07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

/ici olarak bile oyunlara katılmaları yasakaıyordu. özenle seçilen hakemler büyük yetkilere hipti. Kararlarına karşı itiraz hakkı yok. Hakemler yanşlara katılacak oyuncuları •lirliyor, bunları belli yaş gruplarına ayırı>rdu. Çünkü gençler için düzenlenen yarışalar, diğerlerinden ayrılmıştı. Güreş ve >ksta da kimin kiminic karşdaşacağını beleyen hakemler, kurallara karşı çıkanlan zalandırıyor, kazananları ilan ediyor ve lülleri dağıtıyordu. Oyunlar başlamadan önce atletler, babarı, erkek kardeşleri ve antrenörleri kurban; bir domuz üzerine, kurallara karşı çıkmaıcaklarına dair yemin etmek zorundaydılar. tletler ayrıca on ay boyunca özenle antrenan yaptıklarına ilişkin de yemin ediyorlar. Sporculann ve at yarışlarındaki alların ışlarının belirlenmcsinde bilirkişilik yapanrın da yemin etme zorunluluğu vardı. Çeşitli dallardaki yarışlar, hiçbir zaman ayanda değil, arka arkaya kâh stadyumda, ih hipodromda yapılıyordu. Nedeni kesin arak bilinmemekle birlikte, gerek yarışmaların gerek antrenöflerinin oyunlar boyunca çıplak" olmaları kuraldı. Fayton yanşları ;k gözdeydi, ancak güreşler de büyük ilgi »pluyordu. Güreşlerde, bir sporcu yaşamıkaybettiğinde, "şerefli" bir ölümden söz liliyordu. Yanşlara, kurban kesilerek sık sık ara veliyordu... Tanrı Zeus için kurban edilen ıeklerin sayısı yüzü buluyordu. Yarışmalan sonunda birincilikleri ilan edilen sporcurın boynuna, zeytin ağacı yapraklarından ıpılmış bir çelenk geçiriliyordu. Yarışlarda inci ya da üçüncü gelenler, hiç dikkate alınnyordu. Oyunlar da elbette görkemli bir ziıfetle sona eriyordu... Nasıl oluyordu da I . ö . 8. ve 7. yüzyılda, limpiyat oyunlan böylesine büyük bir anını kazanabiliyordu?.. Pek çok ulusta olduğu gibi eski Yunan'da a yarışlar cenaze törenlerinin bir parçasıyı. Ama Yunanlıların spora özel bir önem .•rmelcrinin, kuşkusuz başka nedenleri de ırdı: Yunanülar, tanrılarını yarışlar ve sporf başarılarla hoşnut tutabileceklerine inanıorlardı. Üstelik bu oyunlarda, birbirlerinen bağımsız ve içine kapalı olarak yaşayan ım Yunan siteleri bir araya geliyorlardı. Ayca Yunan soyluları, bu şenlikte, zenginlik•rini gösterebilme, bağışlarda bulunabilme e kentlerindeki dayanışmayı güçlendirme nkânına kavuşuyorlardı. Yanşlara genelde, "iyi ailelerden" sporcutr katılıyordu. Ama zamanla, sporda da demokratikleşme" göze çarptı. Yetenekleı keşfedilenler, kentlerinden özel bir destek orüyor ve eğitiliyorlardı. Buna rağmen, kaananlar arasında aristokratlar çoğunluktayı. Bazı aileler ise olimpiyatlardaki başarılaını kuşaklar boyunca sürdürebiliyorlardı. .eytin ağacı yapraklarından yapılan çelenk abadan oğula, oğuldan toruna geçiyordu. Yarışlarda galip gelenler, cevrede büyük ir saygınlık görüyorlardı. Hatta anılarına diilen heykellerin doğaüstü güçlere sahip oluğuna inananlar bile v.^rdı. Ustelik bu gapler büyük zenginliklere kavuşuyorlardı. lentlerinde, görkemli törenlcrle karşılanıyor e pek çok imtiyazdan da yararlanabiliyorırdı. D GÜNLÜK SalâhBırsel Sinağrit baba çer. ZUlfıyeler'in, Tahirler'in, Kör Hafızlar'ın ve de Sarışın Azadeler'in mahallesidir o. Evini de bilirim. tki katlı bir yapıydı. Oktay'ın tifodan yattığı günlerde, bir sarı sıcakta oraya gitmiş, sokak kapısından girer girmez karşılaştığım merdivenle üst kata çıkarak, hemen oracıktaki el kadar sofada yer tutmuştum. Oktay, kapısı ardma kadar açık odada, ikı kışılik bir karyolada yatıyordu. Daha doğrusıı oturuyordu. Ben hastalık bana da bulaşacak diye büyUk korkular geçirmistim. 1946'da o, ben ve bızim takırn (Fahır, Behçet, Naim, AriQ Yenillkler'i çıkarmıştık. özdemir Asaf, Orhon Murat Arıburnu, Kenan Harun, Edip Köknel, llhaıı tleri de bizdendi. Dergi, dördüncü ve beşinci sayıları bir araya getirerek son buldu. Oktay, o sayıya Sait'ten (Faik) "Havuz Kenarı"nı almıştı. Beyazıt Meydam'ndaki havuzu dile getiren öykü, sonradan Sait'in bir kitabına ad olacaktı. Yalnız "Havuz Kenarı" yerini "Havuz Başı"na bırakacaktı. Yenillkler o yıllarda yankı uyandırmış bir dcrgidir. Can Yücel'in ilk şiiri de orda yayımlanmıştır. 19S0'de de Oktay'la Jean Anouilh'un Vahşi Kızını çevirdik. Oyun bir yıl sonra lstanbul Şehir Tiyatrosu'nda tiç hafta oynandı. Üç hafta o yıllar için büyük bir jeydi. Çoğu oyun afışte iki ya da bir hafta kalırdı. 45 yıl! lnsanı bellekler yaşlandırıyor. lümde 171 dizenin sadece on birinde " k " buldum. Bunların ikisi de "gördük", "porçük" gibi in,ce "k". "Karacaoğlan'ın Bir Şiiri Uzerine Çeşitlemeler" adlı bölümde ise, yanlış saymadımsa, iki yüz on Uç dizenin sadece üçünde "k"ya rastladım. Melih Cevdet Anday: Kuşlınn tela$ından belli Gec kaldık, ay yapraklan Içinde Topragın en gıizel guniydi. • Oktay Rifat'ı bu yılın nisan ayında yitirmiştik. 7 Hazlran 1988 ktay Rifat'ın büyük bir şiir ustası ulmasımn başlıca nedeni sözcükleri sevmesi, onlann ne vakit düzyazı, ne vakit de şiir olacağım bilmesidir. Ama sözcükler yerine kan akmaya, yoksulluk dökülmeye başlayınca her şey durur. lmge tıkanır, sözcük gerilcr. Yalnız, azbiraz sonra sözcükler bu kez şahlanarak, vayvillimler atarak sahnesini ahr yeniden. Oktay Rifat: Bir yaprak kıpırdasa gecede Tulunur da dalında agaca Bir sdzcük kıpırdar iki hece. Bir çisentl başlasa gecede Bir I U damlasa sessizllgine Sözcüklerdlr sozcuklerdir ylne. Ama bir kan dokulmeye görsün Kızarsa da lopragı dllinln Cesetler kalır yerde ııpuzun Kurşıınlanmış agıllardan öte. 4 Ağustos 1988 N u r e r Uğurlu'yla, Sunar'da, kavaklara karşı. Kaleden kaleye şahin uçurduk. Nurer: Kimi yazarlar vardır yazısının sonunu bir türlü kestiremezsiniz. Maviyi anlatıyorlarsa onun tüm tonlarını birbirinden ayırdetmesini bilirler. Ataç gibi. Saıt Faik gibı. Ben buna satırlann altını okumak derim. Nehirlerin yatağındaki anlamları sökmesini bilmeden büyUk melodramik adımlar atümamalıdır. KUçük hatve'ler atılabilir. Nurer, eski günlerle ilgili, gözyaşartıcı itiraflarda da bulundu: Biz, sizlerin açığını yakalamaya çaJıştrdık. Orhan Kemal'in öyküsü mü okunuyor? Eleştiri hemen gclir: "Bu tümcede çuvallamış. Ben olsam..!' Gençliklerinde, tstiklal Caddesi'nı nasıl kazıdıklarını da anlattı. Bu 1960'tan önceki yıllarmış. Baylan'da baylandıktan sonra topluca sokağa çıkarlar, ilkin Fransız KultUr Merkezı'ne kadar uzanırlar, ordaki parmaklıklara dokunduktan sonra dönerler, bu kez de caddeyi tersine akışla tararlarmış. Galatasaray Postanesi'ne gelince dur. Orda bir tabela varmış. Tabelaya da imza attıktan sonra gelsin yine aynı kazmalar. Kazıma işine kimler katüırdı? Bütün Baylan. Ama Uç sıra halinde düzen tutardık. En önde Oktay Akbal, Naim Tiralı, özdemir Asaf olurdu. Yani en büyüklerimi/.. Onları Attila llhan, Ahmet Oktay ve de filmci Metin Erksan izlerdi. Yani ortancalanmız. En arkadan da biz, hazır kuvvet, gelirdik. Yani? Yani Hilmi Yavuz, ben, Adnan özyalçıner, Kemal özer, Erdal ö / , Leyla Erbil, Sevim Burak, Sınan Bıçakçı, karikatUrcü Tonguç Yaşar, Eflatun Nuri ve de Yalçın Çetın (merhum). Sinan on yıla yakın Paris'te kaldı. Dönüşte: "Türkiye artık çağdaşlaşmıştır" dedi. Çünkü Paris'ten gelir gelmez, bavulunu bizim GeDa'ya bırakıp Gajeteciler Cemiyeti'ne kosmuş ve orda bizimkilerin yan masadaki kızlarla hıç ilgilenmedigini görmüstU. Oysa biz, eskiden, kahvr'e bir kız düştü mü, gözlerimizi ondan ayıramı ^ık. Nurer "Salâh Birsel'in Kedller'ine zeyl" diye bir yazı hazırladığını da söyledı. Orda Huseyin Rahmi'nin benim adını anmadığım kedilerine değıniyor ve 36 kediyi sahneye çıkarıyormuş. Nurer dikkatlı bir eleştirmen: Melih Cevdet dize sonlarına " k " harfini pek kullanmaz. Daha çok "a"lara, "c"lere, "i"lere yer verir. Akşam, Nurer'in gözlemlerini Melih'in Tanıdık Uiinya'sında kovaladım. "Değişlirmeler" adlı böFranz Lıszt'ln bir gençlık resmı TVrfılmi: \ 9 Afiustos 1988 Franz Liszt. Liszt butün yaşamı boyunca çevresindeki musiki erlerine elinden gelen yardımı esirgememiş bir sanatçıdır. Ansiklopediler bile onun için şöyle der: « Liszt'in sanatçı arkadaşlarına gösterdiği cömertlik dillere destandı. Ne ki, onun gibisine kolay kolay rastlanılmaz. ÇUnkU sanatçıların çoğu küçük çaplıdır. Yani kıskançköpektir. Hııı, pintiköpektir. 26 Hazlran 1988 Hefik Durbaş heyecanı, taze demlenmiş bir bardak çay kokusuna benzetir. Hcyccanlı bir şey yazmak isteniyorsa, insanın ilkin kendini anlatması gerekir. Henry Miller de Panait tstrati de, Sait Faik de bunu yapmıştır. Durbaş'ın Çaylar Şirketten kitabında yaptığı da budur. Dün Berlin'den Adnan Binyazar'ın Turkce Dil ve Okuma Kllaplan Kılavuzu adlı yapıtı geldi. Akşam orda, Sait'in "Sinağrit Baba"sını yeniden okudum. Zaman geçse de yazarların ustalıkları akılda kalıyor, yazdıklarırun tadı ise kalmıyor. "Sinağrit Baba"ya yeniden çengel atmak beni, öykünün sıcaklığına bir daha götürdü. Nedir, bu sabah öyküyu ikinci kez okuyunca dtlnkU tadı bulamadım. Derleyen: Ahu Cerensu T tu. emmuz ayında Oktay Akbal, ören'de konak tut 24 Temmuz 1988 3ir "antik olimpiyat" anısr Amtora uzBrine ışlenmış 'boks' <arşılaşması (t.u.5 yy., Berlın Oevlet Müzesı) Güneşlendi, denize daldı, Asım Bezirci'nin çadırıyla çadırlandı. Sıcaklar ve dostlar uzerine yazılar yazdı. Içinde benım kimi gunlüklerimin de bulunduğu Soyul Dergisi'nin eski sayılarını ören'c getirmiş olduğunu açıkladı. Buraya ben de Oktay'ın kitaplarının yeni baskılarını taşımışım. Salondaki raila Önce Ekmekler Bu/ııldu, Valan Mahzun Ben Mahzun, Anılarda Görmek vb. var. Garlpler Sokagı'nuı ise hem ikinci hem de beşincı baikısı. Sonuncusunu "Oenç Oktay Akbal'dan" diye imzalamış. Oktay'ı 1943 yıhnda tanımıştım. Tanır tanımaz da canciğer üstune bir arkadaşlığımız başladı. Garlpler Sokagı Fatih'teki evlerinin kulpunda ge u sabah ören'deki yürüyüşlerime adamak üzerc Şaşkın'a taban teptim. Şaskın, Şaskınbakkal'ın kısaltılmışıdır. lnsanlar kısaltmalara, sözcükleri alabora etmeye pek yangındır. Hemen hemen dünyanın dört bir bucağında bu denli kavurmalara kaşık çalmır. Almanlar Berlin'deki UnlU fiyaka caddesi Kıinfurslendam'ı KuDamm'a çevirmişlerdir. Parislilcr de SainlMichel Bulvan'nı Saint'Mich diye anarlar. Kral ve şaır bahçesi diye bilinen Luxembourg Parkı da Luco'dur. Londralılara gelince, onlar da NightBridge semtine yalnızca Nighl derler. Amerikalılar daha da ileri papazdır. Koskoca Los Angeles sehrini bile LA'ya sığdırmışlardır. Insan adları da bu cekip çekisiirmeleri izler. Birçok dillerde, erkek adlarından Leo, Le olmuştur. Robert, Bob'tur. Alexander, Alec'tir. Stanley, Stan'dır. Christopher, Chris'tir. Ressam Modigliani'yi de sevgilileri Modi diye çağırır. Utrillo'nun adı da I.ilrillo olmuştur. Ama bu kısaltma filan değildir. Şarabı litre litre yuvarladığı için bu yakıstırmaya hak kazanmıştır. Paris haytaları Dostoyevski'yi de Dosto diye anar. Gerçekte, bizim halkımız da bu işe çok önceleri soyunnıuştur. Hasan, Hasso depremine, Aptullah, Apto depremine, Cemil, Cemo depremine uğramıştır. Halil, Halo'ya; Mustafa, Musta'ya; Reşit, Reşo'ya dönUsmUştür. Son yüzyılda, Batıda en çok da kadın adlarına makas atılır. Lili, Mimi, Fifi, Zizi. Topunu havaya atıp atıp tutarlar. Kadın adları, bizde de yüzü yumusak bir tango rengine boyanmıştır. Nilüfer, Nili: JUlide, Jüli; Zeliha, Zeli; Meliha, Meli; Huriye, Huri; Nurşen, Nuri; Sabahat, Sabo; Naciye, Neco; Müşerref MUşo küıklannda finge alınır. D B Bostancı, 3 Eylül 1988 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle