Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 15 MART 2020 GÜLŞAH ELİKBANK Avrupalıların en sevdiğim yanı, tarihe mal olmuş her binayı olduğu gibi koruyup sonradan onu turistik bir değere dönüştürmeleri. Saklı bir İsveç masalı: Jönköping Çocuklarımız için yapabileceğimiz en iyi yatırım, onları birer dünya vatandaşı olmaya teşvik etmek... H ep karlar altında, şiddetli bir soğukla birlikte hayal ettiğim İsveç’te karları ancak tepelerde bir süs gibi serpilmiş pudra şekeri kıvamında görebildim. Soğuğa gelince; evet, bir İzmirli için çetin bir hava vardı ama İsveçli dostlara sorarsanız mis gibi bir mevsimde gelmiştim. Normalde şubat ayında yarım metre kar, hava eksi 20 derece olurmuş, ben eksi 3 dereceye soğuk mu diyormuşum, tadında sohbetlerle geçti günlerim. Güneyde sayılabilecek, İsveç’in dokuzuncu büyük kenti Jönköping’e sevimli bir edebiyat festivaline ( Smalit) davetli olarak gittim. İki büyük gölüyle, göl kenarında esen kuvvetli rüzgâra rağmen yapılan yürüyüşleri, bisiklet turlarıyla yaşaması müthiş keyifli ve dahası kolay bir şehir burası. Şehrin merkezindeki tren istasyonundan diğer tüm şehirlere bağlantı var, otobüs seçeneği de oldukça konforlu. Sokakta az sayıda insana rastladığım şehir, kapladığı alana göre sahiden az bir nüfusa sahip. Bu da bomboş otobüsler, yollar ve trafiksiz bir sürüş demek. Her restaurantta suyun ücretsiz olması iner inmez benim ilk dikkatimi çeken şey oldu. Hâlâ hava bedava, su bedava bir yerler kalmış meğer şairin dediği gibi. Jönköping’te ilk akşam kültür müdürü, müzisyen Julia Sandwall’in evinde akşam yemeğine davetliydim. Tipik bir İsveç kasaba evi, yani göl manzaralı, iki katlı, bahçeli, minimalist döşenmiş, içinden caz yükselen ve labrador bir köpekle iyice şirinleşmiş bir ev... Julia ve ailesi, beni bir Türk misafirperverliğiyle ağırladı. O SORU ÇOK ÜZDÜ Bana sordukları ilk soru, Türkiye’nin onlar için güvenli olup olmadığıydı. Bu soruyu orada neredeyse herkesten işitmek beni çok hüzünlendirdi doğrusu. Jönköping’e gelirsek... Küçük ama Kibrit Müzesi sokaklarında kaybolmak müthiş zevkli. Caddelerin birbirine benzer düzeni nedeniyle haritasız kaybolmak kaçınılmaz. Ben şehrin tam merkezindeki City Hotel’de kaldım. Otelin karşısında çok önemli bir müze vardı. “The Match Museum” yani dünyanın sayılı kibrit müzelerinden biri. Ben oradayken Suriyeli genç yönetmen Firras Fayyad’ın “The Cave” adlı filminin özel gösterimi vardı, bir Pazar günü olmasına rağmen, herkes bir görev gibi bu filmi izlemeye gitti ve sonra birbirlerine filme dair duygularını anlattılar. Smalit edebiyat festivali özünde bir müzenin içinde gerçekleşen yerel bir festival gibi gözüküyor. Fakat festival başladığı andan itibaren bütün şehir halkı, müzeye akın etti ve bir süre sonra adım atacak yer kalmadı. Orada birçok önemli festivalin yöneticisiyle tanıştım, haziran ayında yapılacak edebiyat festivaline davet edildim, üstelik 3 hafta göl kenarındaki sanatçı evinde konaklayacağım. Doğrusu böylesi sıcak bir karşılama beklemiyordum, ku zey ülkelerinin soğuğunu nedense insanlarında da göreceğimi sanıyordum, yanıldığım için çok mutluyum. Şehrin Edebiyat Evi’ndeki bir akşam partisinde doğaçlama şiir okuma ve doğaçlama dans gösterisi çok eğlenceliydi. Performans boyunca adeta nefeslerini tutarak onları izleyen kalabalık hâlâ aklımda. Bu muhteşem partiyi düzenleyen Peter Nyberg ve Camilla Mollung’un ülkesinin sanat hayatına dair hayallerini dinlemek ve o hayallere Türkiye’yi de ortak etmeleri konusundaki önerime verdikleri destek unutulmazdı. Haziran ayında İsveç’te daha çok şehri keşfedecek vaktim olacak. İskandinav meslektaşlarımla edebiyata dair fikirlerimizi paylaşacağız. Seyahat listenize İsveç’i özellikle bahar ayları için eklemenizi ve bu sıcakkanlı insanlarla tanışmanızı öneririm. Tanrısız yaşamak beceri ister 1 T anrı’nın varlığı ya da yokluğu konusunda kesin hüküm vermeyenlere agnostik deniyor. Tanrı’yı umursamayan, dert edinmeyenler bu gruba katılabilir. Kaldı ki eğer varsa da, hayli adaletsiz, otoriter olduğu kesin. Tanrısız yaşamak beceri ister. Tanrısız yaşama deneyimi olmayan kimse, aniden bu hakikatle karşılaşırsa, o güne dek uzağından geçmediği sorular üşüşür beynine. Bununla nasıl başa çıksın ki insan! Cemal Süreya söylüyor işte; Sanmasınlar inanmıyorum Elbet inanıyorum tanrıya Herkesin kendi tanrısı var Sen ölünce ölüyor o da 2 T anrı tartışmasından kaçmak mümkün değil, insan en azından kendiyle bunu mutlaka yapar. Her seferinde de Tanrı’nın varlığını kabul ederek yola koyulmak zorunda bırakılır kişi. Kapitalizme uyumlu olduğu sürece tanrı işlevseldir. Tüketim toplumunun tükenmeyen sığınağıdır Tanrı. İnançsız/Tanrısız olmak bir tür suç sayılır. –Oysa güç olanı yeğleyen birey alkışı hak eder Tanrı varlığını göstermek gibi bir sorumluluk üstlenmemişken, biz neden sürekli onun yokluğunu kanıtlamak zorundayız? 3 N ewton der ki: “Evren, Tanrı ya da tanrıların kaprislerine göre değil insan tarafından anlaşılabilecek mekanik ilkelere göre işlemektedir.” 4 F ransa’nın Ardennes bölgesinde yaşayan köy papazı Jean Meslier elli beş rum, giz, olgu, kavram olay için Tanrı’ya başvurmak kötü bir alışkanlık olsa gerek! İnsan “aklı” keşfetme yaşında öldü. Ardında di, onu kullanmayı öğrendi. 400 sayfalık bir el yazma Kant: “Aydınlanma, insanın sı bıraktı. “İtiraflarım” adı kendi ayağıyla içine düştü nı taşıyan belgede; “Hıristi ğü toyluktan kurtulmasıdır. yanlık, yoksulları baskı altına almak, zenginlerin egemenliğini meşrulaştırmak ve ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Toyluk, insanın kendi aklını toyluğa kendi ayağıyla düşmesinin nedeni de akılsız cehaleti sürekli kılmak için olması değil, aklını başka kullanılan bir aygıt olmaktan sının rehberliği olmaksızın öte pek az özelliğe sahip” yazıyordu. kullanma kararlılığı ve cesaretini göste Yaşamı boyunca Tanrıtanımaz olan rememesidir” dedi. Meslier, babası tarafından zorla papaz Ancak herkesin aynı zamanda, yoğun olmaya itilmişti. Meslier ardında şöyle lukta, beceride “akla” gereksinim duy bir mektup bıraktı: duğunu söylemek güç. “İnanç” yaşamı “Sizi ahmakça saçmalıklar ve boş batıl konforlu kılar, boyun eğmeyi öğütledi inançlarla oyalamak için, kendi düşünce ği için her tür iktidar adına kullanışlıdır. lerime tamamen aykırı şeyler yapmak ve söylemek gibi can sıkıcı bir sorumluluk almış olma hoşnutsuzluğunu yaşıyorum. Bunu daima acı çekerek ve aşırı derecede iğrenerek yapıyorum.” 5 R ichard Dawkins binlerce kilo ağırlığında metal bir yapı (uçak) içinde gökyüzünde bulunmamızı haklı olarak: “Ba 6 S iyaset felsefecisi Thoman Hobbes ile İbranice profesörü Ralph Cudworth birbirinin çağdaşıydı. 17 yüzyılda yaşayan iki düşünür, birbirinin zıddıydı. Hobbes insanın temel varoluş biçimini: “Zavallı, yalnız, müstehcen, hayvansal ve kısa” olarak tanımlayan bir materyalistti. Doksan yaşına gelip artık ölüme tılı düşüncenin ürünü mühendis yakın olduğunu fark edince kiliseye gi lerin doğru hesaplamaları sonucu oldu dip gelmeye başladı. Materyalizm ko ğunu” söyledi. nusunda daha az ısrarcı olması anlaşı Aklın evreni tamamen kavramak ko lır elbette. nusunda yetersiz olacağı savı, bu yalın Hobbes muhalifi Cudworth “Gerçek açıklamayla bir kez daha çöktü. Eğer he Entelektüel Evren Sistemi” adlı yapı saplamalarda ufacık hata olsa yere çakıl tına adadı tüm ömrünü. Güç kavranan mak, ölmek kaçınılmazdır. “Aklın” he kitap yoğun eleştiri aldı. Kitabın amacı nüz evrenin gizini çözememiş olması, bu “Tanrının var olduğunu” kanıtlamaktı. nun peşinden koşmasına engel değildir. Çağdaşı bir siyasetçi olan Lord Boling Açıklamasını yapamadığımız her du broke şöyle eleştirir Cudworth’u: “O kadar çok okuyordu ki düşünecek zamanı kalmıyor; ve o kadar çok beğeniliyor ki serbestçe düşünemiyor.” 7 W alter Benjamin’in “Pasajlar”ı yarım kalmış bir eser. Ki Benjamin yarım kalmış bir ömrü sürdü. İntihar ederek Nazilerin elinde ölmek yerine kendi yazgısını belirledi. Adorno kadar talihli değildi. Otel odasında kendini öldüren bir düşünür, aşağıda onu bekleyen katiline teslim olmadı! Aklında “Pasajlar”ın hangi parçası vardı kim bilir? Ölümü ensesinde hissetmeyen aydın/düşünür yoktur! Adorno: “Bu tamamlanmamış haliyle bile eşsiz bir kültür tarihi” diyor “Pasajlar” için. Benjamin’in tüm eserlerini yayına hazırlayan Rolf Tiedemann, “Kimi kitaplar vardır, daha kitap niteliğiyle bir varlık kazanmazdan önce bir yazgıya sahip olurlar: Benjamin’in tamamlanamadan kalmış Pasajlar’ı için de durum böyledir” diyor. Benjamin: “Her çağın düşlere dönük bir yanı, çocuksu bir yanı” (vardır) Pasajlar’da diyor ki Benjamin; “Zamanımızın bir biyoloğu, şöyle demektedir: ‘Homo sapiens’in o acınası elli bin yılı, yeryüzündeki organik yaşamın tarihiyle karşılaştırıldığında, yirmi dört saatlik bir günün sonundaki iki saniye gibidir. Uygarlaşmış insanlığın tarihi bu ölçüte vurulduğunda, ancak son saatin son saniyesinin beşte birini dolduracaktır.’ Mesihçi zamanın dev bir özeti olarak tüm insanlığın tarihini kapsayan şimdiki zaman, insanlığın tarihinin evrendeki yeriyle tamamen örtüşmektedir.” Fenerbahçe Beşiktaş Galatasaray Çanakkale kardeşliği! ARİF KIZILYALIN “Çanakkale, Türkiye Cumhuriyeti’nin harcının karıldığı ilk cephedir..” der tarihçiler. 18 Mart’ta boğazın serin sularında başlayıp aylarca süren büyük direnişin ilk adımıdır. Bir millet en seçkin evlatlarını yitirmiştir cephede. O kahramanların içinde bugün Türk sporuna yön veren 3 büyükler diye bilinen futbol takımlarımızın da “neferleri” vardır. Şimdilerde rekabet adı altında birbirlerine giren 3 camianın evlatları o günlerde vatan için omuz omuza savaşmışlardır. Siper de kazmışlardır, ön saflarda kılıç çekip İngilizin üzerine üzerine de gitmişlerdir. Mektebi Sultani’den, Kadıköy’den, Dolmabahçe’den gelen bu vatan evlatları hep en önde durmuşlar, Cumhuriyetin ilanına dek tüfeği ellerinden bırakmamışlardır. SAHADAN CEPHEYE Çanakkale’de hayatını kaybeden en ünlü sporcu kuşkusuz ki, sonradan Galatasaray Kulübü’nün Taksim’deki merkez binasına adı verilen Mehmet Hasnun Galip’tir. Kosova Valisi Galip Bey’in oğlu olan ve Mektebi Sultani günlerindeki başarılı öğrenci kimliğini Ali Sami Yen’in kurduğu futbol takımında yöneticifutbolculukla süsleyen Hasnun Galip, 23 Nisan 1915’te oynadıkları ve 42 kazandıkları GalatasarayGöben Zırhlısı (Alman takımı) maçında 3 gol attıktan sonra Çanakkale’ye koşmuş, 5. Ordu Subayı olarak Haricot (Kemalbey) Tepesi’ni savunurken alnından vurulup şehit düşmüştür. Çanakkale’nin başka cephelerinde yine o dönemin Galatasaraylı yıldız futbolcularından “Kürt” lakaplı Celal İbrahim de birçok takım arkadaşı gibi kanını Gelibolu savunmasında toprağa bırakmıştır. Galatasaray’ın 2 numaralı kurucusu Emin Bülent (Serdaroğlu) da cephedeki Galatasaraylıların en bilinenlerindendir. Günümüzde “semtte” “cadde ve sokak ismi” olarak anılan bilinen 2 Beşiktaşlı futbolcunun Çanakkale Savaşı’nda yerleri çok ayrıdır. Bu iki isim Beşiktaş futbol takımının ilk kaptanlarından Kazım ve Asım beylerdir. Gönüllü olarak gittikleri Çanakkale’de Mustafa Kemal Atatürk’ün “Size ölmeyi emrediyorum” dediği saatlerde toprağa karışmışlar, cenazeleri aylar sonra bulunmuş ve Beşiktaş Kulübü’nün gurur abideleri olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Bugün bilmeden geçtiğimiz Şehit Asım Caddesi ve Şehit Kâzım Sokağı isimlerini bu iki kahramandan alır. Hasnun Galip Galatasaray ve Beşiktaş gibi evlatlarını gözünü bile kapamadan cepheye yollayan bir başka kulüp de “Anadolu direnişini”nin ateşini yakan Fenerbahçe’dir. SarıLacivertli kulübün müzesindeki kayıtlara göre Nureddin, Halim, Haldun, Kemal ve Sabri beyler yaşamlarını Çanakkale Cephesi’nde yitirirler. Kimi cephede vurulur, kimi İngilizlerin batırdığı gemide can verir vatan için. Nureddin Bey kulüp üyesi, Halim, Haldun ve Kemal ise Fenerbahçe’nin genç takımlarında futbol oynayan isimler olarak bilinirler. Güverte subayı Üsküdarlı Sabri Efendi, İngiliz denizaltısı tarafından torpillenerek batan Barbaros zırhlısının şehit bölük komutanı olarak Türk spor tarihine eçmiştir. Ayrıca Fenerbahçeli Arif, Papazın Çayırı ve cephe arasında mekik dokurken şehit olur. Yine “Demir” lakaplı Fenerbahçeli futbolcu Ethem Bellisan da Çanakkale’de cepheden cepheye koşmuş, gazi olarak kulübüne dönmüştür. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe için 18 Mart farklı bir önem arz ediyor. Şimdiki “düşmanlık” ise sanırım tüm Çanakkale şehitlerinin kemiklerini sızlatıyor.