Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Emek sömürüsüne karşı duruşun öyküsü: NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Devlet Tiyatrosu’nun (ADT) yeni oyunu “İşte Baş, İşte Gövde, İşte Kanatlar”da, sömürülmüş, incitilmiş, hor görülmüş iki kadının, Melek ve Nıvart’ın öyküsü anlatılıyor. Sevim Burak’ın yazdığı, İskender Altın’ın yönettiği oyunda, Melek ve Nıvart karakterleri üzerinden, günümüz kadınlarının emeğinin sömürülmesine göndermelerde de bulunuluyor. Farklı dekoru ve kostümleriyle de dikkat çeken oyun, Stüdyo Sahne’de izleyici ile buluşuyor. ADT, günümüzde de yaşanan kadın emeğinin sömürüsünü tiyatro sahnesine taşıdı. Sevim Burak’ın kaleme aldığı, İskender Altın’ın yönettiği oyunda, Elvin Beşikçioğlu ve Funda Gökgücü rol alıyor. İzleyicilerin döner bir platform üzerinde izledikleri oyun, kostüm ve dekorlarıyla da dikkat çekiyor. Dekor ve giysi tasarımı Funda Karasaç’a, ışık tasarımı Şükrü Kırımoğlu’na ait oyunun yönetmen yardımcılığını Eray Eserol üstleniyor. Oyunun dramaturjisini de Canan Kırımsoy yaptı. Kadın emeğinin sömürülmesine karşı duruşun anlatıldığı oyunun konusu, ADT tarafından, “Tozun elle ‘şöyle bir’ alındığı evde bir melek, bir gonca gül yaşarmış. Gonca gül makarna ve balık severmiş, Melek yemek hazırlarken bıçak kullanmazmış. Biri üç aylıklarını bekler, diğeri tekaüt maaşının hayalini kurarmış. Biri melek görmüş, kanatlarını koparmış. Dikenlere kanat takıp ‘uç uç böceğim’ demiş. Biri öte yanda, biri havada, biri pencerede, oyun oynarlarmış, incir, kaysı, çam ağaçlarının dibinde. Biri iğne, diğeri yemek, öteki taş ve bez... Bekleye tekleye, ıkına sıkına, ağlaya güle, hıçkırıkla kahkahayla...” sözleriyle anlatılıyor. sında böyle bir rol verirse kesin tedavi edilmeli ya neyse...) Bir sokak kapısından içeri girilen büyük, çok büyük bir hangarın içinde garip, karmaşık bir yerde yaşıyorlardı. Doğrusu buna yaşamak denirse, çünkü sürekli olarak aç kalmaktan ve yemekten bahsediyorlardı. Açtılar ama rüyam sırasında acıkmadılar. Rüyamın başından beri açtılar ve rüyamın içinde acıktılar, acıktılar ve daha aç hale geldiler. Korktum bir ara, yiyecek bir şey bulamazlarsa beni yiyecekler diye; beynimin, daha doğrusu başımın içindeydiler, oradan başlayarak, tüm gövdemi yiyebilirlerdi. O an rüyamın içinde bir kenarda durdum, sapsarı bir ışığın içinde sigara içtim. (Oysa iki yıldır sigara içmiyordum.) O sırada hiç kafamın (rüyamın yani) içinden çıkmayarak, sürekli olarak kafamın içinde yaşayarak, beni yiyebilirlerdi. Korkuyordum. Zaten o adam, ben değildim sadece bir rol dağılımı problemi yaşanmıştı. Peki bu iki kadın kimdi? Daha doğrusu kim kimdi ve ben onları nereden tanıyordum? Oysa seslerini, hareketlerini de tanıyordum. Birini buldum, onu sesinden tanıdım, kahkahasından, hoplayıp, zıplamasından... Onun adı Melek, yani rüyamdaki adı Melek’ti ama aslında Elvin’di, benim tanıdığım, bildiğim Elvin’di. Diğeri, rüyamdaki ismiyle Nıvart’ı, saçından, tavrından, süsünden hatırladım, en çok da müzikli sesinden... Funda’yı... Birden durdum... Bu ne ya? Ya tanıdığım kişilere rüyamda ya da rüyamda gördüğüm kişilere rol dağıtıyordum...” Cumhuriyet Ankara 296/5 Mart 2010 İşteBaş,İşteGövde,İşteKanatlar A ‘Atılmış, savılmış, bırakılmış...’ Oyunda rol alan Elvin Beşikçioğlu da şu sözlerle anlatıyor oyunu: “Atılmış, savılmış, bırakılmış aforizmalar... Bir türlü inanamıyorum, başka ne olabilir? Siz buna ne dersiniz? Ben biraz tuhaf buluyorum. Düşünün burada oturuyor ve soruyorum, kimse cevap vermiyor. Kimse bir şey söylemiyor. Hepimiz yaşıyoruz ve kimse bizi anlamıyor. Bazen bakıyorsunuz; nefes alıyor, tabii bu da belli olmuyor. Ölü olduğu halde yaşayanlara çok rastlanıyor. Solmuş, yıpranmış, ezilmiş bir kalp ne işinize yarar?” Funda Gökgücü ise oyunu, “Onlar ki daldıkları bir batakta oynayıp duruyorlardı. Mavi Sakal’ın şatosunda iğdiş edilmiş bir halde. Birbirlerine yemek ve yanızlık tarifleri veriyorlardı. Ferud’un da dediği gibi ‘Tekinsizlik Kuramı.’ Yatağın boş tarafı kış kedilerine ait. Sağ taraf ölü, sol taraf yaşıyor iğne batırdınız mı...” sözleriyle anlatıyor. İki perdeden oluşan oyun, Stüdyo Sahne’de sezon boyunca izleyicilerin beğenisine sunulacak. İskender Altın ‘Bu iki kadın kim?’ Karışık bir metne sahip olduğu için eleştirilen oyun hakkında yönetmen İskender Altın, tanıtım bülteninde şu görüşlere yer veriyor: “Uzun zamandır, konusu, düşüncesi, malzemesi ve kokusu olan bir rüya görmüyordum. Bir gün (neden olduğunu bilemiyorum) böyle bir rüya gördüm. Tanıdığım iki kişi, doğrusu iki kadın vardı. Birbirine yakın yaşlarda, acılı, komik ve tanış olduğumuz bir hikâyeleri vardı. (Uyanınca detayları unuttum) Sürekli ellerinde iğneler, iğne oyaları, tığlar, çoraplar, tekrar iğneler ve teyelleri vardı. Birbirlerinin iç içe geçmiş hikâyelerinden, kırılmış, parçalanmış ve örselenmiş bir hayat (nasıl olduğunu sormayın) hikâyelerinin olduğunu anlıyordum. Bir adamdan bahsediyorlardı (kendim olarak gördüm zaman zaman) kaba, çirkin, yaşlı bir adamdı ve fazladan acı veren bir hali vardı. (İnsan kendine rüya 16