17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 269/28 Ağustos 2009 ‘BinKalp’ Ankara’dan Sonra Bodrum’da nasılattı? Satie ir sanat festivali düzenlenirken, mekân ve tür arasında doğru bir ilişki gözetilirse, hedef kitleye ulaşılması, festivalin gelişmesi ve benimsenmesi kolaylaşır. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, başlatıp geliştirdiği iki festivalde de doğru tercihler yaptı. Aspendos’ta opera ve baleyi, Bodrum’da ise her ne kadar adı “bale” festivaliyse de modern dans ağırlıklı, canlı müzik olmadan da kayıtla sahnelenebilen yapıtları öne çıkardı. Bodrum Kalesi’nin girişinde surların gölgesinde kurulan sahne ve tribünü, bu tür sunumlar için yeterli ama büyük klasik bir bale için yeterli değil. Bodrum Yarımadası’nın çeşitli köylerinde yazı geçiren topluluğun da ilgisini çekecek değişik türlerin sunulduğu bu festival, yöredeki yerel yönetimler tarafından da benimsenmiş durumda. Bu yıl Fransa’dan ve bizden iki topluluğun altı temsiline yer verilen yedinci festivalin açılışı, artık bu etkinliğin Bodrum’un “mütemmim cüzü” yâni ayrılmaz bir parçası olduğunu gösterdi. B Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN [email protected] Modern dansın kolaylıkları Modern dans, özellikle geçtiğimiz yüzyılda adeta klasik baleye bir tepkiymişcesine gelişen, daha özgür, bedenin sonuna kadar zorlandığı, popüler ya da alternatif müziklerin rahatlıkla kullanılabildiği, ritmik özellikleri sağlam klasik müziklerle de vücud dilinin özgürce sergilenebildiği, “puant” yerine “çıplak ayak”, hatta bazen “postal”ın yeğlendiği bir dans türü... Aslında bu tanımı daha da çeşitlendirmek mümkün. Çünkü yaklaşımdaki özgürlük duygusu ve kuralsızlık, alternatif pek çok yaklaşıma olanak veriyor. Yerde devinime fazlaca yer verilmesi nedeniyle bu türü hafif sarkastik bir söylemle “yerle sevişme sanatı” diye tanımlayanlar bile çıkıyor! Modern dans nitelendirmesinin altında “dans tiyatrosu” da kendine sıkça yer buluyor. Modern dansın en büyük kolaylığı, müziğin canlı icra yerine genellikle kayıt olarak kullanılması, bir ışık sistemiyle, dar kadrolu işlerle değişik ve küçük sahnelere az masrafla daha kolay taşınabilmesi... Bu kolaylık, modern dansın, daha önce hiç bale Çekim izlememiş kitlelerin bile ayağına götürülmesine olanak sağlarken, eser seçiminde dikkatli olma zorunluğunu da beraberinde getiriyor. Türkiye’de modern dans denilince akla gelen isim, koreograf Beyhan Murphy’dir. Bu türün kendine özgü ayrı bir toplulukla geliştirilmesi gereğine inanan Rengim Gökmen’in ilk Genel Müdürlüğü döneminde, Türkiye’nin ilk ciddi modern dans topluluğu Ankara’da Beyhan Murphy tarafından kurulmuştur. MDT’nin gelişim sürecinde, özellikle klasik balede yükselme umudu bulunmayan konservatuvar mezunlarının, küçük yaştan itibaren aldıkları temel bale eğitiminin sağladığı donanım, Murphy ve yurtdışından getirttiği koreografların da katkısıyla parlak işlere imza attıklarına tanık olmuştuk. MDT’nin şimdiki genel sanat yönetmeni, kuruluş döneminin gençlerinden Bürge Öztürk Kayacan. Türkiye’nin ikinci MDT’si ise İMDT yani İstanbul Modern Dans Topluluğu adıyla, İstanbul Devlet Opera ve Balesi çatısı altında gene Beyhan Murphy tarafından bu sezon kuruluyor. Konuyla ilgili resmî karar alındı. Bu yeni oluşum, klasik baleden sıkılmış dansçılarla, konservatuvar bale bölümü yeni mezunlarına umarım yeni bir kapı açacaktır. Bin kalp nasıl attı? 7. Bodrum Uluslararası Bale Festivali’nin açılışında çok doğal, izleyiciyi rahatsız etmeyecek bir yol izlendi. Sabah bir basın toplantısıyla medyaya bilgi sunuldu, akşam üzeri kaleye yakın bir mekânda davetlilere sade bir kokteyl verildi, Genel Müdür Rengim Gökmen burada kısa bir konuşmayla konukları bilgilendirip “Hoşgeldiniz” dedi. Bu yöntemle kaledeki temsil, tam vaktinde baş lamış oldu. Ankara MDT, çakışmalar nedeniyle bir türlü Ankara’da fırsat bulup izleyemediğim “Bin Kalp Atışı” ana başlıklı üç koreografiyi sundu açılışta... Bir ve üçüncü koreografi, Kolombiya asıllı Belçikalı Annabelle Lopez Ochoa’ya aitti. Koreograf belli ki, Erich Satie ile J.Sebastian Bach’ın müziklerinden iki ayrı iş tasarlamış, bunu teknolojik yardımla “Bin Kalp Atışı” konseptine oturtmuştu. Bestecinin adını taşıyan “Satie”de, “Je te Veux” şansonu üzerine çeşitlemelerin kalp atışlarıyla başlaması, bu ilişkinin kurulmasını sağlıyordu. Dansçı giysilerini de kendisi tasarlayan Ochoa’nın koreografisi, mayo üzerine uyguladığı tül çadır eteklerle özellikle toplu danslarda görsel olarak göz okşayıcıydı, aşkın öyküsü tiyatroyla da fazlasıyla vurgulanıyordu. Bach keman konçertosunun sağlam temposunu kullanarak Kıta Avrupası’nda özellikle Hollanda’da rastlanan siyah giysili, boyalı yüzlü, kendilerine “Goth” diyen marjinal genç gruplardan esinlerek yaptığı “InIn” başlıklı ikinci işinde, gene toplu danslar daha göz okşayıcı olarak dikkati çekiyordu. Ancak koreografın bu kez giysi tasarımı konusunda başarılı olduğu söylenemez. Adeta akademik bir cübbeden esinlenerek, ancak kırmızı şerit ve parça renkleri pelerin yerine pantolon etek olarak kullandığı giysiler, hem aşırı koyu renkleri, hem de bedenin yansımasını engellemesi nedeniyle hoşuma gitmedi. Belki de bir dönemin “Punk”larından türemiş marjinal Goth’ları yansıtabilmek için bu tercihi yaptı ama sahnedeki sonuç pek sempatik değildi, tıpkı Goth’ların kendileri gibi... Bu iki işin arasına, “Çekim” başlıklı MDT’nin kendi özgün işi yerleştirilmişti. Topluluğun ilk dönem dansçılarından Deniz Alp ile Ejder Keskin’in koreografisini yapıp bizzat dans da ettikleri “Çekim”in müziğini Emre Kesim yapmıştı. Tıpkı klasik baledeki A.Adams’ın müzikleri gibi, dans hareketleri düşünülerek hazırlanmış, ritmik bir tekno müzikti bu. Belli ki, koreograflarla müzik yapımcısı birlikte çalışmıştı, sonucu başarılı buldum. Dört kişilik dansçı ekibin yaşamın bir “itişçekiş” tekrarlaması olduğu fikrinden hareketle sundukları nabzı hayli yüksek koreografi, Fuat Gök’ün ışıklandırmasının da katkısıyla bir “soyut resim” gibi izlendi. Yazımı kalme alırken, Aspendos ve Bodrum festivallerinin tür mekân ilişkisi ve hedef kitle iyi gözetilerek programlandığı için başarılı olduğuna değinmiştim. Burada, “doğaçlamadan” bir öneri getirmek istiyorum. DOBGM, bir üçüncü festivali İstanbul için tasarlayabilir. Yaz aylarında yabancı toplulukları da ağırlayacak, Rumelihisarı, Açıkhava Tiyatrosu, Topkapı Sarayı ve benzer mekânları sahne olarak kullanacak bir “İstanbul Opera Festivali” neden olmasın? Benden önermesi... 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle