17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 269/28 Ağustos 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN AKKARA Kürt Devleti tün bu ilerleme, yakın ve uzun süreli çözümler için umut ve iyimserlik veriyor. Ayrıntıları hâlâ açıklanmayan “açılım”, ilk bakışta olumlu gibi görünüyor. Sondajlar sürerken sonuç iyi olacak mı, söylemek zor. Kürt sorununda ortamı on yıllarca önce yumuşatmaya, 2010’lar için düşünülen çarelere 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, hiç değilse 60, bilemediniz 50 yıl önce yönelmeye başlayabilirdik. Bunu ciddi olarak düşünenler, önermek isteyenler vardı. Ama, aforoz edilmekten, mahkemelerde süründürülmekten, kodeslerde susturulmaktan, haklı olarak, kaygı duydukları için seslerini duyurmuyorlardı. Hükümetler ve devlet, Kürt sorununu yok sayıyordu, hatta Kürtlerin varlığını adeta inkâr ediyordu. Ben, “kelle koltukta” diye tanımlanacak bir cüretle, 40 A nkara, çok uzun süre, on yıllarca, “Kürt” diye bir sorun olduğunu düşünmemişti, Kürtleri görmezlikten gelmiş, hatta böyle bir terim kullanılmasını suç saymıştı. Son zamanlarda, bu konuda bilinç doğdu ve yerleşti nice gelişme sonucunda oldu bu. Kimisi olumsuz, bazen yıkıcı: Toplumsal gerilimler, insan haklarında sarsıntılar, PKK eylemleri, terör olayları, komşu ülkelerden, uzaklardaki düşmanlardan kışkırtmalar... Kimisi olumlu ve hayırlı gelişmeler: Demokrasimizin güçlenmesi, insan haklarında, hukuk ve adalette düzelmeler, Güneydoğuda nispî bir kalkınma, Kürtlerin göç ettikleri büyük kentlerdeki yaşamla kaynaşması, siyasette Kürtlerin kendilerini özellikle kendi DTP partisiyle daha fazla gösterebilmesi. Bü yıldan uzun bir süre önce, 6 Haziran 1969’da, Milliyet Gazetesi’nde her gün yazdığım köşemde, temel sorunu teşhis ederek yeni bir anlayış ve yaklaşımla çareler aranmasını ve önlemler alınmasını önermiştim: Milliyet, 6Haziran1969 Kürt Devletine Doğru? büyük ve en belirli azınlık, Kürtlerdir. Sayısı iki milyonla iki buçuk milyon arasında olan Kürtler, coğrafi bakımdan tecrit edilmiş, ülküleri bakımından Türklükten uzak topluluklar olarak yaşamaktadır. Bu azınlık üyelerinden pek azı, Türkçe biliyor. Dil ayrılığı, Kürtleri Türkleşmekten büsbütün alıkoymuştur. Buna karşılık, müşterek dinimiz de birleşme sağlayamıyor. Kürt milliyetçiliği ve Kürtçülük ülküleri, ayırıcı ve bölücü etkiler yapmaktadır. Kürt sorunu ve ayaklanmaları, Türklerin aklında dipdiri: Millî Mücadele’nin ilk aylarında, İstanbul hükümetinin İngiliz ajanlarını da kullanarak Kürtleri Mustafa Kemal’e karşı kışkırtması... 1920’de Sévres Muahedesi’nde, bağımsız bir Kürt devleti kurulması üzerinde anlaşmaya varılmış olması... 1925’teki ayaklanma: Şeyh Sait İsyanı... Kürtlerin saltanat ve hilâfet uğrunda genç Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı harekete geçişi... 1930’da İran’dan dönen Kürt şeyhlerin giriştiği isyan... 1936’da Tunceli’de örfî idare ilânına ve üç bin Kürt ailesinin başka yerlere nakline yol açan olaylar... Türklerin çoğunluğu, Kürtlerin ayaklanmalarını unutmamış, affetmemiştir. Öfkemiz sürüp gidiyor. Bu yüzden, Kürtlere “kuyruklu” dediğimiz vakit yüreğimiz burkulmuyor, yüzümüz kızarmıyor. Hep küçümsemişizdir, töhmet altında tutmuşuzdur Kürtleri... Hükümetimiz, Kürt azınlığı ihmal edegelmiştir. Türkçe öğretimi, Türkleştirme bakımından o kadar az gayret göstermiştir ki... Kürtlerin varlığını ancak ayaklanmalarla tanımış gibiyiz. Barış ve âsâyiş yıllarında, hükümet Kürtlere bir dost eli uzatmayı, onların dert ve gereksinimleriyle ilgilenmeyi düşünmemiştir. Kürtleri tam Türk vatandaşları durumuna getirmek için parmağını kıpırdatmamıştır. Bu yüzden, TürkKürt uçurumu zaman boyunca genişlemiştir. Ve Kürt milliyetçiliği yaygınlaşmış, daha iyi teşkilâtlanmıştır. Irak’ta Kürt muhtariyeti gerçekleşirse, Kürtler birçok alanda kendi başlarına buyruk olurlarsa ve nihayet egemen ve bağımsız bir Kürt devleti kurulursa... Türkiye’nin Güneydoğu Bölgesi’nde de kıpırdanmalar başlaması beklenebilir. Muhtemel bir Kürt hareketini önlemek ve Kürtlerin Türk toplumuna gerçek vatandaşlar olarak katılmasını sağlamak bakımından hükümetimiz ne gibi çalışmalar yapıyor acaba? Yoksa gözden ırak tutmaya devam ederek, yeni gelişmelerin baş göstermesini mi bekleyeceğiz? T ürkiye’deki Kürt azınlığı, Ankara’nın gözünden ırak, gönlünden ırak... Ama Irak, Kürt meselesiyle içli dışlı... 1936’dan beri, memleketimizde Kürt isyanları olmadı. Irak’taki Kürtler ise 1960’larda Irak askerî kuvvetleriyle çarpıştılar. 1966’da Irak hükümeti, Kürtlere muhtariyet vaat edince Kürtlerin önderi General Barzani ateşkes anlaşması yaptı. Ama, hükümet vaadini yerine getirmedi. Kürtlere muhtariyet verilirse, Irak’taki bir buçuk milyon Kürt, Irak’ın kuzeyinde, Türkiye’nin Güneydoğu sınırı boyunca, muhtar ve yarı bağımsız bir Kürdistan doğarsa, ayrı bir ulusal benliği, kendi dili ve bağımsız ülküleri olan bir Kürt devleti ortaya çıkacak. Böyle bir gelişmenin bizim Güneydoğu bölgemizde ne gibi etkiler yaratacağını düşünmek zamanı gelmiştir. Türkiye’deki en 1960’lı yıllarda (hatta sonraki 2530 yıl) “Kürt” terimini kullanmak bile tehlikeliydi nerde kaldı ki “Kürt Devleti”nden söz etmek... Nitekim, Milliyet’in ünlü Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, bu yazımı yayımlamak bakımından tereddütler geçirmişti. Konuyu rahmetli Abdi’nin çalışma odasında uzun uzun tartıştıktı. Sonunda, hiçbir değişiklik yapılmadan, benim yazımı aynen, tek kelime tadil edilmeksizin basmayı kabul ettiydi. Onu en çok kaygılandırmış olan “Kürt Devletine Doğru?” başlığını da Abdi muhafaza etti. Söz konusu yazıya herhangi bir kişi veya kurumdan hiçbir olumsuz tepki gelmedi. Devlet, elbette, sorunun bilincindeydi, gerçek veya muhtemel gelişmeleri izliyordu. Ama, kendisi suskun kaldığı gibi, Türklerin de, Kürtlerin de suskun kalmasını bir çözüm yolu sanıyordu. Strateji, sorunu göz ardı ve kulak arkası etmekti. O kadar ki, adeta gerçekleri hükümetten gizli tutmak isabetli olur diye düşünülüyordu. 1971 yılının 26 Ağustos’unda, Malazgirt Zaferi’nin 700. yılı kutlamaları için zamanın Başbakanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin çoğu bölgeye gittiğinde, Kürtçülük konusunda gizli bir “bilgilenme” toplantısı yapıldı. Orada, genç bir Tuğgeneral yorumlarını açıklamaya şu sözlerle başladı: “Sayın Başbakanım, Sayın Bakanlar, bu bölgenin hiçbir yerinde Kürtlere ilişkin bir sorun yoktur.” Ve elindeki upuzun değnekle Güneydoğu’nun tümünü gösterdi... Sonra verdiği bilgiler de “asayiş berkemal” tarzındaydı. Çok az soru soruldu, yanıtlar sorunlar olmadığını vurguluyordu. Başbakan yarım ağız teşekkür etti. Yüreğine su serpilmiş olan Bakanlar Kurulu, bu kısacık toplantıdan ayrıldı bazı üyeler memnun, kimisi şaşkın, birkaçı kızgın. Bugün ise, demokrasi sayesinde, hükümet ve devlet, hassas ve çözüm arayışına yönelik görünüyor. Hayırlı bir sonuç alınabilecek mi? Açılım konusunda açıklama olunca (olursa) daha berrak düşünebileceğiz. Haydi, hayırlısı. 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle