Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C SPOR FUTBOL ŞUBAT SALI ÜLKENİN VİZYONU ZAYIF T ürkiye’nin vizyonunun zayıf olduğunu savunan Zorlu, “Hızlı nüfus artışı olan bir ülkede Futbol Federasyonu ‘10 yılda Türkiye’yi Avrupa’nın lideri yapmak’ gibi bir hedef belirlemelidir. Ancak hâlâ Haluk Ulusoy çıkıp da ‘Dünya üçüncüsü takımımız’ diye bahsediyor. Bu başarıda federasyonun rolü var mı diye kimse çıkıp sorgulamıyor. ‘1316 yaş grubuna yaptığımız yatırımların ardından o takım gelip şampiyon oldu’ deseydi kabul ederdim. Ancak bu takım zaten hazırdı, gittiler ve üçüncü oldular. Şu anda ülkemizde böyle bir hedef yok” dedi. Türkiye’de birçok kulübün siyasetin gölgesi altında olduğunu, federasyonun alt liglere yatırım yapmaması nedeniyle burada siyasallaşmanın yaşandığını belirten Zorlu, şunları da dile getiriyor: “Bugün bir çok kulübü belediyeler eliyle siyaset yönlendiriyor veya tamamen idare ediyor. Bizim zamanımızda babamlar Altay yöneticileriydi. Orada Altay Kulübü’nün bütün büyüklerinin söylediği söz vardı... ‘Aman ha Altay Kulübü’nden içeri siyaset giremez.’ Kulübe siyasi kimlikle girilemezdi. Bugün siyasi kimliği takımın içine sokmak başarı olarak gösteriliyor. Belediyelere bakıyorsun, halka yapılan bütün hizmetler bitti de futbol kulüplerine mi çok para lazım? Bir adam 500 milyar lira ücret alıyorsa ve kulüpler bir konsensüs oluşturup bu fiyatları aşağı çekebilecekken neden böyle bir uygulamaya gidilmiyor? Vatandaşın parasını alıp aracının cebine koyuyoruz. Bu konuda rekabet çarpıklığı var. Kulüplerin arasındaki uçurumlar çok fazla olmamalı.” Futbol Federasyonu’nun gelirlerinin çok fazla olması nedeniye eski spordan sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün bir yasa hazırladığını, buna göre federasyon gelirlerinin bir bölümünün kulüplere proje karlışılığı verilmesinin öngörüldüğünü anımsatan Zorlu, “Federasyonun 1 yıllık bütçesi 5060 milyon dolar. 2 dönemdir Futbol Federasyonu yasanın öngördüğü rakamları bütçesine yerleştiriyor ama ona uygun ödeme yapmıyor” dedi. MENTÖRÜM olmadan asla! A H M E T YA Z I C I BRİÇ BAŞARISI Zorlu’nun az bilinen özelliklerinden biri de briçteki başarısı. Yıllardır Türk Ulusal Takımı’nın lider çiftinde yer alan Zorlu, yurtdışında da önemli başarılara imza atmış. Son büyük başarısı, 2002’de kazandığı ve dünyanın en prestijli turnuvası sayılan Kuzey Amerika şampiyonluğu. Şimdilerde Nafiz Zorlu, bir süreliğine briçe ara verdiğini ancak geri dönebileceğini belirtiyor. Zorlu’nun ulusal formayı “belirsiz bir süre için de olsa” giymeme kararı, Türk briç sporu açısından çok önemli bir olay. Çünkü briçin ‘spor’ olarak kabul edilmesinde Zorlu’nun büyük emeği olduğu biliniyor. Briç Federasyonu’nun kurucu başkanı olarak 4 yıl idarecilik yapmış, bu 4 yılın bir dönemi de Altay’daki başkanlığıyla kesiştiği halde iki yükü başarıyla taşımış. Ayrıca iş dünyasındaki çalışmalarını sürdürüp Ulusal Briç Takımı’nda başarıdan başarıya koşmuş. Bu başarılarının ötesinde takımda ‘ağabey’ olarak yer alması, Zorlu’nun önemini pekiştiriyor. P ek çoğumuz bir rüya gibi hatırlıyor belki de o günleri... Tarih 17 Mayıs 2000... Yer Danimarka’nın Parken Stadı... UEFA Kupası’nda finale yükselen temsilcimiz Galatasaray, İngiliz devi Arsenal’i penaltılarla dize getiriyor ve Atatürk Havaalanı’na kupayla iniyor. Ülke olarak yaşanan gururun ve sevincin tarifi yok. Artık futbolda biz de varız düşüncesi kazınıyor beyinlere. Ardından gelen Süper Kupa daha da bir perçinliyor sevinci. Çok değil sadece 2 yıl geçiyor aradan... Bu seferki durak Kore... Ulusal takımımız 2002 Dünya Kupası’nda Güney Kore’yi deviriyor ve üçüncülük namzetini alarak ülkeye dönüyor. Çıta daha da bir yükseliyor. Artık, uluslararası arenada ulusal takım ve kulüpler düzeyinde çok daha büyük başarıların geleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Ne var ki o günlerden bugünlere doğru geldiğimizde, pek de iç açıcı olmayan bir gerçek tokat gibi çarpıyor yüzümüze. Yükselen çıtayı aşmak şöyle dursun, tabir yerindeyse mumla arıyoruz o günleri. Bu sezon Avrupa kupalarındaki son temsilcimiz Fenerbahçe’nin Hollandalı rakibi AZ Alkmaar’a elenişiyse hayal kırıklıklarına eklenen son halka oldu. Şükrü Saraçoğlu’ndaki ilk maçta rakibiyle 33 berabere kalan Sarı Lacivertliler, Hollanda’daki rövanşta 20 öne geçmelerine karşın sahadan 22’lik beraberlikle ayrılırken, o hep yinelenen soruyu 1 kere daha akıllara getirdiler: “Biz nerede yanlış yapıyoruz?”, “Kadro bakımından rakipleriyle aynı kefede bulunan, fizikkondisyon açısından da 90 dakika boyunca dişe diş mücadelesini sürdüren ekiplerimizin başarısızlığının altında yatan etken ne?” Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Üniversitesi’nde görevli Yrd. Doç. Dr. Kemal Nuri Özerkan takımlarımızın mental (zihinsel) açıdan hazır olmadıklarının altını çizerek “Takımlarımızda oyuncuları psikolojik olarak maçlara hazırlayacak kişilerin, 11 yani mentörlerin eksikliği söz konusu. Bu konunun üzerinde önemle ve ısrarla durulmalı” diye vurguluyor. Takımların hazırlık kamplarında fizikkondisyon açısından oyunculara gerekli yüklemeleri yaptığını belirten Özerkan, sporcunun bu performansı sahaya yansıtabilmesi için mental (zihinsel) olarak da hazır olması gerektiğini belirterek “Bu noktada mentörlerin önemi karşımıza çıkıyor. Mentör, sporcuya zihinsel antrenman yaptıran, değişik tekniklerle beden zihin ilişkisini nasıl kontrol edebileceğini gösteren kişidir. Ne yazık ki takımlarımız geçici çözümlerle sonuca varmaya çalışıyorlar. Mentör bulunduran 12 kulüp bile mentörün çalışmasını sadece çok özel durumlarda yoğunlaştırıyor. Diğer zamanlarda en iyi ihtimal ayda 1 kere mentöre ihtiyaç duyuyorlar” diyor. Futbol takımlarında yönetim adına futbol takımının sorumluluğunu üstlenen kişilerin çoğu kez bu görevi üslendiğini kaydeden Özerkan, “Bu kişiler futbol geçmişleri ve ağabey durumları gereği kuşkusuz yararlı oluyorlar. Ancak bu sorumluların yarışma kaygısı, yaşam deneyimlerinin kalıpları içinde kalmak gibi sınırlılıkları var. Oysa mentörlük özel bir akademik eğitim ve uzmanlık geKemal Nuri rektiren bir konu. Mentörler takım içi Özerkan. kaynaşmanın sağlanması ve bireysel psikolojik performansın sahaya yansıtılabilmesi için her aşamada görev alması gereken profesyonel kişilerdir” ifadelerini kullanıyor. Bir mentörün bir takım için ne kadar önemli olduğunun en somut göstergesinin Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanması olduğunu belirten Özerkan, “Galatasaray’ın o dönemde çok iyi mentör kadrosu vardı. Takımı öylesine stresli maçlara hazırlamak kolay değil. Sadece taktik açıdan, fizikkondisyon olarak hazır olmanız yetmez. Sonuçta Kopenhag’ta Arsenal gibi bir takıma karşı binlerce seyircinin önünde mücadele ediyorsunuz. Sporcunun fizyolojik hazırlığının yanı sıra mental (zihinsel) anlamda da hazır olması gerekli. Turgay Biçer başta olmak üzere konunun üzerine büyük bir önemle eğilen Sarı Kırmızılılar’ın yakaladığı bu başarıda mentörlerin payı yadsınamaz” diye vurguluyor.