01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 Mayıs 2012 Salı 7 Sınıfsal ayrıştırmalar da cabası. Evet, bu ortamda bir de halkı mekansal olarak ayırıyorsunuz TOKİ modeli kentleşme ile. Zengini güvenlikli sitelere, yoksulu da kentin çeperlerindeki toplu konutlara hapsedip, bunların kaynaştığı kamusal alanları da yok edip tamamen ayrışmış bir kent yaratmış oluyorsunuz. Ona da kent denebilirse tabii. Diğer yandan tarihi yapılar da yok ediliyor? Tarihi binalar yıkılıyor, yerlerine taklitlerini inşa ediyoruz. Bir kent kimliğinden kopartılırsa, o kentin yaşaması mümkün olmaz. Bu çok çok önemli bir konu. Mesela Sulukule yıkıldıktan sonra oradan Bizans dönemine ait kalıntılar, binlerce yıllık mezarlar ortaya çıktı. Ama rant hırsı bütün bunların üstünü yasalara aykırı olarak betonla örttü. Yargının da burada sermayedarlar için ve onun işbirlikçisi yerel yönetimler için bir anlam ifade etmediğini görmüş oluyoruz. Ülkemizin geldiği nokta açısından çok üzücü bir durum. Filmde de söylediğimiz gibi, bu sürdürülemez bir model. Bu modeli yaratan anlayışa dur demezsek yarattığımız bu kentler hepimizi yutacak. İstanbul'un “megakondu” olmaktan çıkması için nasıl bir politikaya ihtiyacı var? Asıl sorun, gelişmişlik anlayışındaki çarpıklık. Filmde görüşlerine başvurduğumuz sosyolog Şükrü Aslan’ın dediği gibi, bir toplumun gelir düzeyinin artması evet önemlidir, ama o gelirin toplumda eşit paylaşılması ondan daha da önemlidir. Bir toplumun gelişmişlik düzeyi birincisi ile değil ikincisiyle ölçülür. Biz yaptığımız yol miktarı, konut sayısı, her gün trafiğe çıkan araç sayısındaki artış ile ölçüyoruz gelişmişliği. Burada temel bir sorun var. İkincisi ise demokrasiye olan yaklaşımımız. Örnekse, eğer siz bir oylama yapsanız, ve halkın yüzde 99'u benim evimi yıkmak istese, bizim demokrasi anlayışımızda o ev yıkılır. Ama hak temelli bir demokraside, çoğunluk ne derse desin, o ev benim barınma hakkım, insan hakkımsa yıkılamaz. Asıl problemi buralarda aramalıyız ve bu haklarımızı talep etmeliyiz. İhtiyacımız olan yeni politikalar değil, yeni ve çağdaş bir gelişmişlik ve demokrasi anlayışıdır. Bu anlamda izleyiciye nasıl bir sorgulama yapmak gerektiğini hatırlatıyorsunuz? Filmi yapmaktaki amacımız, hepimizi yakından ilgilendiren, çocuklarımızın geleceğini tehdit eden bu kentleşme meselesi üzerine bir tartışma başlatmak. İstedik ki bu tartışmalar akademik çevrelerle sınırlı kalmasın, konuşulsun tartışılsın. Film aslında 90 dakikadan sonra başlıyor, insanlar filmden çıktıktan sonra film onların hayatına giriyor. Bilinçli olmak şart! Yeşil Lojistik Lojistik kavramı, taşıma, depolama, gümrükleme gibi akışsal etkinliklerin yanı sıra müşterisi adına satınalma ve hatta lojistik hizmetleri danışmanlığına dek uzayabilmektedir. Buradaki akışlar, malzeme ve enerji, işgücü, para, bilgi (kısaca 3M+1K) akışlarıdır. Bu akışlar sonsal üründen geriye doğru (ters lojistik) olabilmektedir. Yeşil lojistiğin gündeme gelmesi Yeşil lojistik kavramı gündeme 2000’lerin başında biraz vicdan (sonsal tüketicideki ekolojik bilincin artmasının baskısı) biraz da cüzdan (maliyet rekabeti, yasalar vd.) nedeniyle girdi. Çevreci uygulamalar lojistik şirketlerinin piyasa saygınlıklarını arttırırken, onlara verimlilik artışı sağlayarak rekabet avantajı elde etmelerini de sağladı. Yeşil lojistiği şirkete dizgesel (sistemik) yaklaşımla ele alabiliriz: tedarik, mal ve hizmet üretimi, satış, satış sonrası hizmetler olarak tanımlayabileceğimiz alt dizgeler mevcuttur. Bu alt dizgelerdeki işler kimi zaman şirketlerin kendileri tarafından sağlanırken, kimi zaman da dış kaynak kullanımı ile sağlanmaktadır. Tüm alt dizgelerde yukarıda sözünü ettiğimiz 3M+1K akışları mevcuttur. Bu akışlar kimi zaman hareket (taşıma), kimi zaman da depolama biçiminde olmaktadır. İmha etme, arıtma vb. etkinliklerin de ortaya çıkabileceğini bu arada belirtmiş olalım. Şimdi gelelim yeşil lojistiğe. İşte bu alt dizgelerin hepsinde ve hatta eklemlenmiş olarak bu akışların tümünde yeşillenmek olarak tanımlayabiliriz yeşil lojistiği. Yeşillenmek derken, kastımız ISO 14000 belgelendirilmesi ışığında çevre yönetim dizgesi kurularak elbette. Dizgesiz hiçbir şey Doç. Dr. yapılamaz. Bu arada çevre ile ilgili yasal İ.MELİH düzenlemelerin (su kirliliği, hava kirliliği, katı atık yönetimi, gürültü kirliliği, tehlikeli atık vd.) bize BAŞ ışık tuttuğunu da unutmayalım. Tam açıklama için belki 5R ilkemizi de eklemeliyiz: azalt – Reduce, değiştirReplace, iyileştirRehabilitate, geriye kazanRecycle, yeniden kullanReuse. Şehir kendini yok ediyor İmre Azem anlatıyor: “İstanbul’un coğrafyası ancak 5 milyon nüfusu kaldırabilirken, bu kent şu an 1617 milyona dayanmış durumda. Kendi kendini yok eden bir organizmaya dönüşmüş. Nüfus ve yatırımlar bu kente akmaya devam ettiği sürece bu süreç hızlanarak devam edecek. Bir balon düşünün, devamlı şişirilen. Bu balon gerilip gerilip limitine ulaştığında, yavaş yavaş sönmeyecek, birden patlayacak. Kent de aynı şekilde. Bunun için de en başta ülke çapında bir planlama anlayışına geçmemiz, neoliberal ekonomik modelin bize dayattığı rekabet eden bölgeler, esnek asgari ücret gibi politikalardan vazgeçmemiz, alternatif çekim alanları yaratmamız, toprak reformu ile köylülerin tarımdan hayatlarını kazanabilmelerini sağlamamız, ve en önemlisi gitgide ilkelleşen demokrasi anlayışımızı çağdaş bir zemine oturtmamız lazım. Bu insan odaklı olmayan, projeci, sermaye taraftarı yaklaşımın ürettiği her çözüm bizi bataklığın daha derinine saplayacak. Hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak beraber batacağız. Bu yanlışlardan bir an önce dönülmesi çağdaş demokrasiyi özümsemiş, bilimsel, eşitlikçi ve katılımcı bir sistem kurmamız lazım.” Yeşil lojistiğe tanımsal bakış Lojistiğin yeşillenmesi sürecindeki çelişkiler Ekolojik yaşam biçiminin ‘yerel üretyerel tüket’ kavramı, taşımacılığın azaltımını gerektirir. Yaman bir çelişki. Çevrecilik (environmentalism) ile ekolojistlik (ecologicalism) tartışması saklı kalsın! Taşımacılığın getireceği dışsal çevresel maliyetleri kimin üstleneceği; hangi ulaşım tipinin seçileceği; hız sorunu; tehlikeli atıkların taşınması ve depolanmasında lojistik şirketlerinin sorumluluğu vb. bir çok sorunlu alan var. Ekol’un blok tren projesiyle Avrupa ülkelerine taşımacılıkta karayolunun payını azaltması; Mars’ın EURO 5’e uygun araç filosuna sahip olma, lastik ömrü ve akaryakıt tüketimini izleme ile hem katı atık hem karbon salımını düşürme, atıkların bertarafı ve ambalaj malzemelerinin geriye kazanımı, enerjide rüzgar ve güneş enerjilerine yönelmesi; Reysaş’ın motorin yerine LNG, CNG ile çalışan TIR tasarım uygulamaları, çevreci binalar uygulaması; İnci’nin kombine taşımacılık sırasındaki tüm süreçlerde verimsizlikleri ortadan kaldıran çalışmalarla yeşil lojistiğin sadece deniz ve demiryolu olarak ele alınması biçimindeki dar kalıpları kırma yaklaşımı, çevreci çözümlerle maliyetlerdeki iyileşme aracılığıyla müşteri memnuniyetini arttırma çalışmaları vb.; OMSAN’ın çalışanlarını yeşil tüketiciler haline getirme çalışmaları; Alişan’ın kimyasal madde lojistiğindeki örneğin tanker yıkama tesislerindeki çevreci uygulamaları vb.; Maersk Line’ın süreçlerin ölçülebilirliği projesi, TripleE denilen en çevreci gemi tasarımı ve uygulaması çalışmaları, gemilerin hızını 28 knot’tan 18 knot’a düşürerek yakıt ve karbon salımını aşağıya çekmesi vb.; Ceva’nın paketleme malzemelerinde tersine lojistik ile tekrar kullanımı çalışmaları vb.; UPS’in alternatif yakıtlı araçlara yönelmesi, yeniden kullanılabilir ekspres zarflar kullanımı, kara kutu projesi ile taşıma mesafesi ve yakıt tasarrufu sağlaması vb. Ülkemizden örnekler Yaşam alanlarımız talana açılıyor İ mre Azem bir diğer önemli konuya da değiniyor: “Kentsel Dönüşüm Yasası” Bu yasayı, yaşam alanlarımızı talana açan en büyük felaket olarak tanımlıyor. “Bu yasa, afetlere tehlike altında olan ve denetimsiz yapılaşmayı engelleyecek bir düzenleme olmaktan uzak. Kentsel dönüşümü halka kabul ettiremedikleri için, “afet ve deprem riski” adı altında meşrulaştırılarak, son derece antidemokratik, merkeziyetçi, bilimsel temelden yoksun, Anayasa ve uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı bir yasa ile uygulamaya koymaya çalışıyorlar.” Tabii burada sorgulanması gereken bir nokta var. Bir yandan deprem riski taşıyor gerekçesiyle tek katlı, güvenli gecekonduları yıkıyor, o insanları da zemini yapılaşmaya uygun olmayan, 15 katlı TOKİ binalarına taşıyorsunuz. İmre, “Bu bir cinayettir” diyor ve ekliyor: “Deprem vergisi diye toplanan milyarlarca lirayla duble yollar yapıldığı açıklanmadı mı? Bu örnekler bu yasayı çıkartanların samimi olmadıklarını gösteriyor. Burada amaç kentsel dönüşümü hızlandırmak suretiyle inşaat sektörünü palazlandırmak; yasalarla buna karşı çıkılmasını engellemek; sonuç olarak da yoksulları kentin dışına atıp, değerlenen arazileri zenginlere pazarlamak. Yaşam alanlarımıza karşı bir saldırı niteliği taşıyan bu yasaya karşı toplumu bilinçlendirmek ve bu rant hırsına karşı birarada mücadele etmemiz gerek!” Sonsöz Esasen kuyruk olan lojistik şirketleri, tilkiye (sanayiticarihizmet şirketlerine) yol gösterebilir mi; tilki nereye kuyruk da oraya! Hoşkalın.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle