Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D OĞADA YAŞAM Haldun Aydıngün R K ASGELE Raif Ertem Kaybolma sanatının incelikleri Bir dönem, o kadar çok yol yitirdik ki artık tüm hazırlığımızı, nasıl olsa kaybolacağız diye yapmaya başladık. Çünkü önemli olan, yolu kaybetmemek değil, yanımızda hep yeterli yiyecek, su ve kamp malzemesinin bulunmasıydı. Daha yola çıkarken evdekilere, planladığımızdan iki gün geç geleceğimizi söylüyor, ne olur ne olmaz diye de iki günlük fazladan yiyecek taşıyorduk. aranlık basalı iki saat olmuştu, artık hiç kimsenin yürüyecek gücü kalmamıştı. Zaten gözgözü görmüyordu. Karla kaplı orman yolundan ayrılıp hemen yandaki ağaçların altında, kuru alanlara yerleşmeye başladık. Yarısı ilk kez dağlara gelen 23 kişilik ekibimize lstanbul'daki toplantılarda açıkça kaybolabileceğimizi anlatmış ve şimdi de kaybolmuştuk. Kimse durumdan şikâyet etmiyordu; ne de olsa her şeyi önceden gören (sadece doğru yolu bulamayan) tecrübeli rehberleri vardı. Gece, olması gerektiği kadar feci ve unutulmaz geçti. Güneşin ilk ışıklarıyla tüm programımızı değiştirip bulunduğumuz dağın batısını boydan boya geçen karayoluna doğru yürümeye başladık... Batı'da doğa sporcuları için vazgeçilmez olan 1/25.000 ve 1/50.000 ölçekli arazi haritalarının kullanımı yurdumuzda yasaktır. Bu yüzden, biz de CB telsizlerinde olduğu gibi bir gün bu haritaların da özgürlüğe kavuşacağını umarken, boş durmayıp elimizde doğru dürüst bir harita olmadan, bilmediğimiz arazilerde seyretmenin yollarını öğrenmeye çalıştık. Bunda da belli bir birikim oluşturduk. İlk başlarda yerel halka sorup yolu öğrenerek her yerden her yere gidebileceğimizi sanıyorduk. Yanıldığımızı kupkuru vadilerin dibinde aç susuz kalarak öğrendik. Çünkü köylü vatandaşlarla aramızda derin bir "dil" sorunu vardı sanki. lçinde doğup büyudukleri dağlarda, ormanlarda bizim ne gibi hatalar yapabileceğimizi kesinlikle anlayamıyorlardı. "Çatal'dan sağa sapın, hemen varırsınız" dendiğinde, esas söylemek ıstenen, "Yolda 76 lane sapak var, siz sadece 42'nciden gaga saparsanız istediginiz yere gidebilirsiniz" olabiliyordu. Zamanla köylülere yol sormaktan iyice vazgeçtik. Ancak köylerden hayvan kiralayıp yüklerimizi taşıtmak çok iyi oluyordu, çünkü hayvanların sahibi bizi istediğimiz yere en kısa yoldan götürebiliyordu. özellikle biraz elimiz para gördükten sonra bu çok etkin yöntemi sık sık kullanmaya başladık. Bu arada geliştirdiğimiz bir başka yöntem de kaybolma olayını mümkün olduğu kadar kontrollü yaşamaktı. Bir dönem o kadar çok yol yitirdik ki ar K Batıda doğa spoıruları ıçın vazgeçilmez olan 1/25 000 ve 1 /50 000 fflçeklı arazı harıtalarının kullanımı yurdumuzda yasaktır Hartta Genel Müdurluflü'nün serbestçe sattığı 1/500 000'lık harıtalarda ıse arazının detayını görebılmek mümkün değıl tık tüm hazırlığımızı nasıl olsa kaybolacağız diye yapmaya başladık. Çünkü önemli olan yolu kaybetmemek değil, yanımızda hep yeterli yiyecek, su ve kamp malzemesinin bulunmasıydı. Daha yola çıkarken evdekilere planladığımızdan iki gün geç geleceğimizi söylüyor, ne olur ne olmaz diye de iki günlük fazladan yiyecek taşıyorduk. Bu arada Harita Genel Mudürlüğii'nün serbestçe sattığı 1/500.000'lik haritaları denedik. Bunlardan arazinin detayı, örneğin l/25.OO0'lik haritalara oranla 20 kez daha azdı. Sadece çok genel hatları, yerleşim bölgelerinin yerlerini görmekte kullanıyorduk. Bunlar da çok küçümsenecek seyler değildi, örneğin yazının başındaki küçuk olayda da olduğu gibi gidilen yörcnın hiç olnıa/sa bir yanını "sağlama almak" için bu haritalardan yararlanıyorduk. Bir örnek vermek gerekirse Bolu Köroğlu dağlannda yururken kuzeyimizde F.5 Karayolu'nun güvencesini hep hissediyorduk. Çünkü eğer dağda kaybolursak hep kuzeye yürüyerek, en çok bir günde nasıl olsa söz konusu yola bir yerinden çıkacağımız biliyorduk. Aynı teknikle nehirleri, büyük dağ sıralannı, içinde gezilen yöreyi belirleyen sınırlar olarak kullanıyorduk. Bu gibi durumlarda biraz pusula kullanmak gerekıyordu, ancak orta halli bir arazi pusulasıyla kaba bir yön almak yeterli olabiliyordu. Harita olmamasına rağmen elimizdeki pusulayı daha ha&sas kullanarak bazı başka tedbirler de alabiliyorduk. YUrüyüşe başladığımız noktadan itibaren her evrenin pusula açısını bir deftere kaydediyorduk. Böylece hiç olmazsa aynı yolu takip ederek geri dönebilmeyi garanti altına almış oluyorduk. Bir de sisin kopkoyu indiği durumlar vardı, bunlara Uludağ'da çok sık rastlanabiliyordu. Görüş mesafesi o kadar azalıyordu ki en iyi haritalarla bile yolu bulabilmek imkânsız olabiliyordu. Böylece zamanlarda en iyi çare, çadırını kurup sakin sakin havanın açmasını beklemekti. Turkiye'deki yokluklarla ilgili iki seçeneğimiz vardı; ya "Bu iş bizim memlekette yapılmaz", diyecektik, ya da elimizden geleni yapacaktık. Bi? ikincisini seçtik! N TARMSAL KORUMA HAŞERE YOKETME SERVtSl HAŞERE ve FARE derdinize KESİN ÇÖZÜM 371 24 34 flzım'ı aradım Beyoftlu'nda. Kolcuoglu'nu. Yazıhanesi Istiklâl Caddesi'nin üstundeydi. Yeni bir yapıydı. Büyük. lçinde asansör de vardı. Hatta Kemal Okvunuı da oradaydı. Yerini bulamadım. Yapıyı bulamadım. Üstelik kocaman bir şeydi... Istiklâl Caddesi'ndeki yeni yapıları öğrenemedim. Bir türlü yerlerini bulamıyorum. Yabancısı gibi geliyorlar bana. Sanki her gün yer dîğıştiriyorlar. Tünel'den başladım. Taksim'e doğru yürüdüm. Yok, yok!.. Taksim'e çıkarken durdum. Eski oturduğum evi aradım. Cumbalı eski bir yapıydı. Altlnda "Kurukahveci Mehmet Efendi" vardı. O da gitmis. Yerine, alüminyumdan bir ev konmuş. Belki bugünlük ziyarete gelmış. Yamndaki duruyor. Eski şekliyle duruyor. Eski ve yeni, gu/cl ve çirkin, sıcak ve soğuk yan yana... Eski yapıya sordum. Bu yeni yapılar misafir mi geldi? Ne kadar kalacak bu konuklar? Once yanıtlamak istemedi. Belki konuşmaktan korktu. Sonra usul usul, derinden gelen bir scsle... Eski, tanıdığım bir sesti bu, "Temelli geldiler" dedi; "Yerlev Uler!" Sustu. Yü7ünde yılların, yılların ızleri. Boynunu buktu, yaslandı. Tüm yalmzlığıyla geçınişıne. Oysa bu iki yapı yan yanaydı. Belki de aynı ustanın elinden çıkmıştı. Aynı zamanda. tki arkadaştılar. Komşuydular. Yılların anılarını sırtlamışlardı. Taşıyorlardı. Yarınlara, yarınlara! Şimdi tek başına. Kardeşini, komşusunu götürmüsler. Bir daha dönmcmek üzcre götürmüşler. Yalruzlık ürkütür insanı. Dayanma gücü yiter. Bir gün koyuverir kendini. Zaten gözlcr Uzerindedir. Götürürler bir bir... Evle birlikte anılarım da gitmiş. İlk gençliğimin. Oysa şuradaydı. Çatı katı tek bir odaydı. Bir masayla bir yatak sığardı. Tüvaletine üç basamakla inilirdi. Akşamları çokça konuklarım olurdu. Beyoğluna çıkıp dönemcyenlcr. Aşağıdan kapıyı vururlardı. Bağırırlardı. Yukarıdan anahtarı atardım. Kalabalık olduğumuz geceler. Sabahı oturarak beklerdik. Ya da sırayla yatardık. Saatim geldi. Pasaj'da Derin Türkömer'le buluşacağız. I asaj duruyor. Ycrinde duruyor. Ama bira/. fazla boyanmış ihtiyar!.. Tcpesini kapamışlar. Fıçılar masa olmuş. Tabureler sandalye Çın çın ötuyor... Cavit oradaydı, 'Enlclektüel Cavil.' "Gelmiyorsunuı arlık" dedi; eskıden gelenleri tek tek saydı. Andık. Geçmişi aııdık. Kuruş hesabıyla bira içtiğimiz günleri. Derin Türkömer de dertlı. Çıktım. Kafam süslü. Beyoğlu da süslü. Tanıdık yüz aradım. Istiklâl Caddesi'nı boydan boya aştım. Çıkmadı, çıkmadı. Duvarlar yeni; yuzler yeni. Sanırım biz, 'yabancı' olmuşuz. Eski yapılar konuk!.. Ne derseniz deyin arkadaşlar; Beyoğlunu Beyoğlu yapan, eskiden kalmışlar, kırık dökük. tşte, onlarııı yuzü suyu hürmetine. Çıkıyoruz ama Ke/oğlu'na. Içimde bir sızı! Kusura bakma Fual Akkoyunlu. Arif de alınmasın. Çıkıyoruz! Rasgele!.. D Neden Beyoğlu? 27