28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KOLEUKMIRSAAH 8 Kaçırmayın u Cem Yılmaz İzmir’de Cem Yılmaz, yeni sezonla sahneye döndü ve 910 Ekim tarihlerinde de İzmir’de izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor. KültürPark Açıkhava Tiyatrosu’ndaki gösterinin başlama saati 21.00. u Hayatı kitap olanlara... Türkiye Yayıncılar Birliği’nin, online programı “Hayatımız Kitap” YouTube üzerinden izleyiciyle buluşmaya başladı. Her perşembe saat 21.00’deki programın 8 Ekim’deki konuğu Figen Şakacı. u Festival her yerde 3 9. İstanbul Film Festivali şimdi de Uluslararası Uzun Metraj ve Ulusal Belgesel yarışmaları seçkisiyle 920 Ekim tarihleri arasında hem salonlarda hem de çevrimiçi. Filmekimi galalarını kaçırmayın! u Her şarkı hikâyeli Netflix’in yeni belgesel dizisi Song Exploder (Şarkıların Hikâyesi), dünyaca ünlü müzisyenlerin yaratım sürecine tanık ediyor. Michael Stipe, Alicia Keys gibi popüler isimlerin şarkılarından hareketle çekildi. u ‘Dirmit’ Zorlu PSM’de Nezaket Erden’in tek kişilik performansı “Dirmit”, 11 Ekim akşamı Zorlu PSM’de izlenebilir. Latife Tekin’in “Sevgili Arsız Ölüm” adlı romanından sahneye uyarlanan oyunun başlama saati 20.30. u Mithat Şen sergisi Sanatçı Mithat Şen’in son iki yılda ürettiği eserlerden oluşan “Âlem” başlıklı seçki Art On İstanbul’da görülebilir. Sergi, 31 Ekim’e dek açık kalacak. 4 EKİM 2020 Müzik benim E Efza, yeni teklisi ile müzik sahnesinde fza, müzik tutkusunu eğitimle perçinlemiş, Opera Anasanat Dalı mezunu. 1994 doğumlu genç bir müzisyen. İlk dinlediğiniz andan itibaren de zaten sesindeki farklılığı hissediyorsunuz. Sadece yorumculuğu değil, şarkı da yazıyor beste de yapıyor. Kayıtlarını kendi evinde alıyor. Üstelik bir plak çatısı altında değil, şarkılarını bağımsız bir şekilde kendi yayımlıyor. Mayıs ayında 3 şarkılık bir kısa çalar (İki Kafalı Bi’ Ruhdaş) ve temmuz ayında da bir tekli (Şairin Keözgürlüğüm limeleri) çıkaran Efza, müzik eleştirmenlerinden tam not aldı. Şimdi de yeni teklisi “Son Model Arabesk” ile dinleyici karşısında. Efza’yı ve müziğini bir de kendisinden dinleyelim... u Müzik ne ifade ediyor sizin için? Kaç yaşından beri eğitim alıyorsunuz? Müzik benim özgürlüğümün, hikâyelerimin, yalnız olduğumdaki Efza’nın, zihnimde oluşturduğum hayallerin ifadesi. Özellikle her yeni bir şarkıda yeniden doğmak ve kendimi, içimde barındırdığım enerjilerimi keşfetmek diyebilirim... 19 yaşımda konservatuvar opera bölümüne girerek başladı asıl eğitimim. Bu ay da müzik prodüksiyon eğitimimi tamamladım. ORHUN ATMIŞ u Peki, aldığınız tüm bu eğitimler müziğinize nasıl etki etti? Özellikle bazı hocalarımın cümleleri hep kulağımdadır. Yeni bir çalışma yaparken kesinlikle hatırlarım bu cümleleri, o yüzden olumlu etkiliyor yapmaya çalıştıklarımı, her projemi... ‘BEKLEYEN ŞARKILARIM VAR’ u Ne zamandır söz yazıyor, beste yapıyorsunuz? Bu böyle mi devam edecek, yayımlanmayı bekleyen şarkılarınız var mı? Söz yazmaya başladığımda epey küçüktüm, ilkokulda edebiyat öğretmenimin peşini bırakmazdım. Bunları melodilerle birleştirme fikri ortaokul yıllarımla eşzamanlı. Bunu böyle devam ettireceğim, zaten yazdığım çok fazla şarkı var. Şu anda da üç tane yayımlanmayı bekleyen şarkım var. u Kendinize ait bir tarzınız var diyebiliriz, nasıl ortaya çıktı? Şarkılarınızın üretim süreci nasıl gerçekleşiyor? Tamamen kendiliğinden gelişti... Ben buna “zihnimin içindeki sentez” diyorum. Bilgisayar başına oturup, öncesinde yazdığım şarkıları düzenlemeye başladığım zaman kafamın içinde ne çalıyorsa, yazdığım hikâye, yani şarkı sözü şimdiki Efza’da ne canlandırıyor ise elim ona gidiyor. Ben bu süreci özgürlük kelimesi ile tanımlıyorum. küçük İskender u Gelecek için en çok ümit veren isimlerden biri olduğunuzu düşünüyorum. Birçok kişi de aynı fikirde. Siz ilerisi için kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz? Bunu duymak çok güzel. Öncelikle teşekkür ederim... Kendimi hep sahnede ve üretmeye devam ederken, gerçekten hikâyelerimi dinleyen, benimseyen insanlarla Efza olarak büyüdüğümü görmek isterim. Genç ve bağımsız müzisyen Efza, farklı yorumculuğu ve kendi tarzıyla dikkatleri üzerine çekmeye başladı. hayranı u Edebiyata olan ilginiz hakkında neler söyleyebilirsiniz? Şarkılarınızda ve sosyal medya paylaşımlarınızda kendini hissettiriyor... Neler okuyorsunuz? Şiirleri çok seviyorum. küçük İskender’in hayranıyım. Roman insanı asla olamadım... Şiir ya da ara sıra içini açıp bilgi alabileceğim kitapları okuyorum. u Bir plak şirketi çatısı altında değilsiniz, üretimlerinizi bağımsız bir şekilde yayımlıyorsunuz. Bu bir tercih mi? Evet. Bu şekilde sesimi ne kadar duyurabilirim ve ‘organik olarak neler olabilir’i görmek istiyorum. ‘HER NOTADAN ESINLENIYORUZ’ u Çok dinlediğiniz, esinlendiğiniz birileri var mı? Fytch, Sevdaliza, Shahmen, Röyksopp, Portishead gibi isimleri çok dinliyorum. Bence müzik yaparken eskiden ya da o sıralar dinlediğimiz her sesten, her notadan, her hissiyattan esinleniyoruz. Bana öyle geliyor... Güz zamanı türlü türlü esen rüzgâr 1 Bilgelik için sabra gereksinim var, bende yok, diye düşünürdüm. Oysa on binlerce sayfa okumak tam da tersi olduğunu kanıtlar. Usanmadan, sabırsızlanmadan, edebiyatın olanaklarını araştırarak, derken felsefe metinlerine kafa patlatırken aslında uzunca bir yola düştüğünü, inatla ilerlediğini fark ediyorsun. Bilgelik herhangi bir dorukta bulunan ödül değildir, o yola koyulma direncidir, yani aslında süreçtir, yoldur. Modern zamanlarda saçma sapan yaENVER AYSEVER KURŞUNKALEM şam koçlarının peşine düşerek ruhunu arındırmaya çalışan kimselere bakınca insan hem sinirleniyor hem de bu duruma düşmediği için kendini talihli sayıyor. Tarikat, cemaat elinde sömürülenlerin halini görüyoruz. Bunlarla yaşam koçları eline düşenler arasında ne fark var? Bir de çakra makra açanlar var. Açık konuşalım, yüzyılımızda felsefe ile uzaktan ilgisi olmayan, ucuz tasavvuf tacirleri için de durum aynıdır. Zavallı ergen cümlelerini bilgelik diye sunan muhafazakâr düşünürlerin durumu daha da hazin. 2 Ekim geldi, hava soğuyor sandık, birden otuz dereceyi gördü. Ne giyeceğini bilmemek zorluyor insanı; sabah esintisine karşı hırka alıyorsun yanına, gün boyu yük olmuyor, akşam yetmiyor bile! İnsan işte bu kadar, ne soğuğa ne sıcağa dayanıklıyız. Geçen gün bir dostumla Kadıköy’de kahve içelim dedik, güzel başlayan gün, kafamıza ceviz gibi yağan doluyla devam etti, manzara karşısında şaşkına dönen insanlar dükkânlara doluştu, şaşkınlıkla birbirimize baktık; daha önce İstanbul’da böylesini görmemiştik, elli yaşımda, üstelik güz zamanı dolu yağsın, şaşılacak şey! Okul sırasında dört mevsimi yaşayan memleketimizle övünç duyardık, şimdi öyle mi ya, ne tarımda ürettiğimiz belli ne de şu havalarda ne yaşadığımız! Bereket uzun sürmedi. Betondan dünyamızda, sadece küçücük gökyüzü kaldı elimizde. Ne diyeyim, İstanbul’un gözyaşlarına bazen benimki karışıyor, yaş ilerledi eskisi gibi uzun da tutamıyorum akşam rakısını. İki öğün yiyip, iki yudum içerek idare ediyorum. 3 Derin aşk sancısı ardından iki kez “mezardan yeni çıktım” diyen dostlara rastladım. Demek aşk öyle bir esrime yaratıyor ki, ardından ayağa kalkmak kolay değil, nerdeyse acı mezar kadar karanlık bir yerde çekiliyor. Yine de vazgeçemiyor insan bundan. Güz esintisiyle aşk arasında bağ kurmamız yanlış değil, sıcak bunaltıyor, soğuk kaskatı kesilir hale getiriyor bedeni, ama o rüzgâr yaşama uygun sanki; parklarda el ele gördüğüm sevgililere bakmak iyi geliyor, sahil kenarında öpüşen çiftler, hele İstanbul’sa orası, ayrıca çehresi güzelleşiyor. Lakin bu korona günlerinde aklımıza hep “iyi de sosyal mesafe nerde” kaygısı, sorusu düşüyor. Böyle olur mu yahu, sadece yaşamda kalmak için direniyoruz! 4 Mersin Belediyesi ile “Aykırı Okuryazarlık” çalışmasına başladık. Amacım anılarımla yüklü Akdeniz şehrime gitmekti. İyi bahane değil mi? Hem edebiyat konuşacağım, hem dostlar edineceğim... Hemen kabul etmiştim! Olmadı. Uzaktan yapıyoruz çalışmayı. Kızım Zoom denen aygıta alıştı da ben ne mümkün; belediye özgün yazılım yapmış, ben de geçtim başına, başladık konuşmaya. Türlü çevreden insanlarla buluştum. İki gün nasıl kopardı beni bu alışkanlık edindiğim dünyadan. Gördüm, anladım ki okumakla, yazmakla ilişkili kişilerle hemen kaynaşıyoruz. İnsan sevinç duyuyor, umut yeşeriyor. Mersin Şehir Tiyatrosu kuruldu. Seneye, uzun yıllar ardından orada iş yapmaya karar verdim. Tam on yıl sonra. Merhaba Mersin deyiverdim içimden... 5 Roman yazarken ilkin kendinden emin oturursun masaya, sonra sürekli kaçınma hareketleri yaparsın, derken kuşkuya düşersin: “Acaba ne anlatıyorum?” diye. Sağlama yapma gereksinimi olur. Her yazar, yakın çevresinden seçer bu kişiyi, ayakta kalmak, vazgeçmemek, yaptığı işe anlam katmak için gereklidir bu. Ya eşindir bu kişi ya sıkı bir dosttur ya da belki kadim bir okur. Cem Erciyes okudu, işi bu, yayıncım. Pek memnun oldu, bana da bir heyecan geldi, küçük önerileriyle pek de faydalı dokunuş yaptı. Okuryazarlık dersinde “kendi sesini bulmak” diye söz açtığım konu iyice açığa çıkmış, yazdığımın benden olduğu hemen kavranıyor okurca; küçük ödülüm bu. Zamanında sormuştum Tahsin Yücel’e “Dostoyevski’nin yazdığı dünyada, nasıl roman için kalem oynatmaya cesaret edeceğiz?” diye. “Benim yazdıklarım yoksul sofrası, dileyen, dilediği yemişin tadına bakar” demişti. Ardından da uçsuz bucaksız yazın dünyasında herkese yer olduğundan söz açmıştı. En iyi, en önde olmaya gerek yok, olduğumuz kadar yeter! 6 Eren Aysan’la mektuplaşıyoruz, Onur Behramoğlu ile de akşam yürüyüşleri yapıyoruz. Edebiyat başta olmak üzere, nelerden söz açılıyor, kendi dünyamızın dili var. Ekran karşısında ömrünü çürütenlere de geliyor konu. Söyleşmek için bir araya gelen insanlara bakıyorum, laflar uçuşuyor, ama söyleşmek mümkün değil. Bir kere sözcükler arasında ilinti doğru kurulmuyor; Aziz Nesin demişti: “Biz konuşmayı bilmeyiz, el kol hareketleriyle anlaşmaya çalışırız” diye. Andım. Belli sesler havada titreşiyor da pek karşılığı yok. Geçen bir arkadaşım; “Telefonun çok çalıyor, herkes bir şey istiyor, nasıl okuyorsun” diye sordu. Herkesten vazgeçiyorum, öyle oluyor. 7 Yorgun olduğum kesin. İki ameliyat geçirdim son sekiz ayda, ardından kardeşim ağır hastalandı. Covid sandık, değilmiş, beter bir şeyle uğraştık. Hekimleri yakından gözledim. Çok acayip insanlar; genci yaşlısı fark etmez. Sonra hemşireler... Nasıl fedakâr, nasıl dirençliler. Bir de sağlık çalışanları, ağır işçiler. Doktor Süda Tekin’le hastanede bolca söyleştik. Kardeşim geri geldi. Sevdiklerimizi bir an kaybedince, nasıl ağır yalnızlık kalıyor geriye. Yaşam göz açıp kapamak gibi... Bereket iyileşti de kavuştuk...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle