05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 229/21 Kasım 2008 sahnelerden sahnelerden 16 ‘FosforluCevriye’Akün’e geldi ürk edebiyatında çok önemli bir yere sahip Suat Derviş’in “Fosforlu Cevriye” adlı eseri, bugün ilk kez, bir tiyatro oyunu olarak, başkent sahnelerinde izleyici ile buluşuyor. Oyun, bedenini üç kuruşa satıp, beş kuruşa karnını doyurabildiği bir dünyada gözlerini açan Fosforlu Cevriye’nin yaşam öyküsünü konu ediniyor. 1930’lu yılların sonunda, İstanbul’da geçen oyunda Fosforlu Cevriye kendisini, “Ortalıkta beni doğuran bir ana olmadığına göre, bu dünyaya yıldızlardan düştüm herhalde” diye tanımlıyor. Cevriye, kader arkadaşları Top Melahat, Fıstık Cemile, Köylü Güllü, Çatlak Marika’yla gecelerin günlere karıştığı bir dünyada yaşarken bir gün gerçek aşkı buluyor. Bugün “Fosforlu Cevriye” denildiğinde insanların zihninde de meşhur “Karakolda Ayna Var” şarkısı canlanıyor. Kah güldürüp kah hüzünlendirerek, karakol, mahkeme, hapishane, Barba’nın meyhanesi, eski kantocu Sümbül Dudu’nun evinde, bir müzikal olarak izleyiciye aktarılan oyun, iki perdeden oluşuyor. Dünya prömiyeri 11 Kasım’da yapılan oyunda, Fosforlu Cevriye karakterini Feray Darıcı canlandırıyor. Gülriz Sururi’nin yönettiği oyunda, İsmet Numanoğlu, Ali Hakan Beşen, İsmail Volkan Duru, Engin Özsayın, Erman Koç, İclal Karaduman, Kader İlhan, Pınar Berkmen, Selçuk Göldere, Yiğit Dirik, Zeynep Aytek Metin, Deniz Baytaş, Uğur Çavuşoğlu, Emrah Keskin, Nermin Uğur Bakır, Dara Tan, Şafak Ermiş, Aylin Tez, Yeliz Erülgen, Diler Öztürk, Mert Okutan, Osman Özyurt, Ömer Comba, Kubilay Karaburçak, Emrah Özdemir, Onur Atbaş, Handan Tok Kaya, Gülay Gür Bayram, Eylem Türkmen, Dilek Mengi, Murat Kızıl ve Kenan Kara rol alıyor. Oyunun müzikleri de Attila Özdemiroğlu’na ait. Akün Sahnesi’nde izleyici ile buluşan oyunun orkestranın müzik direktörlüğü görevini ise Kemal Günüç üstleniyor. Oyunun yönetmeni Gülriz Sururi ile “Fosforlu Cevriye”yi konuştuk: ‘Fosforlu Cevriye’ Türk edebiyatının unutulmaz eserleri arasında yer alıyor. Birçok kez filme uyarlanan bu eseri, izleyiciler ilk kez başkentteki tiyatro sahnelerinde görecek... I “Fosforlu Cevriye” gerçekten Türk edebiyatının unutulmaz bir eseri. Birçok kez filme konu olmuş bir roman. Dönemin koşullarını çok iyi özetleyen ve her insanın kendisinden bir şeyler bulduğu bir eser. Böyle bir eseri uzun yıllardır sahneye taşımak istiyordum, DT’ye kısmet oldu. Sonuçta ekipteki arkadaşlarım ve ben çok güzel bir işe imza attı T ? Selda GÜNEYSU ğımızı düşünüyoruz. Eser ilk kez tiyatroya uyarlanıyor. Bu, Türk tiyatrosu açısından da son derece önemli. Bize biraz oyun hakkında bilgi verir misiniz? İzleyiciler sahnede nasıl bir oyun izleyecekler? I Öncelikle izleyiciler bu oyunda, farklı bir karakterle karşılaşacaklar, Fosforlu Cevriye’yi tanıyacaklar. 1930’lu yıllar, İstanbul ve “yangın yeri” Galata... Karakollar, hapishaneler, randevu evleri ve itler, kopuklar arasında geçen bir öykü “Fosforlu Cevriye.” Anne ve baba nedir bilmeyen, dünyaya gökten, yıldızlardan, düştüğüne inanan bir kimsesiz kızın öyküsü... Karnını doyurmak için bedenini 3 kuruşa satan bir kızın yaşamı... Kaç yaşında olduğunu, sokaklara nasıl düştüğünü bile bilmiyor. Hatta oyunun bir yerinde Cevriye, “Çocuk muyum, genç kız mıyım, kadın mıyım bilmiyorum, kaçarken polislere yakalandım” diye bir cümle kuruyor. Sonra, kendisine “siz” diyen birine aşık oluveriyor. Bu aşk öylesine güçlü ki, Cevriye aşkı yüzünden ölümü bile göze alıyor. Oyun, namus kavramını da masaya yatırıyor. Gerçekten namuslu kim, namusu insanlar nerde ve nasıl aramalı, hepsi oyunda eleştirel bir dille izleyeciye aktarılıyor. Oyun, “namus” kavramı üzerinden değerlendirildiğinde bugüne de göndermelerde bulunuyor... I Gerçekten öyle. Oyun her ne kadar 1930’lu yılların Türkiye’sini anlatıyor olsa da bugüne çok ciddi göndermelerde bulunuyor. Biliyorsunuz, Rusya’da rejim çöktükten sonra, sağcı ve solcu kavramları birbirine karıştı. Ben bugün, ilerici gerici, dinli dinsiz şeklinde tanımlanan insanları ikiye ayırıyorum. Benim için insanlar artık “namuslu” ve “namussuz.” Hangi partiden olduklarının ya da hangi dünya görüşüne sahip olduklarının bir değeri yok. Oyunda anlatılan değerler aslında, bu dünyada bize nasıl bir seçimde bulunmamız gerektiğini anlatıyor. ‘Tiyatronunkalbi Ankara’daatıyor’ Oyunun oyuncu kadrosu da hayli kalabalık. Müzikleri de Attila Özdemiroğlu’na ait. Böylesine kalabalık kadroya sahip bir oyunu sahneye taşımak zorlu bir süreç olsa gerek... I Her şeyden önce zaman sorunu yaşadık oyunu sahneye taşırken. İstanbul’daki yaşantımı bıraktım ve Ankara’ya geldim oyunu yönetmek için. Çünkü DT çok iyi olanaklara sahip. Başkentte 12 sahnesi var, bu 12 sahne her akşam perde açıyor. 12 kişilik bir orkestra istiyorum diyorsunuz, hemen sağlanıyor. Bir de çok değerli oyuncularla çalışma olanağına sahip oluyorsunuz. Ayrıca turistlik geziler yapıp, Ankara’ya gelip, oyun izlemek gerekiyor. Çünkü bana göre tiyatro sanatının kalbi Ankara’da atıyor. İstanbul’da durumlar böyle değil. İstanbul’da böyle güçlü bir ekiple, bir yapımın altına imza atmak bugün için hayal. Bu sözlerimi şöyle açıklamak istiyorum: Ben İstanbul’da bir opera eserini sahneye taşımak istemiştim. Tam da türban tartışmalarının yoğun olduğu günlerdeydi. Eserin içinde de şöyle bir cümle geçiyordu: “Ben Cumhuriyetin ilk şapka giymiş kadınlarından biriyim.” İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, önce beni projemde destekledi, bana sponsor oldu. Oyunda geçen cümlenin farkına varınca projeye destek olmaktan vazgeçti ve projenin yükü benim omuzlarıma bindi. İstanbul’da yaşamını sürdüren bir sanatçı olarak, Ankara’daki sanatsal faaliyetleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce yeterli mi? I Ankara her şeyden önce başkent. Çok değerli sanatsal faaliyetler yapılıyor bugün ancak bu faaliyetlerin sayısı daha fazla olabilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle