02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 249/10 Nisan 2009 Hocabey’in 94.Yaşgünü “İmparator Valsi”yle Kutlandı... Aykal, solistleri dinleyiciye sunuyor, Hocabey alkışlıyor. Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN [email protected] hsan Doğramacı, sevabı ve günahıyla çok konuşulan ve tartışılan bir isimdir. Hoşlanmayanların az olduğu söylenemez ama takdir edeni, seveni çoktur. Neredeyse “mürid” düzeyinde aşırı bağlılık gösteren, ya da kendisini “idol” kabul edenlerin varlığı da bilinir. Duyguları bir kenara bırakıp nesnel değerlendirme yapıldığında, sadece Hacettepe ve Bilkent üniversiteleri Türkiye’ye beyin ve sanatçı yetiştiren birer dev yapıt olarak ortadadır. Sevda Cenap And Müzik Vakfı’nca üç yıl önce “Onur Ödülü Altın Madalyası”nı Hocabey’e verdiğinde yapılan eleştirilere, sadece Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi, Bilkent Senfoni Orkestrası ve oradan yetişip müzik kurumlarında görev yapan, Batı’da akademik çalışmalarıyla yükselen gençler birer “canlı” yanıttır. Türk besteciliğinin ulu ismi Adnan Saygun kalıtını boşuna mı İhsan Doğramacı’ya emanet etti? Bu girizgâhı, yazımı okuduklarında kimilerinin getireceğini şimdiden duyar gibi olduğum eleştiriyi peşinen yanıtlamak üzere yaptım. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Düşünebiliyor musunuz, nüfusları İstanbul’un yarısına bile ulaşmayan 45 milyonluk İskandinav ülkeleri Norveç ve Finlandiya’da bile etkileyici birer operaevi var. Bizim, İstanbulumuzda, Ankaramızda, İzmirimizde “özgün” birer operaevi yok. Kimi sinemadan, kimi sergi evinden çevirme, en büyüğü de yenileme amaçlı kapalı tutuluyor! Ankara’da “özgün” bir konser salonu da yok! Başbakan ve Maliye Bakanı’nın Avustralya’da Sidney Operası’na “hayran kaldığını” gazetelerde okumuştuk. Geçen hafta da Emine Erdoğan’ın Batılı başbakan eşleriyle Covent Garden’ı hayranlıkla izleyişini gördük. Ama yerel seçim sonrası, Ankara Anakent Belediye Başkanı’nın mazbatasını alır almaz ilk etkinliklerinden biri, yıllardır aklına taktığı üzere, hipodrom alanı planlamasından operaevini kaldırtmak ve operayı “gecekondunun üzerine apartman eklemek” gibi bir operasyonla CSO için sözde yapılmakta olan binaya ekletmek üzere Milli Komite’nin alt komitesine rapor yetiştirmek oldu! Ankara’da kıvanç duyabildiğimiz tek “özgün” konser salonu, vakıf üniversitesi Bilkent’te... İşte bu salon geçtiğimiz 3 Nisan akşamı, Hocabey’in 94. doğum gününü kutlamaya dönük konsere bir kez daha tanıklık etti. Programda piyanolu bir yapıt yoktu ama salona giren konuklar sahnede hazır durumdaki piyanoyu gördüler. Bu, artık bir gelenek haline gelen, Gülsin Onay’ın Hocabey’in çok sevdiği Chopin’in “Büyük Polonez”ini seslendirmesi içindi. Piyano asansörlü platformla aşağı alındıktan sonra Gürer Aykal yönetimindeki BSO programına başladı. Rus şancıları genç soprano Evelina Dobraceva ile tenor Vsevolod Grivnov’un solistliğinde operatik bir program hazırlanmıştı. Rus soprano, gelişkin tekniği, sesi kadar zarif fiziğiyle de gelecek vaat eden bir sanatçı olarak özellikle dikkatimizi çekti. Bir doğum günü kutlaması için uygun, neşeli, eğlendirici programı Gürer Aykal J. Strauss’un ünlü “İmparator Valsi” ile noktalamadan önce Hocabey’e hitaben “Şimdi büyük İmparator Valsi’ni çalacağız. Çünkü siz de bizim imparatorumuzsunuz” dedi. Viyolonsel solocusu Hayrettin İ Hoca ile korno solocusu Cem Akçura’yı başarılarından ötürü dinleyiciye özel olarak alkışlattı. Gazeteci olarak üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın 100. yaş günü ve böylece “dalya” deyişini yaşamıştım. Cumhuriyet ilk kuşak bestecilerinden Faik Canselen de 100 yaşında... İhsan Doğamacı da “dalya” yolunda ilerliyor. Doğramacı’ya doğum günü çiçeğini küçük kemancı Elvin Hoca sundu. Nice yıllara Hocabey... mindeki orkestra, bakır üflemeli çalgılardaki kimi aksaklıklar dikkate alınmazsa, görevini yapıyor. Tayfun Bozok’un keman solosu ise kulak okşayıcıydı. “Operet deyip geçmeyin” başlıklı yazımın da yer aldığı kitapçıkla ilgili bir eksiği de vurgulamadan geçmeyelim. Bu operetin bestecisi belli ama librettosunu kim yazmış? Yazılardaki harf yanlışlıklarını da baskıya girmeden önce düzeltme okumalarıyla engellemek gerek. VENEDİK’TE BİR GECE Günümüzde “operet”leri, televizyonlardaki eğlence programlarıyla rekabet ederek, çocukları, gençleri, ilerde bilinçli bir opera dinleyicisi olmaya taşıyacak bir sahne eseri biçimi olarak değerlendirebiliriz. Devlet operaları da bu gerçeği göz önünde tutarak repertuarlarına operetleri alıyorlar. Bu çerçevede J. Strauss’un “Venedik’te Bir Gece” opereti Ankara’da sahneleniyor. Artık “konuk rejisör” sıfatıyla yönetsel sorumluluk taşımadan opera müdürlüklerine hizmet sunmaya devam eden Gürçil Çeliktaş yapıtı sahneye taşımış. Çeliktaş’ın uyguladığı sahne trafiği, tasarımın da sağladığı olanaklarla hayli hareketli, ortaya sorunsuz, akıcı bir uygulama çıkmış. Sahne tasarımı İzmir’in başarılı ismi Tayfun Çebi’ye ait. Çebi, günümüzün “sayısal baskı” sistemlerinden yararlanmış, birebir Venedik görüntülerini arkadaki perdeye taşıyarak, küçük sahneye derinlik ve gerçeklik kazandırmış. Nursun Ünlü’nün tasarladığı giysiler, dönemin görkemini yansıtmak amacıyla olsa gerek, çok parıltılı, canlı renklerle “abartılı” biçimde gerçekleştirilmiş. Öyle ki, bazı sahnelerde parlak satenlerin fazlalığından insan kendini eski dönemin yorgancı işliğinde zannedebilir, kimi zaman da döşemelikperdelik dükkânında! Mustafa Erdoğan’ın hazırladığı koro ile Sunay Muratov yöneti SEVİNÇ VE HÜZÜN Opereti izlemek için birkaç temsil gerçekleşip eserin oturmasını beklemiştim. İzlediğim temsildeki kadroda, Ankara Operası’nın gençlerinden tenor Murat Karahan Caramello’da, Tuğba Mankal Annina’da, Seda Aracı Ciboletta’da, Serkan Kocadere de Pappacoda’da özellikle göz doldurdular. Daha önce, vasat bir yapım olan Kırmızı Ev’de beğenerek izlediğim Murat Karahan’ı bu kez klasik bir operette hem ses, hem sahne olarak başarılı buldum. Gelecek sezonda bir klasik operada da soluğunun uzunluğunu görmeyi umut ederim. Serkan Kocadere’yi ise önceki rollerinde de sağlam bir bariton olarak tanıyoruz. Tuğba Mankal ile Seda Aracı, işlerini ciddiye almış sopranolar. Aşağıdan umut verici genç kadroların yetişiyor oluşu sevindirici. Urbino Dükü ile üçlemede kalitelerini ortaya koydular ama dük rolündeki deneyimli tenor Erdal Şen hüzün vericiydi. Şen’in tizlerde sallandığını, orta ve pes seslerde işitilip anlaşılamadığını gördük. Bazen çoğu yeterli ve iyi çalışmış bir kastın başarısını, bir ses gölgeleyiverir, izlediğim temsilde de ne yazık ki böyle oldu! Neyse ki, dinleyici, genel anlamda salondan eğlenmiş olarak ayrıldı. İyi ki ülkemizdeki dinleyici İtalya’daki gibi, tökezleyiveren şancılara, stadyum türü protesto tezahüratı yapmıyor! S. Arıcı S. Kocadere T. Mankal M. Karahan ve E. Şen, Venedik’te Bir Gece... 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle