23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 Nabucco’nun Avrupa ortaklarını yanına çekmeye çalışırken diğer yandan da Avrupalı büyük sermayeyi de projeye dahil ediyor. Nabucco’nun Avrupa’daki ortakları Bulgaristan, Macaristan, Avusturya, Rusya’yı karşılarına almamak için Güney Akım projesinin de altına imzalarını atmışlardı. Cumhuriyet ENERJİ G 5 Nisan 2011 22 ENERJ POL T K Doç. Dr. Mitat ÇEL KPALA Diplomatik denklemler Bu iki proje açısından Moskova yönetimi, “Güney Akım’da Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinde inşaat iznine” karşılık, SamsunCeyhan’ı masaya koyarken, Türkiye ise diplomatik denklemi, “Önce SamsunCeyhan’a ilişkin pürüzler giderilsin, süreç içinde gerekli prosedürler tamamlanınca deniz altında inşaat iznini verebiliriz” yönünde oluşturdu. Bu denklem, ciddi anlamda rahatsızlık yaratmış olacak ki, Rusya Başbakan Yardımcısı İgor Seçin, daha Başbakan Erdoğan’ın temaslarının sıcaklığı sürerken, inşaat izni ile ilgili olarak “Biz bu ertelemenin nedenlerini anlayamıyoruz. Türk partnerlerimiz Gazprom’un bu proje için istediği bir dizi belgeyi henüz temin etmediğini söylüyorlar. Ama Gazprom bunları veremez çünkü söz konusu boru hattının geçeceği yerlerde Gazprom’un araştırma yapabilmesi için izinler daha yeni verildi” demesi dikkat çekiciydi. Bu noktada Rusya, Avrupalılara Güney Akım’ın özellikle denizaltı kısmından pay verip Türkiye üzerinde baskı kurmak için de önemli bir manevra da yaptı. Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Alexey Miller ve BASF SE Yönetim Kurulu Başkanı Jürgen Hambrecht da 21 Mart’ta Moskova’da, BASF’a bağlı şirketlerden Wintershall’ın Güney Akım’da yüzde 15 hisse almasını öngören bir mutabakat muhtırasına imzaladılar. Anlaşma, Gazprom’un şirketteki yüzde 50 hissesini korumasını öngörürken, şirket Güney Akım boru hattının deniz altı kısmının geliştirilmesi, inşası ve işletmesinden sorumlu olacak. Bu iki diplomatik denklemin çözümü için, siyasi pazarlıklardan sonuç alınamayınca Türkiye ile Rusya arasındaki diğer enerji işbirliği projeleri pazarlık kozları durumuna geldi. Stratejik pazarlık noktalarına AKP’nin doğalgaz fiyatında indirim ve al ya da öde uygulamasının 2014’e kadar dondurulması önerisi gibi iç politikaya yönelik taktik manevraları da eklenince, sıkıntı bir kat daha arttı. Rusya açık açık, “Bizim size sağlayacağımız bu avantaj, doğalgaz sattığımız diğer ülkeler için de örnek oluşturabilir” derken, pazarlık konusunda kapıyı aralık bırakıp, Nükleer Santral’e ilişkin sıkıntılarda taviz ve Güney Akım için inşaat izni gibi stratejik noktaları masaya getirebileceği mesajını vermiş oldu. Rusya stratejik enerji başlıkları olan SamsunCeyhan, Güney Akım ve Akkuyu Nükleer Santralı konularını; yürümekte olan pazarlıkları, doğalgazda al ya da öde formülünün dondurulması önerisine bağlamış oldu. Ezcümle, AKP hükümeti Rusya’nın stratejik manevralarına taktik manevralarla karşılık vermeye çalışırken, kamuoyunda kimsenin aklına da “al ya da öde formülün ü n 2014’e kadar dondurulmasını istemek yerine, neden en başta bu formül kabul edildi” diye sormak da gelmedi. Öte yandan Türkiye Güney Akım’a vize verirse, ABD’nin büyük önem verdiği Nabucco da hiç yaşama geçmeden “ölü doğmuş büyük projeler” mezarlığına defnedilecek. Güney Akım’ın Avrupa’ya gaz taşıması, Türkiye’nin Irak’taki enerji pastasından almayı öngördüğü pay konusunu da etkileyecek gibi görünüyor. Çünkü, Türkiye Irak’taki enerji projelerine ve özellikle de doğalgaz yataklarının işletilmesine talip olurken, bunun Batı’nın enerji konusundaki yaşamsal çıkarlarına da önemli bir destek sağlayacağı argümanını kullanıyordu. Güney Akım’a yakılacak yeşil ışık, Ankara’nın bu argümanını geçersiz kılmış olacak. Irak’taki Bölgesel Kürt yönetimi ile yürütülen işbirliğinin enerji ayağında da doğalgaz konusu ve bu bölgeden çıkarılacak gazın, Nabucco’ya eklemlenmesi projesi önemli bir yer tutuyordu. Sonuç olarak, AKP dış politika uygulamalarında Türkiye’yi çıkmaza sokan yaklaşımlarının benzerini enerji konusunda da sergilemeyi sürdürüyor. Türkiye enerji güvenliğini uluslararası oyunlara feda ederken, tek taraflı bağımlılık yaklamışından da geri adım atacak gibi görünmüyor. J TürkiyeRusya ve Nükleer aponya’da 11 Mart’ta meydan gelen deprem ve sonrasında oluşan tsunaminin yarattığı felaket, uluslararası toplumu derinden sarstı. Fukuşima’daki nükleer enerji santralında meydana gelen patlamalar ise deprem ve yarattığı olumsuz sonuçların farklı bir boyutunu daha gündeme taşıdı. Nükleer enerjinin güvenliği ve güvenirliği tartışması hızla “çevrecilerin gündemi/takıntısı” olmaktan çıktı, toplumun gündemi haline geldi. Somutlaşan nükleer risk Almanya ve Fransa’da yapılan yerel seçimleri etkiledi, hükümetlerin başarısız sonuçlar almasına yol açtı. Japonya’da reaktörlerin yarattığı tehdidin tırmandığı dönemde, 17 Mart’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gündemi ağırlıklı enerji ve Akkuyu Nükleer santral olan Rusya ziyaretine başladı. Başbakan, tesisin yapımı konusunda şüphe olmadığını, örnek tesis inşa edileceğini yineledi. Rus lider Medvedev’de Akkuyu’daki tesisin Japonya’dakinden farklı ve yeni bir teknolojiyle yapılacağını, depremin temel bir değişiklik gerektirmediğini söyledi. Gelişmeler, “Nükleer nasıl bir teknoloji; bu işin uzmanı olarak kabul edilen ülkeler de bile tüm dünyayı etkisi altına alabilecek olumsuz gelişmeler oluyorsa Türkiye’de bunu nasıl ele almak gerekir; bu projenin Rusya ile yapılmasının gerekçesi ve sonuçları neler olabilir” gibi sorular kafaları meşgul etmeye başladı. Rusya, 1950’li yıllardan günümüze nükleer enerji ile içli dışlı. Şu anda Rusya’da işler durumda 31 nükleer tesis bulunuyor. Rusya, aralarında İran, Hindistan, Çin ve Türkiye’nin de yer aldığı 14 ayrı ülkede de nükleer santral inşa ediyor ya da etmeyi planlıyor. Ülkenin elektrik üretiminin yüzde 16’sını nükleerden sağlıyor. Bunu 2020’de yüzde 23 seviyesine çıkarmayı hedefliyor. Rusya 1990’larda durağan hale gelen nükleer enerji sektörünü yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bu ekonomik hedeflerin sonucu olarak görülebilecek politikstratejik etkinlikse cabası. Japonya’da yaşananlar ise Rusya’nın, Çernobil’den alınan derslerle modernize edildiği belirtilen teknolojiyi pazarlamasının bir aracı haline geliyor. Bizi ilgilendiren, Türkiye’nin şu aşamada nükleer enerjiye ne düzeyde ihtiyacı var sorusu kadar bunun kiminle ve nasıl yürütüleceği sorusudur. “Nükleer enerji, ucuz, temiz ve sürdürülebilir bir enerji midir” tartışmasını uzmanlarına bırakarak genel politikstartejik sonuçlara da odaklanmak gerekir. Nükleer enerji, Türkiye’nin enerji çeşitlendirme stratejisinin bir ayağı olarak görülüyor. 2030 itibarıyla elektrik ihtiyacının yüzde 20’sini nükleerden sağlamayı hedefliyor. Öngörülebilen ve öngörülemeyen kazaların yanı sıra kurulum süresi, teknolojinin transferi, yakıt sağlanması ve atıkların yarattığı sonuçlar akla ilk gelen sorun başlıkları. Ayrıca kaynakları çeşitlendirme ve bağımlılık tartışmaları da gündemde. Sorun, “Atılan taşın ürkütülen kurbağaya değip değmeyeceği” noktasında kilitleniyor. Rusya’nın İran’da yaptığı santralin bir türlü bitirilememesi, uluslararası alanda yarattığı tartışmalar, İran üzerinde artan Rus baskısı, Rusya’nın doğal gazı Ukrayna ve Gürcistan’da bir silah olarak nasıl kullandığı gibi örnekler politikstratejik açıdan akılları karıştırıyor. Buna bir de Rusya’ya karşı petrol ve doğalgaz bağımlılığı, yapılmaya çalışılan yeni nakil hatlarının inşası pazarlıkları da eklenince, “Enerji alanında tam bağımlı, Rusya’ya çalışan bir Türkiye” senaryoları akılları daha da karıştırıyor. Rusya’nın enerji politikası mı yoksa bizim ki mi süreci belirliyor, Türkiye İran ya da Gürcistan değildir demek bizi kurtarır mı? Diğer taraftan Fukuşima’daki patlamalardan sonra Batılı ülkeler, kamuoylarında oluşan endişeyi gidermeye çalışıyorlar. Türkiye’nin de, en azından gelişmeleri görmek amacıyla bir an için de olsa duraksaması gerek miyor mu?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle