05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ADNAN DİNÇER’LE FUTBOL Eposta:adnandincer?hotmail.com N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN AVRUPA’NIN Brezilya ekolü F.BAHÇE VE TÜRK FUTBOLU: Bu öykünün bir asırlık geçmişinden ziyade son 10 yılda ve özellikle Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı aldığı süreçten sonraki bölümüne dikkat etmek lazım. Fenerbahçe’nin Galatasaray başarılarından sonra iki önemli şansı oldu. Birincisini kendisi yarattı... İkincisinin nedeni Galatasaray. Fenerbahçe ezeli rakibinin önünü kesmek için kolları sıvarken özellikle Aziz Yıldırım yönetimiyle önce kurumlaşma ve tek sesliliğe yönelirken tüm köprüleri de atmayı göze aldı. Kendi içinde bir devrime kararlıydı. Kongre ve üye biçiminden ‘doğru veya yanlış’ taraftar tarzına ve ondan da önemlisi ekonomik boyutunda öne geçerek endüstriyel futbola iyi hazırlandı. Bu çalışmalar hâlâ devam ediyor. KADRO TERCİHİ: Aziz Yıldırım yönetimi teknik kadro seçiminde Mustafa Denizli’yle şampiyonluk kazansa da medyanın karşısına yabancı teknik adamla devam etme tercihini kullanmak zorunda kaldı. Daum Fenerbahçe’ye şampiyonluk getirirken; eleştirilmesine karşın kurumsal ve kararlı yapısını ortaya koyan Aziz Yıldırım, Avrupa kupalarındaki hedefine ulaşmak için teknik adamına sahip olma bilincini kulübe kazandırdı. ZICO’YA INANMAK: Geldiğinde hiçbir ulusal ve kulüpçülük düzeyinde başarısı olmadığı varsayımıyla hâlâ bünyeye layık görülmeyen Zico, hiç de belli etmediği planlı çalışmasıyla Fenerbahçe ekolünü oluşturuyor. Çok ileri giden eleştirilere beklenilen hiçbir yanıtı vermeyen Zico, sakin ve bilinçli bir stratejiyle Güney Amerika özellikle Brezilya’nın Avrupa temsilcisi kimliğinini Fenerbahçe’de yerleştiriyor. Şampiyonluğun kazanılmasını kabullenmeyen futbol medyası onun değişmesi için çok uğraştı. CARLOS GERÇEĞİ: Herkesin Real Madrid’de nüfus kağıdının eskidiğini onayladığı hatalı önyargıların etkisinden uzak bir kararlılıkla Roberto Carlos’u transfer eden Fenerbahçe, müthiş bir kimlik değişimiyle Avrupa takımı olma kapısını araladı. R.Carlos önce topluma, sonra takımına kendini sevdirirken, saha içi etkinliği ve yönetmenliğiyle Zico’nun elini güçlendirdi. Artık Zico yalnız değildi. Çünkü Alex de R.Carlos’un gelmesiyle kaptanlık pazubandının gereğini yerine getirmek adına daha ciddi ve koşan etkili bir taktisyen oluyordu. SEMİH GERÇEĞİ: Golcülük ötesinde taktik adam olarak Kezman, Zico’nun taktiğinin dışında kalırken biz hâlâ kendi gencimizin farkında dahi değiliz. Baskı ‘pres’, duvar olma, verkaç, duran top ve karambol gölcüsü olma becerisiyle Fenerbahçe’nin en önemli golcüsü Semih’tir. Bu futbolcunun kazanılmasında Zico ve Alex’in payı dikkate alınmalıdır. DURAN TOP: Son Galatasaray galibiyeti bir kez daha bu gerçeği çağdaş futbol düzeyine taşıyan tek takımın Zico’nun öğrencileri olduğunu göstermiştir. Gökhan ve R.Carlos’un taç atışlarındaki taktik uygulamalarına yenik düşen rakipler ilk kez ülkemizde bunun ne kadar önemli olduğunu yenile yenile öğrenecektir Fenerbahçe’den. Gökhan’ın uzun taç atışı, Semih’in Alex’e indirip kaleye döndüğünde topu önünde bulması bir çalışma, taktik başarı ve isabetli futbolcu seçiminin uygulamasıdır. Alex ve R.Carlos’un duran toplarda baraj ve rakip kalecilere yaşattığı korkulu pozisyonların önemi ortaya çıkmıştır. Zico bu anlamda çok isabetli ve taktiksel başarı getirmiştir takıma. SONUÇ: Fenerbahçe şu anda Türkiye’nin en güçlü takımıdır, en iyi futbolu oynamaktadır. Kurumsallık ve ekonomik anlamda endüstriyel futbol gerçeğine en çabuk entegre olmuş görüntüdedir. Taraftarı hızla artmaktadır. Futbol olarak, Türk takımı olarak gurur duyabiliriz. Ancak Türk futboluna ulusal alanda katkısının yabancı sayısının çokluğu ve oynadığı futbol ekolü açısından büyük değişim getirmesi şimdilik soru işaretidir. Bu çok farklı bir konudur. Abidin Dino ve ‘Tanrı’nın Eli’ Y ıl 1964. Paris’te yoğun bir çalışma var. 2 yıl sonra yapılacak Dünya Futbol Şampiyonası için bir sanatçı, futbolun resmini çizmeye hazırlanıyor. Futbolu çizmek için futbol oynamak gerekli mi? Ben doğrusu oynamak gerekli derim. Hatta bir spor fotoğrafçısının bir güreş bir futbol bir basketbol fotoğrafı çekmek için bu oyunları bilmesi gerekir diye düşünürüm. Çünkü spor saniyelerin içine sığdırılan bir aktivitedir. Ardından gelen saniye ve saniyelerin ne olacağını az çok tahmin eden birisinin deklanşöre basacağı anı bilmesi gerekir. Gerçi şimdi motorlar çıktı, saniyeleri kaydeden bir dizi kareden istediğin birisini seçmek kolaylaştı, spor fotoğrafçılığında mertlik bozuldu. Abidin Dino bir ressam, bir sanatçı ve gençliğinde oynadığı futbol döneminde kalmış, diyebileceğimiz kadar futboldan uzak, aradan yılllar geçmiş. Abidin Dino 20. yüzyılın yarısını geçerken, İtalyan ressamlarının futbola dönük resimlerine özenmiş olmalı ki kendisi de bir futbol belgeseline soyunmuş. Kararı karar... 1966 Dünya Kupası’nın belgeseli yapılacak ama nasıl? Bu sıradan bir futbol şampiyonasının ard arda eklenmiş futbol maçlarıyla dolu bir belgesel olmamalıydı. Futbolun bir sanat olduğunu vurgulayan bir belgesel olmalıydı Abidin Dino’nun imzasını taşıyan bu yapıt.Sanata kendisini adamış Dino. 30 kişilik ekibiyle çekeceği futbol maçlarının normlarını, kadrajlarına dek çiziyor, kameramanlarına talimat veriyor, yani futbolun resmini çiziyordu. Futbol Abidin Dino için 90 dakikalık bir oyun değildi. Futbolun içinde bir dünyanın olduğuna inanıyordu. Futbolun öncesi ve sonrasında neşe, coşku, bağırıp çağıran, rengarenk giysileriyle sokaklarda dans eden toplulukları düşünüyordu. ‘’Bir futbol filminde oyunun her saniyesinde futbolun keşfedilmesini bekleyen sihirli anlar’’ vardı. Ve Abidin Dino’nun belgeselinde futbolun bu felsefesi egemendi. 1966 Dünya Kupası’nın unutulmaz görüntülerini yansıtan gol, ‘’goal’’ isimli belgeselin dünya prömiyeri 1966’nın Ekim’inde Columbia Tiyatrosu’nda yapıldığında ‘’Dino’’ imzalı aksiyon futbolun aksiyon şiiri büyük ilgi toplamıştı. Ben o filmi daha sonra rahmetli Sakıp Sabancı zamanında onun ismini taşıyan Emirgan’daki müzesinde izlemiştim. Goal bir futbol klasiği, bir sanat belgeseli, futbolla seyrine doyum olmayan, sanatla futbolun kucaklaştığı bir çekim şaheseriydi.Maradona’nın yaşamını anlatan ‘’Tanrı’nın eli’’ filmi gösterime girdiği şu günlerde o futbol şaheseri belgesel bir kez daha getirilse, gençler ve de o günlerde belgeseli görme şansı bulamayanlar da futbolun keyfini yaşasa. Keşke..‘’Tanrı’nın eli’’ bir belgesel değil, bir yaşam öyküsü. Dünyada 1958’de başlayan ve 1970’lerde biten Pele efsanesinden sonra ünlenen ve bugünlere dek uzanan Maradona efsanesinin acıklı öyküsü. 1986 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye elle attığı gol sonrası gazetecilere, ‘’Bu gol Tanrı’nın golü’’ diyecek kadar da pişkin bir futbolcu. Maradona fakir bir ailede yetişmiş. Yoksulluğun içinden gelmiş olmakla Arjantin’de halkın simgesi olurken unvanı dünyaya yayılmış, Başkanlarla, diktatörlerle birlikte olmuş, hatta Bush’a kafa tutarak da dünyanın popülerleri arasına girmiş. İtalya’ya futbolun devleri ülkesine gelmiş, Napoli’deki tanıtım gösterisinde bile 60 bin onu kucaklamış. Futbolun ve şöhretin doruğuna çıkmış, sonra da müthiş düşüş başlamış. Öyle bir düşüş ki bunalımlar, uyuşturucular içinde yaşanan aylar yıllar, hastane köşelerinde krizler, kapısında bekleyen gazetecilere silah çekecek kadar bunalımlı günler ve doping yaptığı kanıtlanan maçlar ve kulüplerden kovulmalar... ‘’Tanrı’nın eli’’ Maradona’nın başladığından bugün geldiği noktaya dek yaşam öyküsü. Bir zamanlar yoksulluğun simgesi olan Maradona, bugün yoksulluğun içinde değil ama onun yaşadığını bir başkası asla yaşayamazdı. ‘’Tanrı’nın eli ‘’filmini getiren sponsor firma Aroma’nın bir yetkilisi, Maradona’nın yaşam öyküsüyle neden ilgilendiklerini şöyle açıklıyor... ‘’Maradona bir futbol zirvesidir. Ama Maradona bu zirveden pike yaparak çakılmıştır. Maradona gibi bir futbol devinin yaşamını ve uyuşturucu belasını genç kuşaklara anlatmak için bu filme sponsor olduk.’’ Dünya futbolunda da bizim futbolumuzda da bu kadar olmasa da buna benzer yaşam öyküleri vardır. Maradona bir futbol devidir ama onu ‘’futbolun bücürü’’ olarak tanımlayan dünya futbolu, ismini artık sadece ibret tahtasına koyuyorsa haksız da sayılmaz. Tanrı’nın ne onun elle attığı golde ne de onun bugünkü sefil duruma düşmesinde payı var, ama o hâlâ her fırsatta Pele’den üstün olduğunu söylüyor. 1958 Dünya Kupası’nda 17 yaşında Brezilya Ulusal Takımı’na giren Pele servetine servet katmış. Bugün de bir çok uluslararası şirketin tanıtım elçiliğini yapıyor. İşte Pele... İşte Maradona... Bundan iyi ibret örneği olur mu?.. Eposta:ayucelman?cumhuriyet.com.tr SPORUN VE SPORCUNUN YANINDA 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle