Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
I EYIAI1. 19%. SAYI545 BAŞKENT GUNLERİ Babakale'de birkaç saat MÜŞERREF HEKİMOĞLU aşkentten küçük bir konuğum var, Mert Türkan, on bir yaşında, orta okula başlayacak. Sınav gerilimiyle hayli yoruldu, mavi Körfez'de dinleniyor. Dağları, kıyıları geziyoruz, tarihimizi, coğrafyamızı anlatıyorum ona. Balkonda güneşi uğurladığımız yere götürdüm geçen gün. Her akşam başka bir renk şölenine dönüşen Assos kıyılarına. Küçükkuyu'dan Behramkale'ye giden kıyı yoluna zeytin Rivierası diyor yabancılar. Bir yanda daglar, gür, yeşil zeytin ağaçları, bir yanda mavi deniz, benim çok sevdiğim Assos mavisi, Iznik çinilerinden Kütahyalı çinı ustası sevgili Sıtkı Olçar'ın kuşlarına, tabaklarına, kaplumbağalarına uzanan mavi. Babakale'ye varınca mavi aklaşıyor birden. Nerede olduğunu şaşırıyor insan, denizde mi, karada mı, yerde mi, gökte mi, masmavi bir dünyaya yeniden doğar gibi. Her yaz birkaç kez uzanırım Babakale'ye, Karayel'in küçük karasında otururum bir süre, balık teknelerini seyrederim, birine biner mavi yolculuklar yaparım hayalimde. Mıdilli adasına göz kırpar, el sallarım. Çok iyi bılmiyorum ama Safo'nun dizelerıyle yüzyıllar öncesine de uzanırım kimi zaman. Belki anımsarsınız, bir önceki hafta da söz ettim Safo'dan. Yazımın yayımlandığı pazar sabahı Istanbul'dan telefon etti Hüseyin Katırcıoğlu. Bir süredir o da Safo'ya takılmış meğer, dünyamızın ilk kadın ozanının dizelerinden bir oyun oluşturmayı tasarlıyor Dergimizdeki yazıyı okuyunca hayli şaşırıyor. Şaşırtıcı bir rastlantı gerçekten. Ben bir düşten söz ediyorum, Hüseyin Katırcıoğlu gerçekleştirmeyi düşünüyor. Birbirimizden haberimiz yok. Kimbilir ne güzel bir oyun olacak, Behramkale sokaklarında mavi şarkılar söyleyerek danseden mavi kızlar geldi gözümun önüne. Küçük konuğuma Babakale'ye ilk gelişimi anlatıyorum, Aziz Nesin ıle bırlikte, alanda kocaman bir tahta ev vardı o zaman, tavanında güzel oymalar ve resimler, kale komutanı otururmuş vaktiyle. Kalenin öyküsünü de ilgiyle dinliyor küçük Mert. Ölüme dek tutuklular çalışıyor yapıda, kale bitince özgürlüğe kavuşuyorlar. Doğdukları yere dönmüyor, kalede yaşıyorlar artık. Hâlâ birkaç bıçakçı var kalede, kuşaktan kuşağa taşıyorlar bıçakçılığı, onlardan biri de Mustafa Tosun, annesi Girit kökenli, babasının kökenini bilmiyor, kimbilir hangi ilden, hangi köyden. Babakale'de yüzlerce tutuklu biraraya gelmiş vaktiyle. Özgürlük özlemiyle kaleyi bitirmişler. Torunları balıkçılıkla uğraşıyor bugün, pembe balık ağları örüyorlar, belki daha önce de yazdım, balıkçıiığı bir öğretmen geliştiriyor Babakale'de. Çanakkale Boğazı'ndan Istanbul'a ya da aşağıya Izmir'e, adalara uzanıyorlar. Osman Çiçek'i saygıyla selamladım pembe ağları seyrederken. Mavi masallar yazan bir öğretmen. O kahvede yangınlardan da söz ertik elbet. Üç yıldır yanıyor yeşil tepeler. Mustafa Tosun'un ürettiği bıçaktan daha keskın bir gerçek, bir acı bu. Bir kaleli öfkeyle açıklıyor, yertiler değil yabancılar, köylüler değil kentliler yakıyor ormanlanmızı! Ağacı bilmiyor onlar, betonda yaşıyorlar, ateş yakmasını da bilmiyor, ateşe buluyorlar her yanı. Biz ağacımızı yakar mıyız hiç! O bizim bir parçamız. Betonda yaşayanlar deyimi çok hoşuma gitti. Ağacı da bilmiyor, denizi de, kumu da, insanı da, sevgiyi de, dostluğu da. Bu çıplak kara tepeler yeniden kaç yılda yeşerir kimbilir. Bir kibrit aleviyle yokolan değerlerin yeniden yaşama dönmesi kolay değil. Dostluklar da öyle değil mi? Barış içinde şarkı söylerken, halay çekerken bir haber havayı soğutuyor birden. Gökçeada'ya hafta sonu tatiline giden bir dostum anlattı, dondum kaldı. Adada Yunanlılar da var, şarap içiyor, birlikte şarkı söylüyor, dans ediyorlar. Derken biri geliyor evlerden, Kıbrıs'ta yaşanan olayı dinlemiş TV'de. Haydi herkes evine gidiyor, B Uğur Mumcu: Doğıınıu coşkuylu kullandı... Ölmezliği kanıtladı. kepenkler kapanıyor, Yunan konuklar da hızla kaçıyor adadan. Atatürk'ün dış politikası kalıcı barışı amaçlar değil mi? O politika uygulansaydı olaylar bu aşamaya gelemezdi bence. Midilli'nin ışıkları Babakale ışıklarına karışırken, güneşi selamlayan horoz sesleri iki yandakileri de aynı anda uyandırırken, barışa ters politikalara sıcak bakamazdı halklanmız. NATO'nun güney kanadındaki soğuk esintilerin, bu soğuk esintiden yararlanan kimi devletlerin davranışına gerçek yorumlar yapmaktan geri kalmaz, barışçı politikadan ödün veremezlerdi. Ancak güzel bir olay, hükümetlerin soğukluğuna karşın Ege'ninbarış gölü olmasını özleyenler ağır basıyor hâlâ. Çeşme'deki yontu sergisini duydunuz mu? Yunanlı bir sanatçıdan barışa çağrı sergisi. İki ülkenin politikacılarına da bir uyarı bence. Taşı, mermeri, ağacı oyarak barışa dönüştüren ellerden bir çağrı. Çünkü onlar ancak savaş rüzgân, gerilim üretiyoıiar değil mi? Şu günlerde, Kurtuluş Savaşımızın parlak zaferlerinin kutlandığı bu doğa parçasında bulunmanın özel bir duyarlığı var sanırım. Dağlara, denizlere, güç koşullar içinde iç ve dış güçlere karşı savaşarak vatan kurtaraniara, çöken bir imparatorluğu geride bırakıp çağdaş bir devlet, laik Cumhuriyetimizi kuranlara karşı suçluluk ve sorumluluk duyuyorum nerdeyse! Nereden nereye, nasıl geldik? Bu gelişte hiç suçumuz yok mu acaba? Meydanı boş bırakarak, susarak, yan çizerek, ödünler vererek vardığımız ortam hepimizi göreve çağırmıyor mu bugün? Bu görevden geri kalırsak Kurtuluş Savaşımızın özüne ters düşmez mjyiz acaba? Bir toplum için en acı olay kurtuluş savaşının özüne ters düşmek, bağımsızlığın bilincinden uzaklaşmak bence. Ama mutlu bir gelişme var toplumumuzda. Yoz ortama karşın rengini yitirmeyenler, yitik değerlere karşın değer yargılarını degiştirmeyenler, ödün vermeyenler, özveriden geri kalmayanlar da az değil. Laiklik bilincfnin derinleştiğini belirten olaylar da yaşanıyor her yerde. CUMOK buluşmaları da belli bir dayanışmayı sergiliyor tüm ülkede. Ayyalık grubuna ören'den de katılanlar hep birlikte dağlara tırmandılar. Bilge dostum Ida da Cumhuriyet okurlarıyla buluştu, laik cumhuriyetimizin ilkelerine inananlann birlikteliğine tanık olduk geçen hafta. Yazarımız Uğur Mumcu'nun doğum gününü dağlar, denizler de kutladı coşkuyla. Kurtuluş Savaşımızın onurlu bir eri, bir şehidi gibi selamlandı Uğur Mumcu. Bence çok anlamlı bir selam bu. Çünkü Kuvayı Milliye'den bir uzantı Uğur Mumcu, ölmezliği bu ruhtan kaynaklanıyor, doğum günündeki coşku da Uğur Mumcu'lara duyulan özlemi kanıtlıyor. Kuvayı Milliye ruhuna yabancılaşanları da uyarıyor kuşkusuz. Görevimiz özlemi Başka aıtne ve babalar aynı acıyı yuşamasmlar diye istiyorlar burıy... Barış, Seni İstiyorlar Scni istiyorlar duğlar, barış, yaşamak için scssizce. Kurulmak için koltuğuna kardan yapılma tacıyla, kaygısızca bakıp geçışine önünden ardarda yüzyılların. Ormanlar scni istiyor, barış, tırmanmak için dağlara rüzgârda savurarak saçlarmı. Altın sansı öğle saatlerinin aydınlatniası için sessizliği, çırpması için avuçlarını parlak güncş ışınlarının. Seni istiyor sular, barış, koşmak için yamaçtan yamaca, ırınak olabilmek için giderek, âşık olup birleşmek için toprakla. Insanlar da istiyor seni, barış, beşiklerin kırılnıaması için, uınutla dolu kalması için teknelerin, yavaşça kayması için kuğular gibi scvinçle sularda. Scni istiyor ananın yürcği de, yüz yapraklı bir gül açılsın diyc, cğilirkcn üstünc uyuyan yuvrusunun; babanın eli dc okşasın yinc yanağını çocuğunun, okşasın diyc demiri, tahtayı, ok.şasın diyc taşı, malayı, okşasın diyc yorgun boynunu, okşasın diyc diktiği zcytin ağacını, okşasın diye sofradaki ekmeği, scvdiğinin alnını okşasın diye scni istiyor, barış. Gecclcyin ansızın uyanan genç kızın yüıeğinde ilk kc/ çağıldayan o günc dck hiç tanımadığıduygulan dilc gctirsin diye, türkiilcri erişsitı diyc yükscklere, düşlcri gibi, sevgisi gibi, seni istiyor barış. Seni istiyor insanlar, barış, güzclcc karınlarını doyurabilmck için, içebilınek için l'ışkıran sarhoşluğunu rcnklcrin, biçimlcrin, seslerin kitaplardan, mcrmcrlcıdcn; elc alarak dizginlcrini bir at gibi dörtnala koşan hayal güçlcrinin, donatabilmek için sanatla uğuldayan düşüncc pctcğini; yaşayabilmck için, yaratabilmek için, türkü söyleyebilmek için seni istiyorlar. Ben de istiyorum seni, barış, saçabilmck için şarkımı tohum gibi avuç avuç, ulaştırabilmck için hcryana, kızıl atcşten çıkan yalıınlar gibi savrularak rüzgârda, güvcrcinler gibi nakışlar çizcrck, şahinler gibi cirit atarak havada, dağıtabilmek için saçlarını yorgun kardcşlerimin; serinletebilmek için yanan alınları, yorulan elleri, yükscltebilmek için mcrmcrdcn bir zafcr anıtı gibi bütün görkemiyle ve önünden geçmesi için insanlığın, bir türkü olabilmek için alacakaranlığında akşamın, düş gibi hafif, ipek gibi yumuşak. Seni istiyorum, banş, güzeller güzeli, scvgililcr scvgilisi. Şarkılar söyliiyorum senin için, övüyorum, yüceltiyorum seni. Senin için uyuyorum, uyanıyprum senin için her gün soluk alışım, davranışım. Bayrak yapıyorum senin için düşüncenıi, senin için konuşuyorum. Kalemiın, kılıcım, tüm varlığım senin için barış, senin için! Thedosis Piycridis (Çevircn: M.Çolak/A.Bczirci)