, yine ışıkları yanan çadırlar, uzun ve sivri bir direk. Telsiz tesisatı. Köy yolları karanlık, çamur içinde. Ay batmış. Gece yarısı oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür taraftaki eve gittik. Mustafa Kemal Paşa’nın muhafızları kapıda. Onlardan biri beni yukarıya çıkardı. Paşa’nın Yaveri Yüzbaşı Muzaffer Bey beni Paşa’nın odasına götürdü. Çok aydınlık ve tek lüks lambası olan bir Anadolu odası... Mustafa Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hâlâ ağrılar içindeydi. Yanında Mustafa Kemal Paşa’nın ikiz kardeşiymiş gibi kendisine benzeyen bir miralay ayakta duruyor. Mustafa Kemal Paşa’ya doğru, kalbimde mutlak bir hürmetle gittim. O mütevazı odada, bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm... Mustafa Kemal Paşa, ben oturduktan sonra, Ankara hakkında havadis sordu. Aynı zamanda, tahta masanın üzerindeki bir haritaya eğilerek durumu dört yaşında bir çocuğun anlayabileceği kadar açık bir ve sade bir ifadeyle anlattı. İşte Sakarya, kıvrılarak gidiyor. Etrafına birtakım toplu iğneler üzerinde kırmızı ve mavi kâğıtlar konulmuş. Bir kelebeğe benzeyen iğneler. Eğer askeri durum hakkındaki duygularımı Mustafa Kemal Paşa’ya söylesem, mutlaka gülerdi. Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi Ankara’ya yaklaşmış görünüyordu. Buna muvazi olarak Sakarya’nın doğusunda Türk ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara’yı yutmasına mani olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar kocamandı ki insana yeis veriyordu. ‘Eğer Ankara’ya gider de bizi geride bırakırsa, ne yaparız?’ diye sordum. Korkunç bir kaplan gibi güldü: ‘Bon voyage, messieurs (İyi yolculuklar baylar) derim. Arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahvederim’... ...Savaş başladı. İlk günleri, Yunanlılar yer kazanıyordu. Ufak tepeleri birer birer ele geçiriyorlardı. Bu tepeler askerî bakımdan çok önemli idiler. Mustafa Kemal Paşa onların Çal Tepesi’ni işgal edinceye kadar korkulacak bir şey olmadığını, fakat Haymana’ya girerlerse, bizim de kapana tutulacağımızı söyledi. Bir hafta geçmeden Çal Tepesi düştü. Korkunç bir sükut. Mustafa Kemal Paşa sövüyor, aşağı yukarı dolaşıyor ve geri çekilme emri verip vermemekte tereddüt ediyordu. Bir zabit odaya girerek ‘Fevzi Paşa sizi telefonda arıyor, Efendim’ dedi. Gece yarısından sonra, saat tam ikiydi. Bana orası gece bir tiyatro sahnesi gibi gelir. Mustafa Kemal Paşa, karşıki odada telefon ediyor, ben de kapıya dayanmış dinliyorum. Sofa ayakta dimdik duran zabitlerle doluydu. Herkes bekliyordu. ‘Mustafa Kemal konuşuyor. Siz misiniz Paşa Hazretleri? Ne? Vaziyet lehimize mi dediniz? Doğru anladım mı? Haymana hemen hemen işgal edilmiş 250
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle