28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 246/20 Mart 2009 ANKARA ANKARA Talât HALMAN ok partili seçim tarihimizin en çirkin, en hareketli, en seviyesiz kampanyalarından biri, sekiz gün sonra sona ermiş olacak. “Oh, dünya varmış!” diye rahat bir nefes alacağız milletçe. İki aylık bir süre boyunca iktidar, devlet işlerini bir kenara itip kendini siyasal didişmelere adadı. Muhalefet ise, memle AKKARA Kavgadan vazgeçip hizmete başlamak Ç ketin işsizlik gibi devâsâ sorunlarına çözüm aramak bakımından, hükümet kadar âtıl ve âciz kaldı. Seçimleri kazanacak olanlar bayram edecek ama, ülkemiz iki ay kaybetti, ulusal dertlere deva ve derman bulmak olanaklarından yoksun kaldı. Yazıklar olsun. AKP, yerel seçimlerde hezimete uğramayacak gibi... Bazı yerleri elden kaçı racak, bazılarını ele geçirecek ama herhalde oy toplamında ya da oranında büyük bir düşüş olmayacak. Yerel sonuçlar, belki de iktidarın genel gücünü sürdürecek, AKP son zamanlarda yaşadığı kâbustan kurtularak huzura kavuşacak. Yerel seçimlerden memnun çıkmak, iktidarı uzun zamandır beklediğimiz siyasal olgunluğa mı götürecek, yoksa aşırı bir özgüvenle otokratik, hatta despotik yönelimlere mi? Son genel seçimleri yüzde 47 ile kazanınca yaptığı nefis konuşmada, Recep Tayyip Erdoğan yeni bir siyasal ruhu ve yönetim anlayışını dile getirerek kamuyu umutlandırmış, sağlam bir iyimserliğe yöneltmişti. O zaman başlayan beklenti, ne yazık ki, bomboş çıktı. Hele yerel seçim kampanyasındaki haşin sözler ve davranışlar, umutları öyle bir yıktı, iyimserliği sıfıra indirdi ki! Peki şimdi? 29 Mart’tan sonra? İktidar, kavgadan vazgeçerek kendini halka, is tikrara ve kalkınmaya adayacak mı? Yerel seçim kampanyasındaki temel slogan, hizmet vaadini vurguluyordu. İktidar, siyasal rahatlığa kavuşur ve nihayet özgüven kazanırsa, vaatleri doğrultusunda, millete hizmet gayretine girişecek mi? Türkiye’nin ulusal ve uluslararası nice sorunu var. Millet, aktüel ve muhtemel iktisadi dertler yüzünden, yaman kaygı ve korkular içindedir. En az yüzde 12,5 ölçüsünde olan işsizlik, günden güne artarak ürkütücü boyutlara ulaşacak. Yakın geleceğimiz tehlikeler ve badirelerle dolu olacağa benzer. Kampanyaların kavgaları geride bırakılarak, güçlü ve istikrarlı iktidar anlayışıyla, AKP ülkeye ve ulusa hizmete girişecek mi? Gün, sorunlara çözüm aramak günüdür. 30 Mart’tan sonra, sadece kendi siyasal varlığı için değil, Türkiye’nin hayrına çalışacak bir AKP istiyoruz ve bekliyoruz. Bu beklenti, milletimizin hakkıdır. unus Emre, Türkçe şiirin ilk dehası, hem de gelmiş geçmiş en yüce birkaç şairinden biri, belki de birincisi... Mevlâna, yazık ki, Türkçeyi iyi bilmiyordu: Yüz bine yakın satırından sadece yaklaşık 100 tanesi Türkçedir. Tasavvufta ve hümanizmada Yunus, Türk aydınlığının, Türkçenin gür, görkemli sesidir. 7 yüzyıla yakın süredir Yunus’u Anadolumuzun sözlü geleneği ve kentlerimizdeki okuryazarlar canlı tuttu. 20. yüzyılda Fuad Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Hikmet İlaydın, Mustafa Tatçı ve daha birçok bilginimizin nitelikli çalışmaları sayesinde, Yunus’un akademik âleme ulaşması mümkün oldu. A. Adnan Saygun’un oratoryosu Yunus’un şiirlerini ve ilahilerini yeni bir boyuta eriştirdi. Denebilir ki 20. yüzyılın ikinci yarısında bir “Yunus Rönesansı” yaşadık. Bizim “aydınlanma”mız, yüzyılın son çeyreğinde, dış dünyada yankılar buldu. Mevlâna’nın insancıllığı ve mistik coşkusu özellikle Kuzey Amerika’da ve Batı Avrupa’da heyecan yaratırken, Yunus da evrenselliğiyle kendini kanıtladı. Yunus Emre, l241’de doğmuş olabilir gibi bir varsayımdan hareketle, doğumunun 750. yılının UNESCO tarafından “Uluslararası Yunus Emre Yılı” olarak ilan edilmesini sağladık. Bu yıla zamanın Kültür Bakanı sayın Namık Kemal Zeybek’in katkısı büyük oldu. Yunus’un ruhu, evrensel değerleri ve şiirsel gücü sayesinde, uluslararası yıl boyunca, Yunus ve Anadolu hümanizması ile Türk şiirinin sesi, birçok dillerde, pek çok ulusa başarıyla sunuldu. Düzinelerle ülkede radyo ve TV programları, konferans ve sempozyumlar, şiir dinletileri, dergi ve gazete yazıları, Türkçe pek çok kitap ile belki 15 yabancı dilde Yunus kitapları... Ne var ki, “Yunus Emre Yılı”nda kazandığımız “momentum”u sonraki 15 yılda sürdüremedik. 19921996 arasında, Türkçe birkaç güzel yayın oldu, o kadar. Bunların başında Umay Günay ile Osman Horata’nın “Risaletü’n Nushiyye” ça Y Yunus Emre Enstitüsü lışması ile Doğan Aksan’ın “Yunus Emre’nin Şiirinin Gücü” başlıklı incelemesi vardır. Bir de, Süha Faiz’in Yunus’tan İngilizceye çevirileri, 2004’te, “The City of Heart” başlığı ile kitaplaştırıldı. “Yunus Emre Yılı”nın verimi, sonraki 15 yılın toplam üretiminden çok daha fazla oldu. Türk bilim âlemi, 1991’den bu yana, Yunus’u biraz ihmal etti demek yanlış olmaz. “Yunus Yılı”ndan sonra Yunus’u gömdük diyemeyiz ama, yeterince canlı tutmadığımız doğru. Oysa elbirliğiyle, milletçe, üniversitelerimiz ve bilginlerimizle görkemli bir “Yunus Çığırı” açabilirdik. Bu yönde bana büyük umutlar veren bir tasarı günışığına çıkamadığı için üzüntüler içindeyim. 1991’de Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği Yunus Sempozyumu’nda, bir “Yunus Emre Enstitüsü” kurulmasını önermiştim. Bu enstitünün amacı, düzenli ve sürekli olarak bilimsel incelemeler yapmak, her yıl seminer ve sempozyumlar düzenlemek, yabancı dillere çevirileri teşvik etmek, Türkçe ve İngilizce birer bilimsel dergi yayımlamak, Yunus ve Türk hümanizması konusunda Türkiye içinde ve dışında sağlam bir bilinç yaratmak olmalıydı. Katılımcılar arasında Hacettepe Üniversitesi’nin o zamanki Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Emel Doğramacı vardı. Sempozyumun sonuna doğru söz alarak “Yunus Emre Enstitüsü” önerisini desteklediğini ve Üniversitesinde kurmak üzere girişimde bulunacağını ifade etti. Kısa bir süre sonra bana, New York’a gönderdiği bir mektupta, kuruluşun gerçekleştiğini bildiriyordu. Kuruluştan sonra, enstitü, bildiğim ve izleyebildiğim kadarı, amaçları doğrultusunda etkin olamadı. Kısa bir süre sonra da, Prof. Doğramacı görevden ayrılınca, sanırım, ölü doğmuş olarak kaldı. Oysa Hacettepe’deki kuvvetli kadro ile ülkedeki başka Yunus uzmanlarının işbirliği sayesinde, 15 yıllık süre içinde, önemli yayınlar ve etkinlikler gerçekleştirilebilirdi. O enstitünün yüzüstü kalması ve yerine başka bir kuruluş yaratılamaması, benim için sürüp giden bir üzüntü kaynağıdır. Böyle bir enstitü veya merkez, dünyanın dört bucağında Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri açacak olan yarıresmî vakıf ya da (Yunus’un Eskişehir’de doğmuş, yaşamış ve defnedilmiş olabileceği düşünülerek) bir “Yunus Emre Yerleşkesi” bulunan Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde açılabilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ve yardımları gerekecektir. Yunus Emre’yi derinlemesine incelemek ve dünyaya yaymak için güç birliği yapılmalı. Biz kendimiz uğraş vermezsek, Yunus Emre’yi dünya benimsemeyecek, bağrına basmayacak. Kültür, yükseköğretim, sanat ve edebiyat kurumlarımızla harekete geçmek zorundayız. Bu uğurda bir büyük ittifaka gerek var ama ilk olarak, bağımsız bir “Yunus Emre Enstitüsü” ya da (ülkemizde enstitü kurmak artık çok çetin bir çaba gerektirdiğinden), bir üniversite bünyesi içinde bir “Yunus Emre Merkezi” yaratılması, önemli bir başlangıç olacaktır. 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle