02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 Nisan 2014 Salı 9 Başıbüyük Hava kirliliği öldürmeye devam ediyor Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun açıkladığı hava kirliliği rakamlarına göre 2012 yılında dünyada 7 milyon insan hava kirliliği bağlantılı hastalıklar nedeniyle öldü. Bu rakamların sigara ve araba kazaları nedeniyle ölen insan sayısından fazla olduğu düşünülürse ne kadar korkunç bir manzarayla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır. WHO verilerinden Yeşil Gazete’den Gözde Kazaz’ın derleyip hazırladığı habere göre, ölümlerin yaklaşık altı milyonu Güney Doğu Asya ve Batı Pasifik bölgesinde görülürken, WHO bu bölgelerde yaklaşık 3.3 milyon kişinin kapalı mekanda hava kirliliğinin sonucu olarak, 2.6 milyon kişinin de dış mekanda hava kirliliği ile bağlantılı şekilde öldüğünü belirtti. Rapora göre, dışarıda trafik ve kömür yakma yakma, içerideyse odun ve kömür sobası kaynaklı kirlilik nedeniyle insanlar kalp krizi, akciğer hastalıkları ve kansere yakalanıyor. Ölümlerin 19 bininin görüldüğü zengin ülkelerde hava kirliliği nedenleri arasında trafik öne çıkıyor. başlandı. O zamanlar değerli kent toprağı değildi tabii buralar. Sanayiler kent merkezine çıktı, kent merkezinde hizmet sektörleri gelişmeye başladı. Dönüşüm zaten bu şekilde başlamıştı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, kent merkezleri ve etrafı dar kesimlileri daşıra atar şekilde gelişiyor. Değer yükseliyor, el değiştirmeler hızlanıyor. Kimi zaman kendiliğinden piyasa içinde bir dönüşüm oluyor, kimi zaman da proje kararlarıyla. Büyükdere Maslak aksı eskiden sanayi bölgesiydi, gecekondular vardı. Şimdi orası, büyük ofis ve otellerin, rezidansların olduğu bir alana dönüştü. Eskiden çok kıymetli olmayan araziler kıymetli hale geldi. l Büyük bir rant alanı bu. Bir kesim büyük bir kazanç sağlarken, bir kesim büyük zarar görüyor... İstanbul o kadar büyük bir kent ki... Nerenin merkez olduğunu tanımlamak çok zor. Hızla değişiyor merkezler. Böyle olunca da kıymetli kent toprağı haline gelen ve rantı yükselen yerler, özellikle gecekondu alanları üzerinde ve dar gelirli ile yoksul kesim üzerinde baskı oluşturuyor. l O yüzden sormak gerek; kentsel dönüşümün asıl kurbanları kim oluyor? Hedef alanlar, değeri artmış bölgelere yakın, şimdiye kadar dönüşüm geçirmemiş bölgeler. Piyasa içinde yaşanan dönüşümde, çevredeki alanlar soylulaşmaya başlıyor. Buranın da rant değeri artıyor. Ucuz kiralık ev bulamıyor kimse artık. Bedelini ödeyebilen buraya geliyor. Diğerleri zaman içinde oradan ayrılıyor. Kozmopolit yapı, homojen yapıya evriliyor. Bu durumda, özellikle dar gelirli kesim ve yoksullar en zararlı çıkanlar oluyor. l Yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmek birincil hedeflerden görünse de, sonuç buna ulaşabiliyor mu? Yeni gittikleri yerlerde, eski yaşam standartlarına kavuşup kavuşmayacakları bile şüpheli. Belli dar gelirlilerin yaşadığı alanlar ise daha hassas. Sosyal ilişkiler, akrabalık, yardımlaşma, borçlanma, veresiye almalar çok önemli oluyor. Yaşam stratejileri bunlarla örülmüş oluyor ve siz onları darmadağın ettiğinizde, yapayalnız bıraktığınızda problem çıkıyor. Ki zaten en başta bankayla başbaşa bırakıyorsunuz. Bıçak sırtı yaşamlar sunuluyor. l Peki bu durum mülksüzleşmeye mi yol açıyor? Kesinlikle. Zaten ya yoksullaşma diyoruz bu sonuca ya da mülksüzleşme. İnsanlar banka borcunu ödeyemediği için banka el koyuyor ya da insanlar bunu ödeyemeyeceklerini düşündüklerinde evlerini satışa çıkarıyorlar. İki türlü de mülkünüz elden gidiyor. Dönüşüm rant kapısı olmamalı l Şu noktadan sonra olumlu anlamda bir değişim yaratmak mümkün mü? Yaratılırsa İstanbul’un 40 yıl sonrası ne olur, yaratılmazsa ne olur? Hala çözüm var. Biz tartışıyoruz ama kapsamlı bir kentsel dönüşüm başlamadı daha. İnsanların gözümün bu kadar yüksek rantlarla boyamamak lazım. Dönüşüm rant kapısı olmamalı. Mevcut düzende yıkıcı dönüşümler olursa, insanlar mülksüzleşirse, bu kez kentte ciddi bir dar gelirli için konut sorunu ortaya çıkar. 50’li yılların başına döneriz. Hiçbir ülkede bu konuya bu kadar yıkıcı şekilde gidilmiyor. Gerçeklikle yüzleşip ona uygun çözümler bulmak gerek. Fransa’da hava kirliliğine suç duyurusunda bulunuldu Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuyla hava kirliliğinin ölümcül etkileri bir kere daha ortaya çıkmışken, gezegenin farklı bölgelerinden hava kirliliği dozlarıyla ilgili tehlike çanları çalmaya devam ediyor. Çin ve Hindistan’da görülen ölümcül hava kirliliği artışının ardından geçtiğimiz hafta Orta Avrupa’da, özellikle Fransa, Belçika ve Almanya’da hava kirliliği alarmı verildi. 10 mikrogramın altındaki partikülleri tanımlamak için kullanılan PM10 seviyesi AB standartlarının maksimum seviyesi olan 50’ye çıkınca Fransa Ekoloji Bakanı haftasonu Paris’te toplu taşıma araçları ücretsiz yaparak halkın araba kullanımını kesmesi teşvik etti. Fransa’da son olarak ‘Ecologie Sans Frontiere’ isimli bir çevre örgütü, bu ay yaşanan hava kirliliğiyle ilgili olarak suç duyurusunda bulundu. Kazaz, İstanbul’da durum nedir sorusunu da Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Selahattin İncecik’e yöneltmiş. İncecik, hava kirliliğinden PM10 adı verilen partikül madde, kükürt dioksit, azot, ozon ve karbonmonoksitin sorumlu olduğunu belirterek, bu moleküllerin hava içindeki oranlarına göre bölgelerdeki hava kirliliğin azalıp arttığını söylüyor: “PM10’un standardı, yani bir günlük değeri 50’dir. İstanbul’da bu değerin fazlaca aşıldığı bölgeler var. Bu bölgeler Kartal civarı ve Haliç merkezine yakın bölgelerden özellikle Alibeyköy. Bunun dışında azot dioksitin uzun vadeli ortalaması de AB değerlerinin üstünde.” İncecik’e göre İstanbul’un en riskli bölgesi ise Kağıthane: “Akşam Kağıthane’ye gittiğinizde ağzınızı kapatarak dolaşırsınız. En önemli nedeni sanayi ve bölgenin topografik yapısı. Vadi özelliğinde olduğu için hava kirliliğinin seyrelmesi çok zor. O bölgeden sanayi kuruluşlarının uzaklaştırılması gerekiyor.” İncecik, PM10 partiküler madde artmasının temel kaynağının trafikte kullanılan dizel motor, yanı sıra sanayi kaynaklı gaz salınımı ve kömür olduğunu söylüyor. l Bizim koşullarımıza uygun hangi ülkede başarılı bir uygulama var? Bize benzeyen çok ülke var ve kaçak yapı ya da gecekondular bütün ülkelerde var. En başarılı yöntem kendi evini iyileştirmek üzerine olmalı. Yıkıp yeniden yaptığında, kendilerini yerleştiremiyorsa devlet, buna kaynak ayırmıyorsa, bedelini vatandaşa ödetiyor demektir. İşsizlik de yüksek keza. Eğer böyle giderse, 40 yıl içinde ciddi bir konut sorunu bekliyor demektir bizi. Peru’da ilginç deneyimler var. Tapu dağıtılıyor, mülk sahibi yapılıyor, onların da kendi konutlarının iyileştirilmesi için devlet desteği oluyor. Brezilya’da yıkıp yeniden yapmayı çok az örnekte, ancak gerekliyse görüyoruz. Aslında gecekondu toplumsal barış ittifakıdır. Devlet, kendi kaynakları sınırlı olduğu için insanların kendi konutlarını yapmasına göz yummuştur. Bu, dünyada uygulananan politikalara da uygun. Biz de dünyadaki uygulamalardan farklı davranmıyorduk; ta ki 2000’lere kadar. 2000’lerden sonra konut politikalarımız, dünyadan uzaklaştı. l Son söz olarak; ne yapılmalı sizce? Bu süreçte kiracı hiç hesaba katılmadı. Kiracıyı hesaba katan ve hatta kamunun elinde kiralık konut stoğu yaratan bir dönüşüm önerilebilir. Dar gelirli konutlarla ilgili bir dönüşüm yapılacaksa kamunun sübvansiyonu olmazsa bu iş başarıya ulaşmaz. Diğer yandan her yerin sorunu ayrıdır; tek bir modelle olmaz. Ayrıca dönüşümün gerekçesi de net açıklanmalı zaten. Çünkü kimi yerlerde yıkıma gerek yok. Dönüşümü düşünülen mahalleler iyi değerlendirilmeli. Toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmaya, dokuyu bozmaya gerek yok. Aksi hallerde dar gelirliler için bu durum, ciddi bir barınma problemine dönüşür. Durumun, vatandaşın lehine değiştirilmesi şart!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle