22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 22 MART 2020 DÜŞÜNENLER IÇIN IPUÇLARI R ehberimiz Vahidi Salmani, ekipmanın önemine dikkat çekiyor, ilk üç sıraya, ayakkabı, sırt çantası, termal alt ve üst giyecekler ile tozluğu koyuyor. “Baston (yürüyüş sopası) olsa iyi olur” diyor. Önemli sağlık problemi yoksa trekkingte yaş sınırı olmadığını, kimi çocukların 10 km üzerinde yürüyebildiğini ancak kilo problemi olan çocukların zorlanabileceğini belirtiyor. Çocuklu aileler rotalarını buna göre belirlemeli. Çocuklu ailelerin rotalarında macera parkları gibi aktiviteler oluyor. Bir metrelik koronavirüs mesafesini koruyarak açık havanın keyfini çıkarın Doğayla baş başa Bir arkadaşımın sosyal medya paylaşımlarından esinlenerek trekkingi deneyimlemeye karar verdim. Henüz koronavirüs salgını ülkemize ulaşmamıştı. İstanbul Doğa Sporları Kulübü Derneği’nin ortazor kategorisindeki İznik rotasındaki MüşküleHisarkaleSüleymaniyeMustafalı etkinliğine kaydoldum. Bu arada etkinlikler hafif, ortazor ve zor olarak gruplara ayrılıyor. Ekipmanlarınızı tamamlamayı benim gibi son günlere bırakmayın ki, öncesinden deneme imkânınız olsun. Bir de tecrübeli arkadaşlarınıza danışmanınızı öneririm. Hazırlıklar sonrasında merak ve heyecan başlıyor. Sabahın erken saatlerinde, 26 kişilik bir grupla rotamızın ilk durağı Müşküle’ye vardık. Grubumuzun çoğunluğunu ofislerde, kapalı alanlarda çalışanlar oluşturuyordu. Onlar her hafta bu tür etkinliklere katılıyormuş. Benim gibi birkaç kişi ilk kez deneyimliyorduk. YILMAK YOK! Önce rehberimiz, yürürken yapılması gerekenler hakkında kısa bir bilgi verdi. Grubun önünde öncü rehberimiz (Vahidi Salman), arkada ise artçı rehberimizle (Ercan Albayrak) yola koyulduk. 15 km’lik rotaya, dik yokuşlarla başladık. Yokuşlarda zorlanmadım değil. Böyle anlarda kafanızda soru işaretleriyle çeşitli kaygılara kapılıyorsunuz. Ancak “yılmak yok” diyerek yürüyüşe devam ediyorsunuz. Hemen pes etmeyi aklınızdan çıkarın. GÖKYÜZÜ VE SESSİZLİK Parkur boyunca yokuş çıktık, engebeli arazilerde ilerledik, su birikintilerinden geçtik. Ormanlık alanlarda ağaç dalları ve çalılıkları aştık. Rotanın çamurlu olması da yürüyüşümüzde farklı bir renk oldu. Ayakkabıya ağırlık kattığı için sık sık çamurlarımızı temizledik. Engebeli alanlarda yerlerin çamurlu olması nedeniyle kayabiliyorsunuz. Doğru ekipmanın önemini de daha iyi anlıyorsunuz. Rehberimiz Vahidi Salman’ın ilk sıraya koyduğu ayakkabı çok önemli. Her türlü arazide yürüdüğünüz için burkulma gibi sorunlar yaşamamak için bilekli trekking ayakkabısı yürüyüşün olmazsa olmazı. Bu etkinliklerin en güzel yanı, rotanızın nasıl olduğunu bilmemek. Etrafı, güzellikleri izlemek ve her an bir sürprizle karşılaşmak. Kimi zaman bir köyün içinde geçiyorsunuz, kimi zaman bir köye tepeden bakıyorsunuz. Çevrenizde alabildiğine uzanan yeşilin her türü ile sadece gökyüzü.... Ve yoğun bir sessizlik.... Sessizliği zaman zaman gruptakilerin sohbeti ya da zor bir etabı geçme sırasındaki oflamalar bozabiliyor tabii. DOMUZLARIN İZLERİ Yürüyüşümüze zaman zaman can dostlarımız da eşlik ettik. Kimi noktada keçileri sevdik, kimi noktada domuz sürüsü izleri gördük. Yeme içme konusuna gelirsek. Yanımızda getirdiğimiz sandviçler ile incir, badem gibi kuruyemişlerimizi tüketerek, etabı tamamladık. Bol bol su içmeyi de ihmal etmedik... Koronavirüs salgını önlemlerini ihmal etmeden, belki bir doğa yürüyüşü iyi gelebilir. Grup etkinlikleri iptal olsa da aileniz yanınızda nasıl olsa... YARIŞTA DEĞİLSİNİZ Yürürken“bitmesine daha şu kadar kilometre var” düşüncelerine kapılmayın. Önemli olan, doğanın, huzurun ve yürümenin keyfine varmak. En arkada kalabilirsiniz, bunu da sorun etmeyin. Çünkü bu bir yarış değil. Zaman zaman gruptakilerle aramız açılsa da, artçı rehber ile öncü rehber sürekli iletişimde. Rehberimiz Ercan Albayrak, “Bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür. Hızımız grubun en zor yürüyeni kadardır” diyor. Gruptaki bir arkadaşımız ise deneyimini şöyle tarif ediyor: “Bu bir virüs gibi. Bir kere denedin mi hep yapmak istersin.” Haklı galiba. NEBAHAT KOÇ Kent içindeki yeşil alanlarda ya da sahil kenarlarında yürüyen biri olarak ilk kez trekkinge katıldım. Engebeli, çamurlu ve dik yokuşlu parkuru, zaman zaman zorlansam da tamamlamanın keyfine vardım. Trekking deneyimlemek isteyenler için öneri almayı da unutmadım. Sevdiklerinin uykusunu beklersin her gece ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Hemen Selma Aysever, annem düştü aklıma. Roman, kendimize dair yolculuğa çıkarmıyorsa, eksiktir. Çocukluğumda sığınırdım o güzel çillerine... w 1 Sabaha karşı yanlışlıkla kapın çalınırsa... belki bir sarhoş tarafından... yataktan elbette irkilerek kalkar, önce çaktırmadan “kim geldi” diye bakarsın; sonra, belki gülerek, kim bilir belki öfkeyle çıkışarak tepki verirsin! Bugün kapın çalınsa, gözün önce saate gitse de; beklenen biri olmadığı için gelenin polis olduğundan eminsindir. Yazarın evinde dep rem çantasından önce, mahpusluk için hazır lanmış olanı vardır. Uykuların bölük pörçük olması doğal, insan korkar, kaygılanır. Bir de, sevdiklerinin uykusuna titrersin ya... En iyisi gece nöbeti tutmaktır. Sevdiklerinin uykusunu beklemektir yani... Ne zaman gün ağarır, o vakit gözkapakları nın inmesine izin verilir. 2 K orkuya yenik düşen insana her istenilen yaptırılır. Korkusuz insansa ürkütücüdür. O da tutarsız, tehlikeli tavırlar takınır. Doğrusu korkuyu bilmek, öl çüsünde tutmaktır. Yenilmemektir bu duyguya. Esaret, içinde büyüyen korkunun, yani insanı dengeli tutan ölçünün bozulmasıdır. John Bury’nin “Düşünce Özgürlüğünün Tarihi”ni okudum. Düşünürlerin, büyük ka labalıkları karşısına almaktan kaçınmadan, sözlerini söylemeleri ellerinde değildir. Baş ka türlü yapamazlar. Soluk almak gibi, zo runludur. Şakası yapılır: “kendi kendine dü şün, söylemediğin müddetçe sorun yok” diye. Doğrusu ifade özgürlüğü elbette! Her fikrin sınırsız, herhangi bir denetime, müdahaleye uğramadan söylenmesi esastır. Melih Cevdet: “Düşünmek, düşündüğünü söylemekle başlar” derken haklıydı. Fikri olmayan biri için “ifade” isteği yoktur. İnsanlık bu çatışma üzerine kuruludur. 3 İ nsanlık, inanç, iman sahipleriyle “özgür düşünen” kişiler arasındaki çatışmayla bugünlere geldi. Biri aklı esir almak istiyor, buradan iktidar ku Fotoğraf: Necati Savaş Eren Aysan rarak egemenlik sağlıyordu. Öteki, yaşamını anlamlı kılmak için soru soruyor, haliyle sordukça da, diğerinin yapay, yalandan kurulu iktidarını çökertiyordu. Hiçbir iktidar, halkın uyuşukluğunu, tembelliğini, bencilliğini ardına almadan hüküm süremez. Halk önce alkışlar, sonra tutsak olur, kurtulmak istese de artık güçtür. Kurtul mak ister mi, o da ayrı tartışıma konusu elbette. Tanrı fikri işlevseldir. Özgür düşünen eski Yunanlılar, insan biçiminde betimlenen tanrı fikrini alaya alırdı. Ksenofanes: “Öküzlerde insan yeteneği ve insanın eli olsaydı, onlar da öküz biçiminde tanrı yaparlardı” sözü bundan kaynaklıdır. 4 B ir şehrin ışığı nasıl söner? Caddelerden el ayak çekilir, yüzleri maskeli insanlar korkulu bakışlarla, ürkek, tedirgin, ritimli adımlarla yürürler; bir süre sonra herkes birbirine benzemeye başlar, sessizlik uğultuya döner. Pencere buğu yapar, önce elinle silmeye kalkar kişi, bir an farkına varır yaptığının, telaşla kolonyayla siler avucunu, az önce aralamaya çalıştığı, dar görüşlü kameradan bakar dışarı; insan neden gizlenmek ister ki, nasıl bir suç işlemiş olabilir? Doktor Bernard Rieux apartman girişinde cansız yatan fareyi görünce, önce anlam veremez. Sonra her yerde rastlamaya başlar kanlı fare ölülerine. Artık şehir yavaş yavaş teslim olmaktadır ve Camus kahramanının yaşadığı şehri anlatmaya koyulurken şöyle der “Veba” da: “Bir kenti tanımanın en bildik yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada nasıl birbirlerini sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.” 5 Silsile’yi okudum. Eren Aysan ne güzel bir dosttur. Bizi ilkin acılı coğrafya buluşturdu, sonra babasının güzel şiirleri, derken sevdalar, kavgalar, tiyatro ve romanlar... “Yaşamak için ayrı, okumak için ayrı iki ömre ihtiyacımız var” diyen Goethe değil miydi? Silsile’de tiyatrocu birikimini, imge dünyasından süzüp getirdiği dizeleri görüyoruz Aysan’ın. Bir yandan oradan oraya savrulan insanların öykülerine tanık olurken, öte taraftan, acılı yakın tarihi yeniden anımsı yoruz. Elbet öğreniyoruz da bir yandan. Eren’in son verimini karanlık günlerde okumak ne güzel! Ah bir de mektupları başlasa... 6 Y azar, evde oturan, masa başında ömrünü geçiren, tarifin her biçimine uygun “yalnız” kişidir! Tek başına yapılan iştir yazarlık! Okura ulaştığı zaman yapıtı, çoktan ilgisini yitirmiştir kendi satırlarına yazar. Utanır hatta bundan. Tuhaf mahluktur işte. Karmaşanın egemen olduğu, sözün işitilmediği, düşüncenin yerini paniğe bıraktığı günlere tanıklık eder, sessizce ayıklama işine girişir hemen. Günce tutmak, mektup yazmak şu günlerde pek de kimsenin ilgisini çekmez. Yazar hep tenhalarda dolaşmaz mı? Kalabalıklar içinde yalnız değil midir? Öyle günlerdeyiz yine, kimselerin merak etmediği konuları kayıt altına almakla meşgulüm. Kapitalizm çökerken, olan biteni görmek, anlamak, aktarmak lazım... Birileri de bu işle uğraşmalı! 7 Silsile’den: “Annemin bana bıraktığı en kıymetli mirası, çilleriydi. Çillerim güneşten çoğaldıkları zaman bile onun bir parçasını taşıdığım için mutlu oluyordum. Hayatta en çok istediğim, o güzel kadına bir kere daha sarılmak, onu öpüp koklamaktı. İmkânsızlığın içinde savruluyor, buna rağmen düşlerimden sıyrılamıyordum.” Hemen Selma Aysever, annem düştü aklıma. Roman, kendimize dair yolculuğa çıkarmıyorsa, eksiktir. Çocukluğumda sığınırdım o güzel çillerine... Ah Eren, Şirazlı Sâdi’den aktarıyor: “İnsanı iki şey yiyip bitirir. Konuşmak isterken susmak, susmak isterken konuşmak zorunda kalmak” Penceremde göğün yaşları, elimde hüzünlü kurşunkalem...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle