Katalog
                    Yayınlar
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Yıllar
                    
                    
                
                    Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
                    Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
                    Sayfayı Satın Almak İstiyorum
                
            
                6  20 EYLÜL 2020  OKUDUKLARIM  İZLEDİKLERİM  Bazı ünlü şarkılarda ve şiirlerde  DÜŞÜNDÜKLERİM  ‘Adı gizlenen sevgililer’  Biz genç olmayı bugün de sürdürmekte olan 68 kuşağı gençleri, hep genç kalmayı belki de toplumculuk ve yurtseverliğimizi başta şiir olmak üzere edebiyatla, sanatla her zaman iç içe yaşamamıza borçluyuz. Çünkü bizim kuşağımızın toplumculuğu zaten hümanizmle, bu demektir ki edebiyatla, şiirle başladı. Bu kuşaktan olup da 1960’lı yıllarda sosyalizmle tanışan bizler arasında, lise çağlarında, hatta daha da erken yaşlarda, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Steinbeck, Panait Istrati, Dağlarca, Orhan Veli, Attilâ İlhan okumamış ve başta Varlık olmak üzere dönemin edebiyat dergilerini heyecanla izlememiş olanımız yok gibidir. 68 kuşağı dedim ama ben aslında o kuşağın ağabeyi sayılabilecek 1960 başlarının toplumcu, devrimci gençlerindenim. Tıpkı benden bir yaş küçük (1943 doğumlu) kardeşim, hemşerim, değerli dostum, şu anda masamdaki “Adı Gizlenen Sevgililer” adlı kitabın yazarı Erol Ertuğrul gibi. HHH Ben Kars’ta değil, babamın yedek subaylığı sırasında Çatalca’da doğmuşum. Sonra 6 aylık bebeklikten 10 yaşıma kadar çocukluğumu, anaata şehrimiz Kars’ta yaşadım.  Şairliğimi büyük ölçüde Kars ve çevresinin doğasına borçlu olduğumu düşünürüm. Değerli dostum Erol Ertuğrul Kars doğumludur. Demek benim sevgili şehrimize gelişimden altı ay sonra orada dünyaya gelmiş... Gerçi karşılaşıp tanışmamışız ama çocukluğumuzu aynı yıllarda, aynı ortamlarda geçirmişiz... HHH Yaşamlarımız çok zaman sonra yine kesişir gibi olmuş. Benim 1960’ta girip başka bir fakülteye geçmek üzere 1962’de ayrıldığım Ankara Hukuk Fakültesi’ne o 1962’de girmiş. Uğur Mumcu’dan sonra bu fakültenin öğrenci derneği başkanlığını yapmış. Demek ki 1960’ların unutulmaz Ankarası’nı da birlikte yaşamışız ama karşılaşıp tanışmak yine kısmet olmamış. Onu ben, şu anda da yaşamını avukat olarak sürdürmekte olduğu Aydın’ın Atatürkçü Düşünce Derneği Başka nı olarak tanıdım ve arkadaşlığımız çok zamanlar öncesinde başlamışçasına bir anda kaynaşıp yakınlaştık. Çünkü toplumcu, yurtsever ve şiirsever olmak, bir dostluğun en temel, en sarsılmaz temelleridir... HHH Kardeşim Erol Ertuğrul’un son on beş yılda yayımlanan toplumsal konulu ve anı türündeki birkaç kitabından sonra bu yılın temmuz ayında “Adı Gizlenen Sevgililer” adlı kitabı “İleri Yayınları”  arasında yer aldı.  Kitapta, yazarın önsözde  belirttiği gibi ülkemizin so  ATAOL  runları üstüne yazıların ya  BEHRAMOĞLU  nı sıra “romantik, şiirli ya  zılar” da yer alıyor...  Bu yazılarda onun gerçekten romantik kişiliği  ne, şiir sevgisine tanık oluyoruz... Kitaba adını ve  ren “Adı Gizlenen Sevgililer”de, özellikle ilginç bu  yazıda, örneğin bazı ünlü şarkılarda ve şiirlerde adı  hiç verilmeyen ya da takma adlarla söz edilen sev  gililerin gerçekten kimler olduğunu öğreniyoruz...  68 kuşağı üstüne (“68 Kuşağının Aşkları” vb.) bir  kaç yazı ise beni o kuşaktan sevgili arkadaşlarımız  la, Sinan’la, Mahir’le ortak anılarımıza götürdü...  Kitapta Tevfik Fikret, Nâzım Hikmet, Orhan Veli,  Attilâ İlhan, Ümit Yaşar Oğuzcan, Nahit Ulvi Akgün,  Behçet Necatigil vb. ünlü şairlerimiz üstüne önemli  değerlendirmeler ve değinilerin yanı sıra onlar kadar  ünlü olmayan, adı daha dar çevrelerde bilinen Dinçer  Sümer, Erdoğan Çokduru, Aykut Poturoğlu gibi de  ğerli şairlerimizle adını benim de ilk kez duyduğum  başkaca şairler ve şiirlerinden söz edilmesi beni ay  rıca duygulandırdı ve şiirle gerçekten sevgili oldu  ğumuz ilk gençlik yıllarımıza götürdü....  Bu yazıda Erdoğan Çokduru’nun, o gençlik  yıllarımızdan bu yana bazı dizleleri (belli ki Erol  Ertuğrul için olduğu gibi) benim de ezberimde  olan “Güz Aşkı” adlı şiirini okurlarımla paylaş  mak istedim...  GÜZ AŞKI Bir gece düşün şimdi sonbahardan Yağmurlar daha başlamamış olsun. Bir tek koy bunca çift arasına Yalnızlığımı anlıyor musun? Tut ki otobüs duraklarında ağlıyorum Tırnaklarımı yiyorum hıncımdan. Tut ki geceler bir hançer gibi saplanıyor bağrıma Bir hançer gibi utanmadan.. Ben asiyim, isyankârım yaşamalar arasında Mutluluğun inadına yumuyorum gözlerimi. Susmuşsam, dayanıyorsam, katlanıyorsam erkekçe Anla biraz Biraz duy beni.. Bu kahpece terk ediliş yok mu Ellerinin kurtuluşu yok mu ellerimden. Gözlerin gözlerime yabancı bakmıyor mu Ölüyör kalbim kendiliğinden.. Artık bu şarkıyı hatırlama Bu şehri, bu sokakları aklından çıkar. Yaprak dökümü demişler adına Bu da bir aşkta bir sonbahar.. Dedim ya Bu da bir aşkta bir sonbahar. Bir gece düşün şimdi sonbahardan Uğultulu, soğuk ve yoksul Ve bir adam düşün parklarda sabahlayan..  Sırlarınız var mı? “Zamanla, Nabintu’nun haklı olduğunu fark ettim: Bir kişi sessizliğini bozduğunda diğerlerinin de sessizliklerini bozmasının yolunu açıyordu. Birbirimize cesaret veriyorduk. Biz gerçeğimizi anlatıp sessizliğimizi bozunca başkalarının yolunu aydınlatan, karanlıktan kurtaran bir muma dönüşüyoruz” diyor Salbi. Kitabının sonunda o yolculuğa çıkarken düşünmemizi istediği soruları sıralıyor. u Hep saklı tutmanız söylenen sırlarınız var mı? İçinizde bir yanınız, anlatacak bir hikâyeniz olmadığını hissediyor mu? u İş ya da başarı gibi hangi tür dışsal şeylere olan bağlılığınız size değerli olduğunuz hissini yaşatıyor? Bağlı olduğunuz bu şeyler kesilirse ne olur? O zaman siz kimsiniz? u Hayatınızın neresinde en doğru arzunuzu dinlemeyi bıraktınız? Eskiden kalbinizi heyecanla attıran neydi? u Doğrunuzu ve hayallerinizi kovalamaktan sizi alıkoyan nedir? Korkunun gözlerinin içine bakın ve onu keşfedin. Hangi kısmı gerçek, hangi kısmı gerçek değil? Durup sessizleşince, kalbiniz size söyleyecek. u İçinizde taşıdığınız fakat hiç bahsetmediğiniz utanç hikâyeniz nedir? İtiraf etmeye gönüllü olmadığınız hikâye nedir? u İnsanların karakterlerinde en sevmediğiniz özellikler nelerdir? Böyle bir hoşlanmama durumu sizde neleri tetikliyor? u Parmağınızı başkalarında beğenmediğiniz özelliklere çevirmek yerine, kendinize çevirseydiniz ne olurdu? Bunu yaparsanız, ne görürdünüz? u Hayatınızda sizi en çok kıran insanlara bakın. Onların içindeki güvensiz yanları görmeye çalışın, tıpkı kendi güvensizliğinizi gördüğünüz gibi. Onlar acı çekerken, başkasına acı çektirdi. Bunu görmek, onları affetmede atılan ilk adım. u Hayatınızda gerçekten olmasını istediğiniz, fakat sizin istediğiniz biçimde olmayan nedir? u Sizin tanımladığınız haliyle, hırsınızı ve hayalinizi gerçekleştirmek için yapabileceğiniz her şeyi yaptınız mı? Sadece niyetinizi mi belirlediniz, yoksa gerekli beceri ve deneyimi de edindiniz mi? u Gözlerinizi açın ve çevrenizdeki tüm sıradan güzellikleri fark edin, istediğinizi elde etmek için belki de odağınızdan kaçırdığınız şeyler bunlar. Ne görüyorsunuz?  Zainab Salbi’nin diktatörün gölgesinden özgürlüğe giden hikâyesi Yola vuran mum ışığı  Ömrünün çoğunu savaş mağdurları, özellikle kadınlar için çalışarak geçirmiş, Irak doğumlu, Müslüman bir Amerikalı olarak dengesiz ve huzursuz zamanlardan çok geçen bir isim Zainab Salbi. Diktatörler ve dünya liderleri ta  reddedince ayağından vurmuşlar. Nabintu’nun evini yağmalamış, geri kalanı ateşe vermişler. Nabintu ve kızları çırılçıplak ortada kalmış. Nabintu, bir başka saldırı olur korkusuyla köyünden taşındıktan sonra Salbi ile tanışmış. Komşuların o berbat günde onlara verdiği elbise hâlâ üstün  nıdı, keskin nişancıların kurşunlarından kaçtı ve deymiş. Sahip olduğu tek elbise...  adalet için savaştı. Salbi’nin kitabı Özgürlük İçi  Nabintu hikâyesini anlatmayı bitirdikten son  GAMZE AKDEMİR mizde Başlar, içe doğru yapılan bir yolculuk. Ce ra Salbi’nin gözlerinin içine bakıp şöyle demiş:  surların yolculuğu, bir dönüşüm yolculuğu bu.  “Hikâyemi bütün dünyaya anlatabilseydim, anla  Zainab Salbi, Saddam  Çok engebeli olduğunu vurguluyor en başından fakat mutlak özgürlük ve toplumun iyiliğine yapılacak katkı uğruna her anına değer olduğunu dü  tırdım, başka kadınlar benim yaşadıklarımı yaşamasın. Ama yapamam. Sen yapabilirsin. Git ve tüm dünyaya duyur, sadece benim bir avuç kom  Hüseyin’in pilotunun kızı. Irak’ta büyüdü. 19 yaşındayken  şünüyor. Salbi, hayatı boyunca ona çok acı veren gerçekleri ifşa etmeye karar verdiği gün uyanmaya başlamış: “Evliliğimiz tökezlediğinde sevgi dolu ve ki bar kocamı terk etmek kolay olmadı; kurduğum 20 yıl boyunca dünya çapında yüz binlerce kadına yardım etmiş Women for Women’in başkanlı  şuma değil.” Salbi, ailesinin ilk çocuğu olarak Irak’ta, Bağdat’ta dünyaya geldi. Mutlu bir çocukluk yaşadı. Ticari bir şirkette çalışan pilot ailesi olarak çok sık seyahat ediyorlardı. Annesi öğretmendi. Ailesi, Saddam Hüseyin’le başbakanken 1973’te tanışmış. Saddam, Dicle Irmağı’nda tekne par  tanımadığı bir adamla evlendirildi,  ğını bırakmak, benim de kibirli olabileceğimi anlamak ve utanmak çok zordu. Hayatımızın şarkısını söylemediğimizde kızgın oluyoruz, hep kendimizi haklı sanı  “Sadece gerçeği söylediğimizde iyileşme yaşayabiliriz” diyor.  Amerika’ya götürüldü.  yoruz, zalim, hatta şiddete meyilli oluyoruz. Çarpıtılmış gerçeklerin ya da kuyruklu yalanların arasında kendimizi kaybediyoruz.  Üç ay süren evliliği şiddet doluydu. Hak  İçime dönük yaptığım yolculukta gördüm ki gerçek değerlerimize göre yaşayabilmek için derinleri kazmalıyız. Gölgelerimizi görmeli, karanlığımı  savunucusu olarak Women for Women International’ı  zı bilmeliyiz. Ancak o zaman gerçekten konuşabilir ve birlikte hareket edebiliriz. Uyanış, özgünlüğümüze uzanan bir köprü kurar. Kendi içimizde ve başkalarıyla daha dürüst konuşmalar yaparız. Gölgelerimizi ve ışığımızı, güzelliğimizi ve ecinnilerimizi görebiliriz.”  kurdu binlerce  NABİNTU’NUN SESİ Salbi, kahramanı, gözlerini asıl açan ki  kadına ulaştı. şi olan Nabintu, bir milis saldırısında ha yatı paramparça olmuş, ellili yaşları  nın başlarında Kongolu bir kadın. Salbi,  Kongo’ya ilk 1993’te gitmiş. Nabintu ile 2003’te tanışmış. Onunkine benzer binlerce hikâye dinlemiş olsa da gözyaşlarını durduramamış. Nabintu, yatağın altına saklanmış ama isyancılar onu, dokuz, yirmi bir ve yirmi üç yaşındaki üç kızını bulmuş. Adamlar onları zorla yere yatırmış, deli gibi çevrelerinde dönerek sıraya girerek hepsine tecavüz etmişler. Nabintu’ya tecavüz ederken oğluna, annesinin bacaklarını açmasını emretmişler. Sonra ona annesine tecavüz etmeyi emretmişler. Oğlan  tisinde olan, içinde Salbi’nin ailesinin de bulunduğu, bir grup genç çifte sürpriz yapmış. O gün hepsinin hayatı değişmiş. Çok geçmeden Saddam Hüseyin babasını kendine özel pilot olarak atar ve Irak Sivil Hava Kuvvetleri’nin başına getirir: “Benim ailemin hiçbir siyasi hırsı yoktu, rolümüz onu eğlendirmek, çağdaş şehir yaşamının her alanından, yemekten modaya, müziğe kadar her konudan konuşmaktı. Sarayının soytarılarıydık.” Annesin yaşamındaki etkisi büyük ona hem birey hem kadın olarak bağımsızlığını güçlendire  cek, Alex Haley’nin Kökler: Bir Amerikan Ailesi Destanı’nı, aynı zamanda Ben Özgürüm isimli kitap gibi Arapça feminist kitaplar okutmuş. On beş yaşındayken annesine, kendisini kadınlara yardıma adayacağını söylemiş Salbi. SADDAM’dan annesi kaçırdı Bağdat’ta on dokuz yaşında bir üniversite öğrencisiyken annesi Amerika’ya yaptıkları bir seyahatte tanıştıkları bir adamın evlenme teklifini kabul etmesi için adeta yalvarmış. Babası ve kardeşleri de hiç onaylamadığı halde o adamla evlenmiş Salbi. Ve annesi kulağına şöyle fısıldamış: “Amerika’dayken ne yaptığın umurumda değil. Sadece buradan git, git.” Salbi de gitmiş. Berbat, baskıcı, şiddet, tecavüz dolu bir evliliktir yaşadığı. Evliliğinin üçüncü ayında isyan eder ve biriktirebildiği 400 dolar, ailesinden kalma tasarımcı giysilerle dolu iki bavulu ve mücevherleriyle kaçar. Annesinin eski bir arkadaşı sayesin de kalacak yer bulur ve o zamanki adıyla Göçmenlik ve Vatandaşlık Dairesi’nden çalışma izni alır. Bir mağazada çalışmaya başlar. İlk maaşıyla boşanma davası açar. Irak’ın Kuveyt işgali, sonra Körfez Savaşı yüzünden ülkesi yerle bir olur. Babası ve kardeşlerini dokuz yıl boyunca göremez. Annesi Ürdün’e kaçar, erkek kardeşlerinden birini yanına alır. Bu durum Sadam’ı kızdırır, babası istifa etmek zorunda bırakılır. Salbi ise âşık olur ve tekrar evlenir. Filistinli Amerikalı bir aileden gelen kocası aktivisttir, Virginia Üniversitesi’nde doktora yapıyordur. Salbi de George Mason Üniversitesi’nden mezun olmaya çalışıyordur. Eşiyle Women for Women International’ı kurarlar. 1995 yılında yüzlerce kadından yardım almaya başlarlar, “kardeşten kardeşe” adıyla. Amerika’daki en büyük kadın örgütlerinden biri olur. Yarım milyon savaş mağduru kadına 100 milyon dolardan fazla yardım ulaştırır. Yıllar sonra ALS hastalığına yakalanan annesi ölüm döşeğinde onu neden Amerika’ya gönderdiğini anlatır: “Saddam’ın bana bakışından ve benimle ilgili yorumlarından hoşlanmamıştı. Kadınlara neler yaptığını  kaç kadına tecavüz ettiğini  bildiğinden her ne pahasına olursa olsun, kızını oradan kurtarmak için elinden geleni yapmıştı. Annemin bana verdiği belki de en iyi hediye, hakikatti. İnsanların diktatörlüğe ve baskıya büyük, kahramanca tavırlarla direnmediklerini anlamamı sağladı; aynı zamanda küçük, gündelik eylemlerle de direnilebilirdi. Bu şekilde sabırla ve titizlikle, çocuklarını hayatta ve güvende tutuyorlardı...”   
            
    
