Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 ÖFĞRRAENTSMIZECN IA Genç oyuncu Gizem Güneş’le pazar sohbeti Hayalini Ekranların sevilen dizisi Kuzey Yıldızı İlk Aşk’ta babasının kızı denilebilecek bir karakter olan Feride Mollaoğlu’nu izleyiciye sevdiren Gizem Güneş’in ilk kamera önü deneyimi babasının kamerasıyla olmuş. Henüz 12 yaşında tüm Türkiye’nin izlediği Binbir Geceyle ekranlara düşen Güneş, o günden beri setlerde. Ancak ne bir pişmanlık ne de yorgunluktan söz ediyor. Çünkü o kendi ifadesiyle çocukluk hayalini yaşıyor. u Çocukken babanız her anınızı kameraya alırmış. Sizde oyunculuk ateşi nasıl yandı? Kesinlikle içimdeki oyunculuk ateşinin yanmasında annem ve babayaşıyor mın büyük payı var. Çocukluğum babamın benim bütün anlarımı kameraya almasıyla geçti. Ben de her yeni çekimde ona farklı şeyler sunmaya çalışırdım. Dans koreografileri yapardım veya farklı karakterler üretip onları canlandırırdım. Kendimi bildim bileli de hayalim oyuncu olmaktı ve bu hayalim hiç değişmedi. Üniversite eğitiminizi Fransızca öğretmenliği u Dört yıl bale eğitimi almışsınız. İki yıl da müzikal oyunculuğu. Başlarda tiyatro ve bale sahnesi setlerden daha mı üzerine yapmışsınız. İlerde çekici geliyordu size? Fransızca bir rolde oynama Oyunculuk kadar dansa da büyük bir ilgim vardı. Dans etplanınız var mı? meyi çok seviyordum ve bu konuda yetenekli olduğumu düşüFransızca öğretmenliğini nüyordum. Bu yüzden bale ve müzikal oyunculuğu eğitimleri ikinci bir yabancı dil öğrenip almaya başladım. Tiyatro ve bale sahnesinin bende uyandırdıhayatımın içinde kullanabilmek adına okudum. Bu yüzden neden olmasın? Fransızca konuştuğum bir projede ğı his, setlerden çok daha farklı. İkisi de çok çekici fakat tatları birbirinden tamamen ayrı. Zaten sahnenin tadını almadan sadece setlerde olsaydım bu kadar mutlu olamazdım. İkisinin de set hayatıma ve set disiplinime katkıda bulunduğuna inanıyorum. rol almayı çok isterim, bu fiu Binbir Gece dizisinin ardından kendinizi oyunculukta kir aklımda hep var. Umarım geliştirmek için neler yaptınız? gerçekleşir... Daha 12 yaşımdayken Binbir Gece gibi bir dizide oynamak bana çok büyük bir sorumluluk yükledi. Kendimi geliştirmek adına eğitim almam şarttı. Müzikal oyunculuğu eğitimimi Binbir Gece dizisinden sonra aldım ve çeşitli müzikallerde rol almaya başladım. Daha sonrasında da tiyatro ve kamera oyunculuğu eğitimlerimi tamamladım. ORDU’YA ÇOK ALIŞTIM u Henüz 25 yaşındasınız ama epey bir oyunculuk geçmişiniz var. Bu kadar yoğun bir mesainin içinde hiç yorulduğunuzu hissettiniz mi? Akademik eğitimime devam ederken bir yandan sahnede ve setlerde olduğum dönemler vardı. O zaman bile inanın yorulsam da yorulmuş gibi hissetmedim hiçbir zaman. Zaten boş oturmak yapıma uygun değil, hele ki sevdiğim işi yapıyorsam... O yüzden sadece tatlı bir uykuyla atlatabildiğim minik bir yorgunluk hissettiğimi söyleyebilirim. u Kuzey Yıldızı projesi önünüze geldiğinde ilk neler düşündünüz? Feride Mollaoğlu karakteri size nasıl hissettirdi? “İşte bu!” dedim. Projeyi ilk okuduğumda, hikâyesi sürükleyici ve masal gibi gelmişti bana. Bambaşka bir dünya hayal ettiriyordu insana. Projenin hayata geçmiş hali de aynen düşündüğüm gibi, masal gibi oldu zaten. Feride, önceden hayat verdiğim karakterlerin hepsinden farklı. Olgun ve çok güçlü bir karakter. Bu yüzden Feride karakteri ilk anlardan beri beni çok etkiliyor. Böyle bir karakterle tanışmak benim için bir zevk! u Dizi bildiğim kadarıyla Ordu’da çekiliyor. Ordu hakkında neler söylersiniz alıştınız mı? Dizinin ilk bölümünün birkaç sahnesini İstanbul’da çektik. Geri kalan bütün hikâye Ordu’da geçiyor... Bir yıldır Ordu’da yaşıyorum diyebiliriz, çünkü İstanbul’a çok nadir gidebiliyorum. Ordu’ya çok alıştım. Küçük, modern ve çok temiz bir şehir. Doğası da kesinlikle büyüleyici... GERGINLİĞİ SEVMEM u Rollerinize çalışırken hangi yöntemleri kullanıyorsunuz? Çoğunlukla Meisner tekniğini kullanıyorum fakat bazı şartlara göre teknik ve yöntemler de değişebiliyor. u Gergin ortamları sevmediğinizi söylemişsiniz, ama setler bazen epey gergin olabiliyor. Kendinizi iyi hissetmek için neler yaparsınız? Evet gergin ortamlardan pek hoşlanmam. Eğer set ortamı o an gerginse sadece sahneme odaklanmaya çalışırım, enerjimi hiçbir şey düşürmemeli. Ama günlük hayatımda o ortamdan bir an önce uzaklaşıp hoşlandığım şeylere yönelip kafamı dağıtırım. 8 KASIM 2020 DEN IZ ÜLKÜTEKIN Kuzey Yıldızı’nın sevilen karakteri Feride Mollaoğlu’na hayat veren Gizem Güneş henüz 24 yaşında olmasına karşın kariyerine onlarca yapım ekledi. “Sadece ufak bir uykuyla atılabilecek kadar yoruldum” diyor. Küçükken bu uyarıyı almamış çocuk herhalde yoktur Ağzından çıkanı kulağı duymak ÜLKER İNCE inceulker@gmail.com K üçüklüğünde annesinden, “Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?” uyarısını almamış çocuk pek yoktur herhalde. Bu soru çoğumuzun kulaklarında çınlar. Şimdi düşünüyorum da ne önemli bir uyarıdır o, ağzından çıkan sözün ne anlama geldiğini düşünmeyi öğrenme uyarısı! Sözün büyü gibi bir şey olduğunu, savaş çıkarabildiği gibi, yılanı deliğinden çıkarabileceğini de bütün analarbabalar çocuklarına öğretir. Asla ama asla yan yana getirilemeyeceğini düşüneceğim iki sözcüğün, “dindar ve kindar” sözcüklerinin, yan yana getirildiğine tanık olduğum zaman kulaklarıma inanamadım, annemin yukarıdaki sorusu kulaklarımda çınladı, o sözü ben söylemişim gibi yüzüm kızardı. Kindar ne demektir? “Kin tutan, öç almak isteyen, düşmanlık güden” demektir. Benim bildiğim kadarıyla, bütün dinlerde “Komşunu sev”, denir, “Bağışlayıcı ol”, denir. “Komşundan nefret et, öç al, kimseye acıma, kimseyi bağışlama” denmez. İnsanlara düşmanlık gütmeyi öneren bir din olamaz ve yoktur. Dinin doğasına aykırıdır bu. Dinler insanlara, kötülüğe bile iyilikle karşılık vermeyi öğütler, çünkü dünyanın yaşanmaz bir yer haline gelmemesi için vardır dinler. Ayrıca düşmanlık güderek, nefret ederek insan da olunamaz. işgal ettikleri zaman, Yahudi bir piyanistin, Wladislaw Szpilman’ın başına gelenler anlatılıyordu filmde. Çeşitli kitaplardan ve filmlerden, işgal altındaki ülkelerde, başta Yahudiler olmak üzere, insanların ne felaketler yaşadıklarını, ne canavarlıklarla karşılaştıklarını aşağı yukarı biliyorduk, ama bu filmde, filmin kahramanı olan piyanistin başına o bildiğimiz felaketlerin bin türlüsünün bini birden geliyordu. O durumda piyanistin bin kez ölmüş olması gerekiyordu, Adrien Brody “Piyanist” filmi. ama o savaştan sağ kurtulmayı başarmıştı. Filmin kabaca öyküsü buydu. Ben bundan sonrasında, piyanistin hayat öyküsünde çok HHH öğretici bulduğum bir şeye Bazı kişisel hayat deneyimleri çok açıklayıcı işaret etmek istiyorum. Piyanistin oğlu babasını dır. Bir laboratuvar deneyi gibi pek çok gerçeği anlatırken, “O korkunç savaş deneyiminden songün gibi aydınlatır. Böyle çok aydınlatıcı buldu ra babam solist olarak piyanistlik yapmak istemeğum bir hayat deneyiminden söz edeceğim size, di” diyor. Savaştan önce solo konser vermek piçok öğretici. yanist için bir sorun değilken, savaştan sonra solo Roman Polanski’nin “Piyanist” adlı filmini bel konser vermek istememiş. ki pek çoğunuz seyretti. Çok etkileyici bir filmdi. Neden acaba? “[S]olo konserlerin kendisinİkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Polonya’yı de çok fazla gerginlik yarattığını söylüyordu; daha sonra açıkladığına göre sahnede piyano çalma gücünü ona veren şey sahnedeki öteki müzikçilerin varlığıydı. Solo bir konserde tek başına olmanın yalnızlığına” katlanamıyordu. Oğul, babasının yalnızlığa dayanamamasının nedenini de açıklıyor: “Savaştan sonra kentin yıkıntıları arasında yıllarca tek başına yaşadıktan sonra dünyanın çeşitli yerlerine tek başına yolculuk etmek istemiyordu” diyor. Beni filmin kendisi kadar etkiledi bu ayrıntı. Savaştan sonra bu adam, başkalarıyla sahneye çıkmak yerine, tam tersine hep solo konser vermek isteyebilirdi; kendini öne çıkarmak, hatırlatmak, parlatmak, yıldızlaştırmak isteyebilirdi, ün, para, saygınlık gibi şeyler kazanmak isteyebilirdi (bunları kazanmaya yetecek yeteneği vardı), ama bunların hiçbirini istememiş. HHH Bunların yerine ne istemiş? İnsanlarla birlikte olmak istemiş, gerçek “insanlarla”, kendisinin kurduğu Varşova Piyano Beşlisi’nin üyeleriyle birlikte olmak istemiş sahnede, çünkü insanın yaşama gücünü, ünden, paradan almadığını, ancak gerçek insanlardan aldığını öğrenmiş. Savaş sırasında en çok acısını hissettiği şey “insansızlık” olmuş. Bir daha yaşamak istemediği en önemli şey de bu, insansız ve dolayısıyla da bomboş bir dünyada yaşamak. “Kindar” nesiller yetiştirmekten söz edenlere sormak gerekiyor, “Siz hangi din adına konuşuyorsunuz?”