Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Aylar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
U S T A L A R A S AY G I / A L A I N R O B B E G R I L L E T Sinemaya döşenen yeni yollar SUNGU ÇAPAN 950’li yıllarda yayımladıkları romanlarında ortak çıkış noktaları bulunan bir grup yazarı biraraya getiren ve sınırlı bir çevrenin pek dışına çıkamasa da, yaygın bir edebi akım oluşturmasa da, çağdaş Fransız edebiyatına yenilikçi, öncü bir soluk estirdiği söylenebilecek Yeni Roman’ın en ünlü kalemi (ya da ‘borazanı’), 1961’den sonra yazdığı senaryolar ve yönettiği filmlerle Yedinci Sanat denen, yeni bir yan uğraş alanına da bulaşan Alain RobbeGrillet’dir kuşkusuz. Kalemi bizce kamerasından çok daha önemlidir ama yaklaşık 10 kadar film üreten, çeyrek yüzyıllık senaristyönetmenliği de göz ardı edilemez. Nitekim bu yılki festivalin ustalarından biri olarak seçilen RobbeGrillet’yi 5 filmiyle ( Geçen Yıl Marienbad’da, Ölümsüz Kadın, Avrupa Ekspresi, Cennet ve Sonrası, Güzel Tutsak) ve ‘Ölümsüz Kadın’ı çekmeye gelişinden 43 yıl sonra yeniden İstanbul’da ağırlıyoruz. Brest 1922 doğumlu RobbeGrillet, 1945’de Milli Ziraat Enstitüsü’nü bitirip 1948’e kadar Milli İstatistik Kurumu’nda, Afrika’da ve Karayip adalarında ziraat mühendisi olarak çalıştıktan sonra 1955’de, Yeni Roman’la giderek özdeşleşecek Geceyarısı Yayınları’na (Editions Minuit) edebi danışman oldu. ‘Silgiler’, ‘Röntgenci’, ‘Kıskançlık’ üçlemesiyle 1950’li yılların ortasında ilk yapıtlarını veren, Yeni Roman’ın kuramcısı ve baş uygulayıcısının anlatım tarzında, fenomenolojiden türetilmiş bir nesnelcilik ve kişiselliği en aza indirgenmiş bir ‘Ben’in, tıpkı bir kamerayı anıştıran, kayıtsız, soğuk ‘bakış’ı belirgindir.Geleneksel burjuva romanını reddedip modern burjuva felsefesinden beslenen bilinmezci, gizemci bir tutumu benimseyerek kronolojiyi, entrikayı, tutarlılığı tümüyle bir yana iten Yeni Roman, herşeyin raslantıya bağlı olduğu, çevrenin, nesnelerin, yansımaların ayrıntısıyla tasvir edildiği, hareketsiz, durgun, mesajsız bir evreni yansıtır genelde. 1 motif gibi baştan sona kulakları tırmalayan o arabesk Oy Farfara Farfara şarkısı eşliğinde. Hatırlayan, hayal eden, olayları değiştiren ya da tümüyle bozan bir ‘anlatıcı’nın hikayesi denebilecek Ölümsüz Kadın, özenti bir Hitch gerilimine de öykünür yer yer. Giderek tıpkı Marienbad gibi, aşk ve ölüm çekiciliğinin yavaş yavaş bir saplantı temasına dönüştüğü, nesne betimlemelerinin de önemini yitirdiği yenilikçi bir deneme tadına erişir. Kuşkusuz karmaşık ‘Geçen Yıl Marienbad’da’ya göre çok daha yalın bir çizgide seyreden ‘Ölümsüz Kadın’da, antikacıyı oynayan Ulvi Uraz’la temizlikçi kadını oynayan Sezer Sezin de boy gösterir, tanınmış besteci Georges Delerue ’nün müziklerine Tahsin Kavalcıoğlu da katkıda bulunurken, Lütfi Akad ustamız da yönetmen yardımcısı olarak bu filmde çalışmıştı. Avrupa Ekspresi Geçen Yıl Marienbad’da malarla vakit geçirdiği, mermer salonlarında dans ettiği ya de kibrit çöpleriyle oynanan, çin daması gibi zorlu bir oyuna kapıldığı, zenginler şatosundan farksız, çok şık, barok bir otelde, bu dünyaya kapalı, ilgisiz bir yabancıyla (Giorgio Albertazzi), bir yıl kadar önce, aynı yerde tanışıp birbirlerine fena halde aşık olduklarına inat ve ısrarla ikna etmek istediği, rüya gibi çok güzel ve çekici bir kadın (yüzü, sesi ve kırılgan tavırlarıyla unutulmaz bir ilahe gibi insanın içine işleyen Delphine Seyrig) ve kadına eşlik eden, oyunbaz biri (Sacha Pitoeff da harika) arasında geçer. Salondan salona yürüyen, sevda takıntılı yabancının kadını baştan çıkarma girişimleri üstüne gelişen, 40 yıl önce seyrettiğimizde taşkın kışkırtıcılığı ve büyüleyici estetiğiyle bizi resmen çarpan ancak kimisini de can sıkıntısından kıvrandıran, zamandışı, modern bir masal niteliğindeki ‘Geçen Yıl Marienbad’da’yla bunca yıl sonra beyazperdede yeniden buluşunca 40 yıl önceki hayranlığımızın sürüp sürmediğini göreceğiz bakalım. En azından 67 yıl kadar önce ölen, Delphine Seyrig denen güzelliği seyretmek adına bile salık verilecek, her zaman rastlanmayan türden, farklı bir film ‘Marienbad’. Yeni Roman’ın ideologuyla Yeni Dalga’nın en esaslı yönetmeninin işbirliğinden doğan bu sıradışı fantezi, sanırız meraklısı için festivalde her zaman yakalanmayacak türden, kaçırılmayacak bir raslantı. Ölümsüz Kadın Geçen Yıl Marienbad’da RobbeGrillet’nin, ‘Hiroşima Sevgilim’ yönetmeni Alain Resnais’nin isteği üstüne senaryosunu yazdığı ve 1961 Venedik festivalinde Altın Aslan kazanan ‘Marienbad’da Geçen Yıl’, bakımlı, havuzlu, büyük bir bahçenin ortasındaki görkemli bir sarayı andıran, üsttabakadan seçkinlerin doluşup günlük konuş RobbeGrillet’nin Marienbad’in başarısıyla yönetmenliğe de soyunarak hem senaryosunu yazıp hem de (İstanbul’da, 1962 yazında) yönettiği ‘L’Immortelle Ölümsüz Kadın’, İstanbul’a gelen bir Fransızla (Eski Cahiers du Cinema’cılardan Jacques DoniolValcroze), kenti gezerken tutulup sevdalandığı ve izini sürdüğü gizemli bir genç kadının(Françoise Brion) ilişkisine odaklanan, genelde Marienbad’ı çağrıştıran bir düşler kargaşasıdır. Gerçekle belleğe ilişkin olanı birbirinden ayırmanın olanaksızlığı üstüne kurulu film, Marienbad’ın o barok, şatafatlı ama durağan otel dekorunun yerine, Tarabya’dan Topkapı surlarına, Haliç’ten Yedikule’ye, camilerden mezarlıklara kadar uzanan, Pierre Loti bakışıyla 1001 Gece Masalları kırması bir oryantalist yaklaşımın ürünü, tekinsiz ama hareketli ve labirentimsi bir İstanbul’u koyar, canhıraş bir leit Sinemacılığı kanımızca romancılığının gerisinde kalan Alain RobbeGrillet’nin filmleri arasında en çok seyirci kitlesine ulaşanı ve gişe yapanı, ikinci yönetmenlik denemesi olan, 1967 yapımı ‘TransEuropExpressAvrupa Ekspresi’. Yönetmenin aynı zamanda baş rolünü de üstlendiği ‘Avrupa Ekspresi’, ele aldığı, beylik film içinde film konusunu, eğlenceli, esprili bir şekilde işler.Karısı ve ekibiyle, aşırı hızlı giden Avrupa ekspresine atlayıp Anvers’e yollanan, bu arada yeni çekeceği filme hazırlanan bir yönetmen(bizzat Robbe Grillet oynuyor), trende rol vermeyi tasarladığı oyuncuyla karşılaşır raslantı sonucu. Asıl sürpriz filmde maceralarını anlatmayı kurduğu torbacı Elias’ın da aynı trende oluşudur... Yönetmenin yanısıra JeanLouis Trintignant’la MarieFrance Pisier gibi döneminin iki ünlü oyuncusu da var ‘Avrupa Ekspresi’nde. Cennet Ve Sonrası’yla Güzel Tutsak üniversiteli gencin kahramanı olduğu, gerçekle hayalin birbirine karıştığı, karmaşık ve havada kalan konusu ve gitgide bozulup parçalanan anlatımı yüzünden seyirciyi zorlayan, eleştirmenlerce de hiç beğenilmeyen filmlerinden.RobbeGrillet’nin 1975’de yayımladığı, Magritte’in seçme tablolarına yazdığı metinlerden oluşan gizemli bir polisiye serüveni hikaye eden ‘La Belle Captive’ adlı kitabından esinlenerek Gaebrielle Lazure, Cyrielle Claire gibi 1980’lerin genç Fransız dilberlerini ve Daniel Mesguich’i yönettiği ‘Güzel Tutsak’ ise aldığı kötü eleştirilerle romancı RobbeGrillet’nin çeyrek yüzyıla yaklaşan ve sonuçta Marienbad’la L’Immortelle’in dışında geriye pek bir şey bırakmayan sinemacılık kariyerine son verdi bir anlamda. Onun sinemacılık serüveni hep kaleminin gölgesinde kaldı, görsel anlamda ‘dondurulmuş kitap resimlerinden’ öteye gidemedi sinematograf isi. Birtakım mızmız ve doyumsuz pornograf ik hayallerlerle düş kurmaların, çerçeveye meşinler içindeki yarı çıplak, kırbaçlı güzelleri süs öğesi gibi yerleştirmelerin pek ötesine geçemedi sinemacılığı ne yazık ki. Kimi gözboyayıcı ve hoş erotizm ya da doğru dürüst işlemeyen polisiye gerilim çabaları da, onca taşkın dinamizmine karşın sonuçta akıntıya kürek çeken Alain RobbeGrillet sinemasını kurtaramaz son tahlilde. Ne var ki çeyrek yüzyıl öncesinden kalmış bir ‘öncü’ hayalgücünün ürünü olan yazıp yönettiği hepi topu 7 filmle (L’Immortelle 1963, TransEuropExpress 1966, L’Homme qui ment 1968, L’Eden et apres 1971, Glissement Progressifs du Plaisir 1974, Le Jeu avec le Feu 1975, La Belle Captive 1983) çağdaş Fransız sineması paletindeki ilginç bir renk sayılabilir üstat yine de. RobbeGrillet’nin Catherine Jourdan, Pierre Zimmer, Lorraine Rainer gibi genç oyuncularla 1970’de çevirdiği ilk renkli f ilmi olan ‘L’Eden et ApresCennet Ve Sonrası’, toplandıkları kahvede pornograf ik oyunlara takılan bir grup sadomazohist 9. SAYFA 24. ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ