22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 5 TEMMUZ 2020 Çevrimiçi EKMORLUAKHISA u Sahneden online Redd Geçiş döneminde olduğumuz şu günlerde bazı sanatçılar açık hava konserlerine yönelirken bazıları da online tercih ediyorlar. Redd şimdilik ikinci grupta. Grubun 7 Temmuz Salı gecesi saat 22.00’de başlayacak konseri IF Beşiktaş sahnesinden online canlı yayımlanacak. u Umut Varlık’ın ‘Sanrı’sı yeniden P andemi sonrası yeniden kapılarını açan kurumlardan biri de Bozlu Art Project oldu. Bozlu Art’ın Şişli’deki Mongeri Binası’nda salgın öncesi açılan Utku Varlık “Sanrı” başlıklı sergisi bir kez daha sanatseverlerle buluşuyor. u Trans imtihanı Netflix’te gösterilen “Disclosure” (Beyaz Perdenin Ardında) belgeseli trans bireylerin beyazperdede ve televizyonda yıllardır nasıl temsil edildiğine dair çok çarpıcı bir film. Örneklerle anlatılıyor. Bazı film ve yönetmenlere olan bakış açınızdan değiştirecek denli etkili. u Park Et Seyret: Mabel Matiz K erki Solfej’in düzenlediği ve arabanızla gidip izleyebileceğiniz konserler serisinde sahne alacak olan Mabel Matiz’in konseri 10 Temmuz Cuma akşamı Yenikapı’daki İstanbul Açıkhava Gösteri Merkezi’nde olacak. 7u Bir Rüyanın İnşası Temmuz 15 Kasım tarihleri arasında Pera Müzesi’nde sanatseverlerle buluşacak olan “Bir Rüyanın İnşası” başlıklı sergi resim, afiş ve çizimler aracılığıyla Arnavut toplumsal gerçekçiliğine odaklanıyor. u ‘Hakan: Muhafız’ finalde N etflix’in ilk Türk yapımı dizisi olan “Hakan: Muhafız” 4. ve son sezonuyla izleyiciyle buluşuyor. Çağatay Ulusoy’un başrolünü üstlendiği dizinin bölümleri 9 Temmuz’da Netflix’e yüklenmiş olacak. 3 u Başka Sinema döndü Temmuz’dan itibaren Başka Sinema filmleri yeniden salonlarda gösterilmeye başlandı. İlk haftanın seçkisinden yer alan filmlerse şunlar: Sibel, Parazit, Kefernahum ve Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında. ARİF KIZILYALIN İnsanlar tatile çıksa bile evlerinde tutsak adeta! Sanki rengini, ruhunu kaybetmiş Kuzey Ege’nin incileri Akçay, Ayvalık, Ören. Eski normalin onda biri ciro yapamadığını söyleyen de var, zararına çalıştıklarını söyleyen de! Cunda Bu yaz Ege bildiğimiz gibi değil Tatilin ‘adı’ kaldı! Sahilde tek başına bir adam.. Kısık sesle mırıldanıyor... Nakarat da tanıdık, şarkı sözü de... “Şimdi uzaklardasın /Gönül hicranla doldu / Hiç ayrılamam derken /Kavuşmak hayal ol Cunda du..” Zeki Müren’in unutulmaz şarkısı nı seslendiriyor buruk bir sesle.. Sonra da gayri ihtiyari dönüp bomboş sahile, bir tek müşterinin bile uğramadığı şez longlara bakıyor, ağlamaklı. Eskiden 10 müşteriye 1 personel düşerken, şim di 10 personelin koca bir günü 1 müş teri ile geçirdiğini söylüyor. “Müm kün mü buraların boş kalması, rüyamda görsem inanmazdım...” derken. Turizm sektörü kan ağlıyor. Tüm dünyayı etkisi altına alıp, Türkiye’yi de vuran koronavirüs salgınının kuşkusuz en çok etkilediği kesim onlar. HAZİRAN LİMANDA BİTTİ Turizmci derken sadece otel işletmecileri değil, yazın çalışıp, tüm sezon yaşayan yüz binlerce, milyonlarca kişi büyük bir buhran yaşıyor. Alışamamışlar ‘Yeni Normal’e. Sahilde minicik tablasıyla simit satan fırıncı çırağı da üzgün, plajlarda şezlonglara göz kulak olan gençler de... Mardinli Metin, boş kumsalı gösterirken, “Şurası geçen sene bu zamanlar öğle olmadan dolardı, bir gün önceden şezlong ayırtanlar da vardı, haftalık kiralayanlar da” diye dert yanıyor. Üstelik şezlongşemsiye fiyatlarına zam da yapmadıklarını, sahile inenlerin de acele acele kimse ile temas etmeden denize girip evlerine döndüklerini söylüyor. Hele hele el temasının yoğun olduğu midyecileri, dondurmacıları, mısırcıları hiç sormayın. Tam bir, “Bir dokun, bin ah işit..” havası hâkim... Elindeki sepetin içindeki kâğıt helvaları satamayan 1112 yaşlarındaki çocuk, “Böyle giderse kışın eskilere talim edeceğim” derken kafasını öne eğiyor. Midye dolmacı, her gün yüzlerce midyeyi denize dökmekten dertli. Günü birlik tekne turu yapanların çoğu haziranı limandan ayrılmadan bitirmiş. Belli ki yaz aylarının gündelik çalışıp, gündelik kazananlarını dibe vurdurmuş bu koranavirüs! Ayvalık Ayvalık Liman’ın gözde mekânı Açelya Cafe, “mesafehijyenmaske” kuralını koymuş, her girenin ateşi ölçülüyor, sıvı hijyen ikram ediliyor; yine de deniz kenarı masalar bile boş. Tarlasından topladığı dutu, kirazı, naneyi, kekiği satarak geçimini sağlayanlar ise ‘valiliğin yasağı’na takılmış. Esnaf kahvesinde oturuyor çoğu. “Ne yapalım evlat devlet satma dedi, satmı yoruz” diyor da dili başka bir laf etmeye varsa da yüreği izin vermiyor. Peki ya işletmeler, restoranlar, pansiyonlar ne noktada? Zincir oteller hariç, küçük, orta işletmelerin çoğu kepenk açmamış. “Niye açalım ki, anahtarı çevirsek personel, elektrik, su, vergi...” diyor Yazevi Pansiyon’un sahipleri. BAYRAM UMUDU Akçay’ın kent merkezindeki koca koca oteller de açıp açmama kararsızlığında. Heramis Tatil Köyü ise haziranda açmış kapılarını ama SPA kapalı, termal kapalı, havuzda ise maskemesafe şartı var. Sadece yazlığı olanlarla, yazlık kiralayanlar var görünürde.Onların da sayısı o kadar az ki! Normal zamanda adım atmanın imkânsız olduğu Cunda Adası’nda sadece rezervasyonlu balık restoranlarında yoğunluk var. Onlar da eski normalde bir masayla gecede en az 23 müşteri grubunu çevirirlerken, şimdi tek rezervasyonla geçiştiriyorlar akşamı. “Hafta arası zaten kimse yok, cuma, cumartesi eskinin de yarısı” diyor Cunda’nın çok bilinen markalarından Boncuk Ada’nın kıdemli ismi Hüseyin Bey... Şimdi gözler temmuzda. Belki bayram biraz hareketlendirir, ama hareketlilik eğer günlük vaka sayısını artırsa, vay benim turizmcimin haline! Deniz kenarındaki banklar yok Cunda öyle sessiz ki, artık aracınıza pekâlâ otopark buluyorsunuz. Kalabalık olan tek yer meşhur İmparator Lokmacısı’nın önü gibi dursa da o da dertli bu yeni normalden. “Sosyal mesafeden dolayı kuyruk var gibi gözüküyor, nerede geçen yılki kalabalık” diyor.. Sakızlı dondurma satan işletmelerin önünde tek tük müşteri var ya yok! Kavunlu dondurmacılar ise sinek avlıyor. Yatırımcının da işletmecinin de emekçinin de gözü bayramın körüklemesini umdukları temmuzda ve yasakların biraz da esnetilmesinde... Ege’nin tüm ilçelerinde de maske zorunluluğu var. İster ara sokakta yürüyor, ister püfür püfür esen deniz kenarında, resmi veya sivil polise maskesiz yakalandığınızda 900 lira cezayı yiyorsunuz. Hatta Ayvalık’ta işi ilerletmiş gibi duruyor polisler. Bir tatilci, kimliğini kaptırdığı polise, “Maskem vardı memur bey” diyor ama kurtulamıyor cezadan: “Evet masken var ama burnun açıkta..” Yani, “Şu iyot kokan deniz havasını ciğerlerime çekeyim” diyemiyorsunuz polise yakalanma korkusundan! Deniz kenarındaki banklar da tarih olmuş. Meyhaneler, yazarlar ve edebiyat 1 M ehmed Kemal’in “Acılı Kuşak”ını yudum yudum okudum. Bir yerde diyor ki: “Ben kitaplarımda, yazılarımda hep kendimden söz ettim, anlatacağımı anlattım, artık tükendi.” Bazı yazarların kendinden söz açmayı ayıp saydığı, bunun bir tür yaratıcılık yoksunluğu olduğuna işaret etmelerini de eleştiriyor. Kim tamamen kendi dışına çıkabilir ki? Mümkün mü, gerekli mi? Elbette doğrudan kendini anlatmak sanatsal iş görmek anlamına gelmez. Dostoyevski’nin tüm yapıtlarını ruhunun karanlığını açığa çıkarmak için yazdığını bilmeyen var mıdır? Kurgu yapmak güç iştir, ancak hepten yoku var kılmak eylemi de değildir. Bundan değil midir; “En iyi bildiğini yaz” öğüdü verilir mesleğe yeni başlayanlara. Kemal’in kitabı bitiyor diye üzülüyorum. Çok yaşantıya tanıklık ettim, çok şey öğrendim. 2 M eyhaneler bir dönem yazarların, sanatçıların sığınağı olmuştur. Hoş, eskisi gibi değilse de, hâlâ benzer işlev görmektedirler. Yoksul yazarlar, bir çeşit kulüp misali, bu yerlerde toplanırlar. Onları görmek, izlemek, tanımak isteyenler bu yerlerde bulunur, fırsat yakalamaya çalışırlar. Geceyi sabaha bağlamayı alışkanlık edinenler, farklı dükkânları gezerler; her birinde başka gruplar toplanır, kimi yazar bunların tümüne eşlik eder saatler boyu. İçkiciliğin sanılandan öte anlamı vardır bizim yazın dünyamızda. İç dünyalar orada açılır, hesaplar görülür. Kimse de görünür Mehmed Kemal diye kadehini saklamaz masa altına. 3 M ehmedKemal’dendevamedelim; “İyi içkici çok içene değil, içkinin tadını çıkarana derler. Bunu insan zamanla öğreniyor. Zamanla öğrenince de ya tadını çıkarıyor, ya tadını kaçırıyor. Ahmet Rasim’e ilk içkiyi içiren ustası şöyle öğüt vermiş: “İlk kadehi kaldırırken aman Allahım diyeceksin, başlıyorum, beni rezil etme...” Ahmet Rasim, bir başlamış, öyle 4 İbitirmiş.” yi içkicilerin başında Melih Cevdet Anday gelir. Son söy leşilerinden birini Milliyet Sanat’ta Zeynep Oral’a vermişti, ben yayımlandığında okudum, şimdi kitap olmuş. Oral soruyor: “Artık ileri yaştasınız, ah keşke şunu da yapsaydım, eksik kaldı dediğiniz bir şey var mı” diye. Soru tam böyle değil, ben anladığımı yazıyorum. Anday: “Daha dövülecek çok kişi varken ölecek olmak üzücü” diyor. Zeynep Oral bunu mecaz olarak algılıyor doğal olarak, Anday düzeltiyor: “Bazısı sözden anlamaz, sahiden döveceksin!” İlk bakışta şiddet yanlısı gibi duran bu tavır, elliye vardığım şu günlerde ben de büyük karşılık buluyor. Laftan anlamayanlar arasında olmaktan yoruldum. Melih Cevdet bilgeydi, tokat gereken yerde esirgeyecek hali yoktu elbette. 5 İ çkiciliği meşhur isimlerin en önde olanı Can Yücel’dir. “Ben hayatta en çok babamı sevdim” demekte haklıymış, çocukluğu yolunu gözlemekle geçer. Ankara’dan geldiğinde gözünden nasıl sevinç taşarsa, dönerken yerini hüzne bırakır. Hatta hastalanırmış her seferinde. Benzer duyguyu babam Datça’ya çalışmaya gittiğinde yaşamıştım. Erkek çocuk için ayrı önemli baba. Hasan Âli Yücel’in oğlu olmak güç iş! Serserilik etmeye hakkın yoktur. Şiire sevdalanırsın, söylersin de, lakin babandan dolayı ya hor görülürsün ya pohpohlanırsın. Kendi sesini bulmak, bağımsızlığını ilan etmek ayrıca güçtür. Bereket Cumhuriyet kuşağı etik ölçüler konusunda nettir. Can Baba zamanla şiirini benimsetir sanat çevresine, çünkü şiiri şiirdir. Yalçın Peksen sorar “İyi şiir nedir” diye. Can Baba yanıtı; “İyi şiir şöyle bir şey. Picasso Paris’in Monmartre’ında oturuyor. Çocukları da çok seviyor. Komşu atölyelerden 8 yaşında bir kızcağız ona âşık olmuş. Ama Pablo Picasso demezmiş. Tablo Picasso dermiş. Gördüğüm en güzel şiir budur.” 6 S alt yazıya tutunmak, ondan başka herhangi bir işi, eylemi anlamlı bulmamak değerlidir; bazı yazarlar bunun için yaratılmıştır, toplumcu meselelere değinseler bile, işlerin yazın bağlamında kalmasına bakarlar. Sait Faik öyleydi. “... Yazı yazmayı iş saydığım için başka iş yapmamaya karar vermiştim. Kim ne derse desin... Yalnız yazımla geçinmek kararını (kimse) kafamdan sökemez” der. Sabahattin Ali tersine yol tutuyordu. O toplumcu yazıya inanıyordu. Bu yolda mahpus yattı, öldürüldü. Öyküleri sarsıyor, topluma biçim veriyordu. Mehmed Kemal: “Siyasal olarak Sabahattin gözden düşüp, adı unutturulmaya başlandığında birini çıkarmak gerekiyordu yerine, Sait’i o zaman keşfettiler. Sait’te bulunmayan neler yüklediler Sait’e!... Semaver sabahleyin kaynarken işçiler işe gidermiş, Sait işçileri anlatırmış... Falan filan zorlamalar...” İki büyük öykücü, ters yöne akıyorlardı... 7 M ehmed Kemal kaç hafta meşgul etti, iyi ki etti, yeniden sevdiğim yazarlarla konuştum. ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Salt yazıya tutunmak, ondan başka herhangi bir işi, eylemi anlamlı bulmamak değerlidir; bazı yazarlar bunun için yaratılmıştır, toplumcu meselelere değinseler bile, işlerin yazın bağlamında kalmasına bakarlar. Sait Faik öyleydi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle