02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 26 Haziran 2010 Cumartesi İstanbul, neoliberal politikalara kurban ediliyor Bir yanda zenginlik ve refah, diğer yanda yoksulluk ve sefalet...İkisi de birbirinden kopuk olarak ancak bir o kadar da yanyana yeniden üretilip şekillendiriliyor. Kentler hem bu ayrışmanın hem de sosyal dışlamanın bir aracı haline getiriliyor. Uzmanlar “kentsel dönüşüm” adı altında İstanbul’un kimliğine yapılan ağır tahribatları değendirdiler. J ÖZLEM GÜVEMLİ entli nüfusun kırda yaşayan nüfusu aştığı günümüzde kentler yoksulluk ve toplumsal eşitsizliğin giderek arttığı yerleşim birimleri olarak dikkat çekiyor. Özellikle büyük kentlerde yüzde 40’lara varan gecekondulaşma, neoliberalizmin yeni binyılında karanlık ve ürkütücü bir geleceğin sembolleri olarak karşımıza çıkıyor. Bir yanda zenginlik ve refah, diğer yanda yoksulluk ve sefalet birbirinden kopuk olarak ancak bir o kadar da yanyana yeniden üretilip şekillendiriliyor. Kentler hem bu ayrışmanın hem de sosyal dışlamanın bir aracı haline getiriliyor. Günümüzde dünyanın bir çok yerinde New York’tan Yeni Delhi’ye, Mexico City’den Mumbai’ye, İstanbul’dan Pekin’e, farklı ülke ve kültürlerin metropollerinde kentsel dönüşüm adı altında gerçekleştirilen uygulamalar “sürdürülebilir kent” yaşamında ağır tahribatları da beraberinde getiriyor. TMOOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu tarafından 2023 Mayıs 2010 tarihleri arasında İTÜ Taşkışla Kampusu’nda düzenlenen 2. Kent Sempozyumu’nda artık yaşanmaz hale gelen İstanbul’un yaşadığı ve yaşattığı sorunlar masaya yatırıldı. 4 gün süren ve 68 bildirinin sunulduğu sempozyumda neoliberal politikaların İstanbul’un doğal ve kültürel değerleri üzerinde yarattığı tahribata vurgu yapılırken sürdürülebilir bir kent yaşamı için alınması gereken önlemler izlenmesi gereken politikalar sıralandı. İnşaat Mühendisi Abdulselam Suvakçı, “Yerel yönetim, katılımcılık ve kentsel dönüşüm” başlıklı sunumunda neoliberal politikalar sonucu kentler arasında rekabetin hızla geliştiğine dünyada oluşan “yeni zenginlikten” pay kapma hevesi ve iştahının hızla yaygınlaşmaya başladığına dikkat çekerek “Yeni yapılanma merkez ülkelerde eski sanayi alanlarının ya da kirlenmiş, çevresel etkilerini kaybetmiş mekanların kente entegresine yol açtı, diğer ülkelerde ise oluşmuş olan kaotik kent yapısının yeniden yapılandırılmasına...” dedi. Kentsel dönüşüm süreçlerindeki uluslararası ve ulusal deneyim ve çalışmalara bakıldığında katılım sorunu en çok tartışılan konulardan birisi olduğunu dile getiren Suvakçı, “Ülkemizde kentsel dönüşüm üç kavram etrafında gündeme gelmektedir; birincisi deprem odaklı, ikincisi sağlıksız kentleşmenin getirdiği sorun ve üçüncüsü ise tarihi kentsel alanların kentsel dönüşümü olarak. Gelişmiş ülkelerde yerel halkın katılımı ve süreçlerde aktif bir dinamik olarak ele alınmasına rağmen ülkemiz koşullarında gündeme gelememektedir” dedi. K “Plan değil pilav” Suvakçı, merkezi yönetimin ise çıkardığı imar afları ile mevcut sağlıksız ve güvensiz yapılaşmaların önünü açtığını, bu aflar sonucu kentlerde ‘apartkondular’ oluşturabildiğini anlattı. İnsanların sağlıksız, sosyal donatısız mekanlarda yaşamaya terk edildiğini belirten Suvakçı, yönetimlerin “plan değil pilavın” geçerli olduğu bir dünyayı yaratmakta bir sakınca görmediğini söyledi. Deprem bahane Suvakçı, deprem odaklı gelişen kentsel dönüşüm bahane edilerek çıkarılan torba yasalar ve yönetmeliklerle dönüşümün ranta feda edildiğini söyledi. Tarihi yapıların bulunduğu yerler, daha çok da kent merkezlerinde kalan yerlerin ranta Şura kararları dikkate alınmadı Ülkemizdeki kentsel dönüşümde, genel bir politika oluşturulamadığına dikkat çeken Suvakçı, “deprem” ve “kent” düzeyinde iki adet şura yapılmasına karşın burada alınan kararların uygulanmandığını söyledi. Suvakçı, “Genel politika her zaman ‘ben bilirim, en iyisini ben yaparım’ anlamında yürütülmektedir. Tarihsel olarak kentlerimizdeki dönüşüme baktığımızda, plansız bir şekilde yürütüldüğü görülecektir. Yerele gelen her yönetim, ya da yeni açılan her belde yönetimi, hemen bir plan yapar, bu planlarda şuraya buraya yapılaşmış kotun üzerinde yeni kotlar oluşturur ve planları yürürlüğe geçiriverirler. Arkasından gelenler planlarda mevcut olan sosyal donatı alanlarını nasıl imara açarım diye düşünür ve mevzi imar planlarıyla da bu yerleri yapılaşmaya açarlar. Kısacası bu durum senelerce böyle devam ederek, gelenekselleşmiştir…” Her yoğun yağış ciddi can ve mal kayıpları ile sonuçlanıyor. kurban edilerek kent kimliğinin yok edildiğini kaydeden Suvakçı, eleştirilerini şöyle sürdürdü: “Kentsel dönüşümde çok zorunluluk olmadıkça insanların bulunduğu mekanlarda iş ve konutunun olduğu bir kentsel dönüşüm politikasının geçerli olması gerekirken; Sulukule ve İzmir Kadifekale’de olduğu gibi insanlar mevcut mekanlarından ve kültürel yaşanmışlıklarından alınıp sürgün edildiler. Tarlabaşı örneğinde olduğu gibi çöküntü alanı haline gelmiş alanlarda merkeze rant alınarak ve şirketsel politikalar güderek insanların ellerinden mekanlarını alma senaryoları yürürlüğe sokuldu. Zeytinburnu Sümer mahallesindeki gibi hak ettikleri mekanlarını, ‘sana kent rantı sağlıyor, sağlıklı ve güvenlikli bir yapı veriyoruz, ancak sen, 100 m2 yerine 75 m2 konuta razı olman gerekir’ diyerek yoğunluğu artırarak kendi belediye şirketine rant aktarma modellerinin geçerli olduğu bir dünyayı yaşamak zorunda kalmaktayız. ”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle