Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
13 HAZİRAN 2008 CUMA Ankara’nın anayasasına bak, yasına bak, Ankara’nın kafatasına bak, tasasına bak, Ankara’nın yarasına bak, yaygarasına bak... Ankara, bir haftadır, öfkeli, sevinçli... Şaşkın, taşkın... Mutlu, tedirgin... Umutlu, gergin... Suskun, gürültülü... Asık suratlı, güleryüzlü... Dinin siyasal gücünü artırmak isteyenler üzgün; laik kesim bayram ediyor. Uzun zamandır, böyle bir duygu bölünmesi ve düşünce bocalaması içinde olmamıştı başkent. Hukukun erki, yargının yetkileri ile siyasal gerçekler, topluma hizmet, kuvvetler dengesi gibi ilişkiler, heyecanla tartışılıyor. Bunların ne kadar girift olduğu ortada. Ve tartışmalar, uzun yıllar sürecek, belki hiçbir vakit sonuçlanmayacak. Biz, Batı’dan aldığımız kavramların çoğunu yetersiz algıladığımız ve yarımyamalak uyguladığımız gibi, YasamaYürütmeYargılama üçgeninde de yanıldık. Batıda “üç erk” terimi yerleştiğinde, ilk olarak ve uzun bir süre, toplumdaki bellibaşlı sınıflar ve büyük kitleler kastediliyordu: Asiller, ruhban sınıfı ve sıradan halk. Terim, sonradan temel salahiyetler ve meşru yetkiler anlamına yöneltildi. Yerleşmiş demokrasilerde belki yasama, yürütme ve yargılama arasındaki ayrımlar ve dengeler berraktır. Ama bizim gibi demokrasiye yeni geçen ya da kültür gelenekleri Batı’ya göre çok farklı olan ülkelerde başka erkler de olabilir, vardır da... Nitekim AngloAmerikan demokrasisi de sonradan bir “dördüncü erk” kabul etmişti: Basın (daha sonra da medya). Bizim gibi değerler sistemi kendine özgü olan bir toplum, bu üç ya da dört erkin ötesinde, başka yet ANKARA Talât Halman ANKARA AKKARA Ankara’nın Ak’ı Kara’sı kiler de tanımak zorundadır. “Yetkileri aşmak” iddiası, iktidarın dilinden düşmüyor. Kararın “siyasal nitelikte” olduğu da ısrarla öne sürülüyor. Aşma’yı ölçmek zordur, çoğu zaman olanaksızdır. “Siyasal” mı? Elbette toplumun her dinamiği “siyasal”dır, temelde hukuk, siyasal bir hüviyetten bıçakla keser gibi ayrılamaz. TÜRBANİZM BUNALIMI Bugün yaşadığımız ihtilaf, iktidarın elde ettiği çoğunluğu sınırsız bir yasama erki gibi düşünmesinden doğmuştur. Mutlak gibi görünen bir seçim zaferi, ne yazık ki mutlakiyet getirdi. Oysa, parlamentoda salt çoğunluk, hatta üçte ikiyi aşan bir çoğunluk, bir partiye her istediğini kararlaştırmak gibi bir hak verir gibi görünürken vermez. Meclis’te yüzde 60, 70, hatta yüzde 95 bir çoğunluk ya da oybirliği, Cumhuriyeti lağvedip monarşiyi geri getirecek bir karar alabilir mi? Bir yabancı ülkenin sömürgesi olmaya karar verebilir mi? Her güçlü iktidar için mutlak bir görev, çoğunluğun mutlak bir yetki olmadığının bilincinde ve sorumluluğunda olmaktır. Her demokraside parlamento çoğunluğunun üstünde bazı kuvvetler ve değerler de olabilir. Türbanizm, Türkiye’de (önlenmesi hiç de zor olmayan) bir bunalıma yol açmış, toplumsal dengeyi ve siyasal istikrarı bozmuş, hiç gerek yokken iktidarın kendisinin başını derde sokmuştur. Değer miydi? Bu ülkede giyim özgürlüğü, pek dar bir anlamda kısıtlıydı, yalnız bazı kamu mekânlarında, eğitim kurumlarında, üniversitelerde türban yasaktı. Hiçbir toplumda, mutlak kıyafet özgürlüğü yoktur: Hangi toplum, parlamentosunda bikinili kadınlara izin veriyor? Hangisi, üniversite dersliklerine öğrencilerin mayo ile katılmasını kabul ediyor? Hangisi, mahkemelere bir avukatın kukuleta ile ya da palyaço kıyafeti ile girmesine göz yumar? ABD Temsilciler Meclisi’nde ve senatosunda onca Musevi var, kaç tanesi “yarmulka” tabir edilen takkeyi giyiyor? Öte yandan, nice kiliselere kadınların başı açık girmesine izin verilir mi? Bizim camilerimiz Müslüman olmayan turist kadınları başları açık içeri alsın mı? Giyim özgürlüğü kısıtlanamaz diye hüküm verenler, en demokratik diye bellediğimiz toplumlarda bile kıyafet kısıtlamaları olduğunu niçin görmezlikten geliyor? Önceki dönemleri bırakalım, bugün ABD’de birçok sosyal kulübe ve bazı lokantalara kravatsız giremezsiniz. Alman parlamentosuna ya da mahkemelerine Nazi üniformasıyla, değil üye olarak, izleyici ya da basın mensubu olarak kabul edilenler var mıdır? Türkiyemizde türban, örtünme, tesettür yasak değildir. Sokaklar, caddeler, meydanlar sıkmabaş, başörtülü, türbanlı kadınlar ve genç kızlarla dolu... Hiç kimse “örtünme” yüzünden tevkif edilmiyor, takibata ve tahkikata uğramıyor. Yalnız eğitim kurumlarında yasaktı; oralarda bile, üniversitelerde, türbanlı gezenler, derslere ve sınavlara girebilenler vardı. TÜBA ve Kanpolat AKP’NİN HATASI Yükseköğretim kurumlarında giyim kısıtlamaları olması “mutlak özgürlük”le bağdaşmaz diye anayasa tâdili yapmak, tarz ve zamanlama, niyet ve kasıt bakımından yanlış oldu. Üstelik, buna önayak olanlar, demeçleriyle ve davranışlarıyla, daha geniş bir stratejinin uygulanmasında bu sadece “birinci adım” ya da “ilk aşama” gibi bir kuşku yarattılar. Nihai amaç, Türkiye’ye şeriat düzeni getirmek istiyorlar görüntüsü verdiler. Bugünkü bunalımları yaşamayabilirdik, AKP böyle sıkıntılara düşmeyebilirdi. Sırf üniversitelerde bazı kız öğrencilerin başları örtük olsun diye bu sorunları yaratmak, AKP’nin hatası oldu. Yasama ve yürütme erki, memleketin yoksulluk, işsizlik, kötü beslenme, sağlık tesislerinde yetersizlikler, pahalılık gibi sorunları çözmek için kullanılmalıydı.Seçmenlerin yüzde 46.7’si ülkede siyasal istikrar gerçekleşsin, sorunlara süratle çözüm bulunsun diye AKP için oy kullandı, Kur’anı Kerim’in emri olmayan bir örtünme tarzı empoze edilsin diye değil. T Geleceğin Devlet Tiyatroları S ayın Lemi Bilgin yönetimindeki Devlet Tiyatroları bugünümüz ve yarınımız için en güçlü yaratıcılığı armağan ediyor ülkemize. “Tiyatro Her Yerde” başlıklı programıyla Türkiye’nin her iline, düzinelerle kente tiyatro götürmek, heyecan ve coşku veren bir etkinlik. Eskiden bir, iki, üç, beş, on yerde varlık gösteren Devlet Tiyatroları, artık memleket sathında güzel prodüksüyonlarla hizmet veriyor. Devlet Tiyatroları’nın asıl görevi, tüm memlekete ve millete sahne sanatlarını götürmektir. Bir de “trenle tiyatro” programı var Devlet Tiyatroları’nın. Otobüslerle uzun turneler düzenlenmesi düşünülmüştü eskiden. Şimdi trenle gerçekleşmekte olan turne, tiyatroseverler için heyecan verici. Devlet Tiyatroları, yurdumuzun dört bucağına çeşit çeşit yerli ve yabancı oyun götürüyor. Bir Anadolu “sahne aydınlanması”dır bu. Lemi Bilgin, bu hizmetiyle de tiyatro tarihimizde minnetle anılacak. ÜBA ülkemizin en saygın, en başarılı kurumlarından biri... Türkiye’nin geçen yirmi, yirmi beş yılda bilim ve fen alanında yaptığı hamlelerde TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) belirleyici ve önemli bir rol oynadı. Dünya çapındaki bilginlerimizi bir araya getiren bu güçlü kuruluş sayesinde, özellikle müspet bilimlerde ve teknolojide ülkemiz sevinilecek, övünülecek ilerlemeler gerçekleştirdi. Geçtiğimiz sekiz yıl boyunca, değerli bilim adamı Prof. Dr. Engin Bermek, dört başı mamur bir Başkan olarak, TÜBA’yı geliştirdi, memlekete her zaman minnetle anılacak hizmetlerde bulundu. Hayırlı katkılarını candan kutlarız. Aklın gücünü temsil eden Akademi, yine, candan alkışladığımız bir isabetle, yeni başkanı olarak Prof. Dr. Yücel Kanpolat’ı seçti. Olağanüstü başarılı bir bilgindir yeni Başkan. Sadece Türkiyemizin değil, dünyanın en seçkin nöroloji (sinir cerrahisi) uzmanlarından biridir. En çetin ameliyatları nice ileri ülkelerin ona yaptırdığını bilmek, bizler için bir övünç kaynağıdır. Uluslararası tıpta onun kadar saygınlık kazanmış pek az Türk bilgini vardır. Prof. Yücel Kanpolat’ın hizmetleri, yeni görevinde TÜBA’ya, Türkiye’ye ve uluslararası tıp ve bilim çalışmalarına yeni onurlar getirecektir. Büyük bilginler, tek bir alana sıkışıp kalmazlar. Prof. Kanpolat, kendi değerli ihtisasının ötesinde, tarihe, sosyal bilimlere, dile, edebiyata da meraklıdır. Umarız, fen, tıp ve müspet bilimlerde büyük başarılar kazanmakta olan TÜBA’da beşerî bilimlerin ve sanatların daha fazla ilgi ve destek görmesini destekler. Bu çok yönlü entelektüel, TÜBA ve Türkiye için mutlu bir talihtir. 19