Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 NİSAN 2000. SAYI733 sıyla örtüştüğu bir dönemde yaşamışlardı. Bu temel değerlere sahip insanlann büyük çoğunluğu film kahramanlan gibi günümüzde uyum sorunlan yaşamakta ve acı çekmektedirler. Aynca turizme açılmaya çalışan, Istanbul ve tunzm merkezlerine hem çok yakın hem de çok az bilinen Bozcaada'nın ve hem ABD'ye çok yakın hem de çok az bilinen ve turizme açılmaya çalışan Küba arasında bir bağlantı olduğunu düşündük. Bizi bu bağlantılan kurmaya yönelten önemli nedenlerden biri de Metin Akpınar' ın bir TV söyleşisinde yaptığı değerlendirme oldu. Akpınarbu söyleşide; "Biz filmi çekerken Marmara depremi oldu. Hayatın içinde meydana gelen bu olayı da filme almak istedik, ancak Zeki ökten karşı çıktı. Çünkü onun ilginç birtarzı vardır. Zeki ökten, filmı öncekafasmdaçekervetamamlar, daha sonra da değiştirmez" dedi. Böyle bir kararlılık bize Sayın ökten'in gerçekte kafasında herkesin algıladığından farklı bir kurgu olduğunu ve deprem gibi güncel bir olayın bunun için de yeralmadığmı düşündürdü. Bu özellikleri adım adım keşfetmek, bizi üzen ve derinden sarsan Küba seyahatimizin en oyalayıcı yönü oldu. Bugüne kadar seyrettiğimiz en zekice fılmin hangisi olduğu sorulsa, hiç tereddüt etmeden "Altıncı His" cevabını verirdik. Bu değerlendirmeden sonra bugüne kadar seyrettiğimiz en zekice filmin "Güle Güle" olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Altıncı His'te rej isör M. Night Shyamalan bütün film boyunca seyirciyle eğleniyor ve en sonunda seyircisini filmin gerçeği ile yüzleştiriyordu. Oysa Zeki ökten hem seyirciye alt metnini göstermeyerek, hem de bununla ilgili herhangibirişaretvermeyerekhâlâsessizliğini koruyor ve belki için için gülmeye devamediyor. Biz filmle ilgili son bir bağlantı daha kurduk. Kurduğumuz diğer bağlantılar gibi bunu da kendisiyle paylaştığımızda ökten buna karşı çıktı. "Güle Güle" bize göre sosyalizme söylenmiş özel bir Güle Güle'ydi. Kendisi"Hayır"dedi. Bugörüşünedesaygı duyuyor ve bu yazının finalini de kendisine bırakıyoruz: "Ben sosyalizme güle güle demedim. Çünkü bunun doğru olduğuna inanmıyo 19 PAZARIN PENCERESINDEN Sekizinci bağlantı, Türkiye'ye çok uzak, doğası, kültürü ve ülkeyi oluşturan insanlann etnik yapısı bütünüyle farklı bir ülkede sadece adı olan ve bir tek kere görülmüş sevgiliyle yaşanan romantik aşk: Kişinin kendi düş dünyasında geliştirdiği üstün ideallerin ve hayallerin yansıtılmasıy la bütünüyle gerçekten kopuk bir yanılsama. Tıpkı ahlaki ve insani değeri yüksek 68 kuşağının, Granma'ya binen 64 kişinin Küba adasının güneydoğusuna çıkarak başlattığı kır gerillası hareketinin23aysonra31 Aralık 1958'de zafereulaşmasıve 1 Ocak 1959günüdünya devrim tarihinde bir sayfanın açılması gibi. Ondan sonra da yıllarca orada gerçekte ne olup bittiğini bilmeden bu uzak diyarla ilgili bir mutluluk rüyası görmekle Galip'in Rosa'ya olan tutkusu arasında büyük benzerlikvar. Dokuzuncu bağlantı, Rosa'nın film kahramanı Galip'in kendisinegelmesinebirkaç gün kala öldüğünün öğrenilmesi: Bizce ölen gerçekte Küba'daki sevgilisi Rosa değil, Küba'daki sosyalizm. 1990'daSovyetler Birliği 'nde ekonomik sıkıntılann başlamasıyla azalan destek, 1994 'te Sovyetler B irliği'nindağılmasıylakesilmiş. Bunun sonucu olarak ekonomisi bütünüyle bu ülkeye bağlı olan Küba'da zaten düşük olan hayat standardı hızla gerilemiş ve 1994'te en alt noktaya inmiş. Bunun üzerine ülke turizme açılarak kendisine sınırlı bir ekonomik destek sağlama yoluna gitmiş. Ülkede aylık kazanç 7 (yedi) dolar. Bir üniversite profesörü ayda 11 (onbir) dolar alıyor. Yoksulluk, temizlik malzemesi yokluğundan kaynaklanan her zemin ve dokuya işlemiş pislik ve 40 yıldır hiçbir yapının bakım görmemesinden ve gerçek anlamda sahıpsizlikten kaynaklanan pejmürdelik ve yıkıntı Küba'mn genel görüntüsünü oluşturuyor. Filmle ilgili kurduğumuz onuncu bağlantı, fılmin kahramanı Galip'in Rosa'nınölümünü bildiğı halde diğer arkadaşlanna söylememesi: Tıpkı Küba'daki sosyalizmin ö1düğünü herkesin bilip de bunu Fidel' in hatınna yüksek sesle dile getirmemesi gibi. Filminakışı içinde Küba'yayapılangöndermelerin dışında anayapıda da bazı bağlantı larmevcut. Filmin kahramanlan gençlik yıllannı, dünyada değişim rüzgârlannın yaşandığı, ahlaki ve insani değerlerin, anılmaya ve konuşulmaya değer bulunduğu ve bunlann sosyalist öğretinin dünyadaki yaygınlaşma Plevne'de ne olmuştu? SELÇUK EREZ / / g g er iki gazeteci barut dumanı • • arasından karşı sırtta alev alev I I yanan tabyayı seyrediyorlardı. Forbes, meslektaşı Villiers'e, "Bu gidişle akşam yemeğıne Plevne'deyiz galiba" diyordu. Boz dalgalar halinde Türk istihkâmları üzerine akan Rusların haykırışlarını sabah rüzgârı dört bir yana taşımaktaydı... Uzaklardaysa, vahşi kurtlann arasında uyuyan bir çocuk gibi Plevne kasabası, güneşte parlayan minareleri ve kilise kuleleriyle, vâdinin koynunda masum ve sessiz yatıyordu... Türk tabyalarından açılan ateşle büyük kayıplar veren Rusların birden çevreye ateş ettiklerı görüldü; tabya ve siperlerin önü ölüler ve başıbozuklann yataganlan altında can verecek yaralılarla doldu. Meslektaşları arasında 'Yanılmaz Archiebald' adıyla tanınan ünlü harp muhabiri Forbes, gazetecilik hayatında belki ilk defa yanılıyordu; çünkü .... adını dünyaya duyuracaklan ufak bir kasaba olan Plevne sokaklarında Rus çizmesinin dolaşmasına daha yüz kırk gün vardı." Şeniz ve Derin Türkömer'in Rupert Furneaux'dan "Tuna Nehri Akmam Diyor" başhğıyla (aslı, The Breakfast War") çevirmiş oldukları kitabı bir kez daha okudum bu hafta. Neden mi? Ne zaman birileri kalkıp geçmişte Türklerin yapmış oldukları soykınmlardan bahsaçarsa Plevne gelir aklıma da ondan; Plevne, başka nedenlerden de gelir aklıma: Büyükbabam Ismail Hakkı Paşa'nın evimin duvannda asılı duran resmınde, göğsünde taşıdığı anneannemin anlattığına göre birçok nişanı varken tek takındığı Plevne madalyasıdır. Rupert Furneaux, kitabının önsözünde, "1876 yılının yazında bütün uygar dünya, Türklerin Bulgaristan'da yaptıklan zorbalık ve kıyıcılık hikâyeleriyle çalkalanmıştı" der. O tarihlerde Daily News gazetesinin Istanbul'da bulunan muhabiri Bulgaristan'a gitmiş ve oradan Ingiltere'ye Türklerin, Bulgaıiara uygulamakta oldukları eziyet ve kırıcılıkları aktaran yazılar yollamıştı. Bu sırada Britanya'da başbakan olan Disraeli, bu yazıları gerçekdışı ve palavra olarak nitelemişti. Ruslar, Batı'da Osmanlılar aleyhine körüklenen bu olumsuz havadan da yararlanarak yürümüşlerdir Plevne'ye; asıl amaçları, Ege ve Akdeniz'e uzanmaktır... Plevne Harbi'ni ve sonucunu ana hatlanyla biliriz ama Türkömerler'in çevirdikleri bu kitap, bize bu çok önemli harp konusunda bilmediklerimizi de anlatır: Harbin sonunda Rus ordusunun komutanı Grand Dük Nikola, Plevne Müdafii Osman Paşa ile karşılaşır Grand Dük, Paşa'ya, "Plevne'yi muhteşem bir şekilde savundunuz. Bu savunma, tarihte çok önemli bir yer tutacaktırl" der. Sonra şunları öğreniriz: Osman Paşa, harbin sonuna doğru Plevne'den çıkışa karar verip harekete geçtiğinde dört bin kadar yaralı ve hasta Türk geride kalır. Bu dört bin hasta ve yaralının çoğu ve bakıcılan Bulgariar tarafından boğazlanmışlardır. Ağır yaralı ve sakatlara ya da yola çıkamayacak kadar hasta olanlara zarar vermeyeceklerine dair Tanrı adına ant içmiş olan Bulgariar, yine Tanrı adına bunlann boğazlarını kesmişler, parçalamışlar ve gözlerini oymuşlardır. Ruslarla beraber Plevne'ye girmiş olan Frank Millet adlı bir gazeteci, gördüklerini, "En geniş hayalgücü olanlar bile buradaki korkunç elem ve acının binde bırini bile aklına getiremez!" demiştir. Plevne ile Bükreş arasında soğukta yürütülen 5.000 Türk esir ölmüştür. Plevne'den yola çıkarılan 43.000 kişiden Rusya'ya varabilen 15.000 kişidir; bunların da yurtlarına dönebileni 12.000 kadardır... Bütün bunları, babaannemden dinlediklerım ve sonra halamkızı Selma'nın anlattıkları doğrular: Büyükbabam, Plevne Harbi'ne gönüllü olarak katıldığında 18 yaşındadır. Annesınin, harbe gitmemesi için sakladığı nüfus kâğıdını bulup kaçıp gitmiştır Plevne'ye... Harpten sonra olanları babaannem şöyle anlatmıştı: "Grand Dük Nikola, Plevne'yi geziyormuş. Ismail Efendi, Grand Dük'le konuşmaya karar vermiş. Türk ordusunda eczacılık yapan bir Ermeni olan Antuvan Efendi'ye, "Kitabın ve Put'un üstüne yemin et ki söylediklerimi, Grand Dük'e doğru çevlreceksin!" demiş ve olumlu yanıt alınca Grand Dük'ün arabasının önüne dikilmiş; durmuşlar; süngüler büyükbabama çevrilmiş. Ismail Efendi bir beyaz mendil sallamış ve "Size zaranm olmaz; sadece iki çift söz söyleyeceğim" demiş: "Bir savaşta bir taraf kazanır, biri kaybeder. Bunu siz kazandınız... Ama sizin askerlerinizin değil, Bulgarlann yaralılarımızın karınlarını deşip gözlerini oyduklarını biliyor musunuz? Bu insanlığa sığar mı?" Grand Dük, "Eğer söylediklerin doğruysa, yapanları cezalandınr ve bu kadar civanmertçe davranmış olan bir askeri de esir tutmam; seni derhal memleketine Gazi Osman Paşa gönderirim. Ama eğer yalan söylemekteysen ibreti âlem için seni bu meydanda kurşuna dizdiririm!" demiş. Ismail Efendi de "öyle ise lütfen hemen Sıhhiye Bölüğü'nün olduğu yere gidin; zaman geçse örtbas ederler!" demiş. Oraya varınca, olan biteni gören Grand Dük, büyükbabamla Antuvan Efendi'ye "Kuzey yoluyla Istanbul'a dönsünler" diyerek gerekli belgeleri verdirip onlan yola çıkartmış... Görüyoruz ki tek taraflı gaddaıiık ve soykınm iddialan karşısında ilk defa kalmamaktayız.. Ecdadımıza yönelik bu iddiaların yüzde kaçı doğrudur? Belli bir oranı gerçek olabilir... Pekı, yüzyıllarca iç içe yaşamış iki etnik unsurdan birinin alabildiğine gözünü kan bürümüş ve gaddar, dığerının de görülmemiş boyutta insancıl ve adaletli olabilmesi olası mıdır? Biraz eşeleyince bakın gaddarlığın sadece bize özgü olmadığını kavrıyoruz. öyleyse niçın ikide birde dedelerimi ve büyükbabalarımı kanlıkatıl ilan edip benim, özür dilememi ıstiyorsunuz? Eğer böyle gaddarlıkları kınayacaksak hiç olmazsa şimdı daha adaletli olalım ve gelin sadece benim değil, tümümüzün geçmişini ayıplayan şarkılar besteleyıp anıtlar dikelim! < "Güle Güle"deZekiAlasya ve Merın Akpınar...