Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 296/5 Mart 2010 ‘Sarı Zeybek’Ankara’da A ? Prof. Dr. Necdet ADABAĞ nkara çok çeşitlilik sunan bir kent olmalı. Doğaldır. Bir başkente yaraşır görüntülerin yer alması gerekir. Başkent devinimli olmalı; her köşesinde bir etkinlik, her köşesinde bir insan manzarası. Bu manzarada koşuşturan mutlu gençler, yaşlılar, çocuklar, kadınlı erkekli kalabalıklar olmalı. Yalnız tatil günlerinde; çalışma saatlerinde insanlar işlerinin başlarında olmalı. Eğlence de olabilir ama ortada bir erek olmalı, yoksa saatlerce kahve evlerinde zaman öldürmek olmamalı. Ya da başıboş, caddelerde, sokaklarda dolaşmak gibi. Kitapçılara takılmamak, bir kitap, bir dergi karıştırmadan, ayakta yiyecek bir şeyler atıştırmak için dönercileri doldurmak ve biracılara koşuşturmak; gerekli gereksiz işlerle uğraşmak ve insan ilişkilerinde geçiciliği yeğlemek, arkadaş, dost tutmamak, yarına bakmamak ve yarınlarda yalnızlığı yeğlemek sanki. Nereye gider gelir bu insanlar? Metrolar dolu, altgeçitler de, ne ki ne için dolu, neden dolu? Nereye gider gelir çoğunlukla bu işsiz güçsüz takımı? Metrolar işsiz güçsüzlerle dolu. Emekli, işsiz güçsüz, öğrencisi, ev kadını, genci, yaşlısı. Türkiye bu hallerde artık; yarım yamalak ya da rasgele yaşamaktan bıkkın ve boşu boşuna yorulmaktan, bedensel ve ruhsal olarak ve yorgun argın dönmek eve, doyumsuz ya da albenisi olmasa da vitrinlerde gördüklerinden ve alamadıklarından ötürü huzursuz mu huzursuz. Çevrenizde sizi mutlu edecek hiçbir şey yok. Toplum çöküntü içinde bunalımlara sürüklenmekte. Yargı bağımsızlığı yok, savcılar tutuklanmakta; kafalar karışık; doğruyu söyleyenleri dinleyen yok. Erkler birbirine karıştı: Yargı, yürütme, yasama; kim kimin yanında, kim kime karşı. Başbakan “demokratik açılımda” sanatçılarla, Rutkay Aziz ve Tarık Akan yok. Başkaları da yok, Fazıl Say, Fahir Atakoğlu, ülkenin yüz akı sanatçıları, sinema yönetmenleri, ressamlar, müzikçiler yok, sanat eleştirmenleri, estetikçiler... Kısacası demokrasinin ne olduğunu çok iyi bilenler yok; var olanların çoğu medya sanatçıları. Yolunuz bugünlerde Kızılay’a düştü mü? Yolunuz hiç düştü mü bugünlerde Kızılay’a? Her gün olduğu gibi bugünlerde de aynı manzara, aynı koşuşturma ve aynı kirlilik. Tabela kirliliği, alacalı bulacalı, albenisi olsun diye çoğunlukla kırmızıya boyanmış olanlar. Bir dükkânın üstünde üç tane koca koca. Biri sağda, biri solda, biri ortada. Nerede görülmüş böylesi bolluk. Çok merak ediyorum ne kadar vergi veriliyor belediyelere? Hiç mi akıllarına gelmiyor, belediyelerin, bu dükkânları uyarmak ya da bir yasa, yönetmelik yok mu bunu sınırlayacak olan, tek tabelaya indirgeyecek olan. O tabela da daha çağdaş olmalı. İnce harflerle yazılmış bir ışıklı tabela olabilir. Örneğin, gözlükçünün simgesi gözlüktür. Gözlük takmış küçük bir maket niçin olmasın, kapının üstünde: albenisi olan ve göze hoş görünen, gözü tırmalamayan. Ya üstündeki yazılar! Nece! Türkçenin dışında her dilde ya da çarpık çurpuk bir Türkçe. Düşünün bu tabelalar zaten güzel olmayan binaları daha da çirkinleştiriyor. Koyu ve gri renkler insanın içini karartıyor. Bugün Ankara’daki binaların yüzde doksanı böyle. 1930’larda da öyleymiş, böyle diyor, İtalyan yazar Alvaro. si’nin çakur çukur kaldırımları, asfaltı pörsümüş ve çoğu yeri yamalı, çizgisiz yolları. Ya üstgeçitleri. Hiç mi görmüyor belediye yetkilileri, kimse bu üstgeçitleri kullanmıyor diye. Böylesi bir çirkinlik ancak bizde görülür. İşe yaramıyor, işlevi yok. Bir keresinde denedik, başımız döndü, düşecektik. Sökün, kaldırın, atın bu üstgeçitleri eğer bu kenti ve bu ülkeyi seviyorsanız... Yerine yaya çizgileri koyun, sürücüler de alışsınlar, yavaş gitmeyi öğrensinler kalabalık yollarda; uygulatmadığınız sürece öğretemezsiniz. Evet beyaz ve temiz çizgili yaya geçitleri. İnsanlar yolu kullanıyorlar zaten karşıdan karşıya geçerken. Ben bir kez denedim ve dört ağızlı üstgeçidin dibinde bekledim ve saat tuttum: On beş dakikanın içinde hiç kimse geçmedi üstgeçitten caddenin en kalabalık saatinde. Kiminle övüneceğimizi ne zaman öğreneceğiz? İki aydır Kızılay’da bir eylem vardı. TEKEL işçileri hak, hukuk peşindeydiler. Yoksullar ve yoksundular. Açlar, susuzdular. Çocuklarını okula gönderemiyorlar. Fahir Atakoğlu Demokrasiden söz edenler, insanları demokratik haklarından yoksun bırakıyorlar. İnsanlık dramı yaşandı. İçler acısı. Rutkay Aziz, Tarık Akan Başbakan’ın toplantısında yok. İşçilerle diz dize, kol kola hak, hukuk arayışında. İnsanın temel hakları. Oysa birahaneler dolup dolup boşalıyor yanı başında. İki adım ötede. Fahir Atakoğlu da Bilkent’te. Yorgun ve yılgın bir günün ardından 94 model Astra’nın homurdanmaları kulağımda önce ODTÜ’nün daha sonra Bilkent yerleşkesinin ağaçlı, bakımlı yollarında içimizdeki sıkıntıyı atmak için yolların arayışında. İki tane uygarlık anıtı bu yerleşkeler. Sayın Kemal Kurdaş’ı anımsamamak olanaklı mı o ağaçların altından geçerken ya da Oran’daki çamlığı…Ya da Bilkent yerleşkesi. Sahne Sanatları Fakültesi. Orada çocuklarımız eğitiliyor, çağdaşlığa açılacak kapıları zorluyorlar. Başlarında ünlü sanatçılarımız: Suna Kan, Fazıl Say ve diğerleri. Tiyatro da öğreniyor, yapıyorlar. Cüneyt Gökçer, Lemi Bilgin öğretmenleri oldu. Sayın Doğramacı çok iyi bir iş yapmış. Salon tıklım tıklım Bilkent konser salonu tıklım tıklım. Genci, yaşlısı, erkeği, kadını. Fahir Atakoğlu çalıyor, caz çalıyor, Ankara Caz Günleri bağlamında. Salon yıkılıyor. Karadeniz ezgileri Amerika’da, tüm dünyada, onun elinde bir başka sesleniyor ve Anadolu’dan örgeler. Alçakgönüllü, yakışıklı, insansı. Çok coşkulu bedeni, zihni, bilinciyle. Bir daha bir daha çalıyor ve isteniyor. Sarı Zeybek’i çalıyor. Ruhlar şenleniyor ama duygular kabarıyor, eşimin gözlerinde su kabarcıkları oluşuyor. Övünüyoruz, bu ülke neler yetiştiriyor, diyoruz. Yanındaki yabancı eşlikçiler aynı coşkuyla, heyecanla vuruyorlar ellerindeki çalgılara. Nasıl da benimsetmiş onlara Türk ezgilerini. Çağdaşlık bu oluyor işte. Yerelden başlayıp evrensele ulaşmak gibi. Çağdaş olmak için daha çok gitmek gerekiyor bu konserlere. Dünyanızı genişletmek için… Daha demokrat olabilmek ve daha çok demokrasi düşünebilmeniz için. Demokrasi çoksesliliktir. Çoksesliliği ancak çoksesli müzikte bulabilirsiniz. Arabesk müzikle demokrasi de olmuyor, çağdaşlık da. Konser bitiyor, çıkıyoruz gecenin karanlığına; ne zaman öğreneceğiz, diyorum, kiminle övüneceğimizi! Milenyumumuz 29 Ekim Şimdilerde güzel kaplamalı ve örneğin, insanın bakmaktan zevk aldığı beyaz ya da açık renklere boyanmış binalar yapılıyor. Roma da bir başkent. Milenyumda tüm tarihsel taş binalar temizlenmişti. Bizim de milenyunumuz 29 Ekim. Önümüzdeki Cumhuriyet haftasına en az merkezdeki binalar, ötekilerine de örnek olsun diye, yeniden boyanmalı ve temizlenmeli, diyorum. Meşrutiyet Cadde 2