Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 EKİM 2020 5 Sevilen oyuncu Evrim Alasya ile pazar sohbeti Kazma kürekle “Hepimiz kendimizle yüzleşene kadar kendimize öfkeyle yaşıyoruz, o öfkeyi dışarı yansıtıyoruz...” ruh kazısı Evrim Alasya, Kırmızı Oda dizisinin Meliha’sı olarak çıktı karşımıza. çok zor bir hayatın içinden gelen mevlüt hocası bir kadına hayat veriyor. Oyunculuğuyla yine adından söz ettirdi. Övgüleri, “vurucu bir hikâyesi vardı” diyerek alçakgönüllüce karşılıyor. İnsanlara dokunabilmiş olmaktan memnun. 20 yıldır sahnede. 40’lı yaşların deminde. Kadıköy’deki sohbetimizden bir demet aşağıda... u Meliha ile başlaşayalım mı? Nereden yakaladı insanları? Senaryoyu Gülseren Buğdaycıoğlu’nun “Günahın Üç Rengi” kitabıyla beraber okudum. Hikâye, insanın inanamayacağı kadar sert ve gerçek olduğu için okurken de oynarken de, izlerken de içselleştirmemek mümkün değil. Meliha’yı hep birlikte, bu yükü nasıl kaldırmış, bunca acının içinden kendine nasıl bir çıkış yolu bulmuş, bu olanları nasıl atlatmış diye merak ettiğimiz için hem empatiyle hem merakla hem de büyülenmiş gibi izliyoruz sanırım. SAHNEDE EVRIM’I SILIYOR u Acısını çok iyi yansıttınız... Acılı bir coğrafyada yaşıyoruz. Dizide de bahsettiğimiz gibi toplumsal olarak duygularımızın anadili acı sanırım. Bu sebeple de acıyı daha çok yaşıyor ve içselleştiriyoruz. u Kadına şiddet de gündemimizdeyken ayrıca etkiliyor böyle konular insanları... Şiddet bu topraklarda hep vardı ama şimdi onunla yüzleşiyoruz. Suçlama, dışlama, ötekileştirmenin de ötesinde, çözebilmemiz için önce sakinleşip sorunun köküne anlayarak inmemiz gerekiyor. Ben hem Evrim hem de oyuncu olarak böyle yaklaşmaya çalışırım meselelere her zaman. Aslına bakarsanız kadını da erkeği de bir kadın yetiştiriyor. O da öğrendiği, kodlanan bilgilerle farkında olmadan doğru bildiği yanlışları aktarıyor çocuğuna. Her şey birbirine bağlı baktığınız zaman. İnsan zaten içgüdüsel olarak doğuştan vahşidir aslında. Biz anne baba olarak ona paylaşmayı, sevmeyi öğretiriz, ona şekil veririz. Üzerine vahşet yüklerseniz, etrafına vahşet saçan biri haline geliyor, elinde olan, olmayan şeyler var. u Sizin karaktere kattığınız şeyler de var... 20 küsur yıldır bu mesleği yapıyorum, okul da dahil. Bu bir yolculuk. Bu yolculukta tabii ki bir sürü şey dolduruyorsun torbaya. 20 yaşındayken Meliha’yı anlamakla, 40 yaşında anlamak ve haliyle oynamak bambaşka oluyor. 20 yaşında henüz egonla, hırslarınla, her şeyi bildiğini zannederek yaşıyorsun. Ama 40 yaşında daha önce hiç bakmadığın bir yerden bakıyorsun insana da okuduklarına da kendine de. Bir role hazırlanmanın tek bir yöntemi yoktur. Her rol kendi yöntemini buldurur. u Kamera karşısında nasıl olursunuz? Entelektüel olarak bildiğim her şeyi unuturum, sahnede olma eylemi mantık kabul etmez aslında. Bildiğin her şeyi unutup neyse oynadığın karakterin ruhu oraya teslim olursun, o da oyuncunun işini kolaylaştırır. Hayatta da Evrim’i aradan çıkarınca kolaylaşır, Evrim’e çok anlam yükleyince zorlaşır ya işler, sahnede de öyledir. İnsanın köşeleri olursa sahnede de köşeli oluyor ister istemez, benim sırrım bu diyebilirim. Evrim’i siliyorum. Evrim’le “o öyle yapmaz, bu böyle davranmaz” gibi yargılar giriyor işin içine, o zaman rolün derinleşmesi mümkün değil. Herkes her şeyi yapabilir hayatta, herkesten her şeyi bekliyoruz artık... Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar 20 YAŞINDA SHERA GIBIYDIK u Az önce bahsettiniz ya 20 yaşındaki Evrim’le karşı karşıya gelseniz ona ne derdiniz? Üzülürdüm 20 yaşındaki Evrim’e. O Evrim’de çok ego var. 20 yaşında bütün güç sizde zannediyorsunuz. Daha çok bedensel bakıyorsunuz hayata. Sonra duvara toslayınca anlıyorsunuz. Maddesel dünyadan bahsediyorum, orası hep bir hayal kırıklığı. Yaşıyorsun yaşıyorsun sonra diyorsun ki “aaa başka bir şey var.” Onu da ne kadar erken fark edersen o kadar iyi. Genelde de insanlar maalesef acı şeyler yaşayarak içe dönüyor. 20 yaşındaki Evrim çok dışa dönük bir Evrim’di, 40 yaşındaki Evrim içe dönük. Faturası ağır oluyor tabii içe dönmenin (gülüyor). u 20’li yaşlarda korkusuz da oluyor insan... Tabii... Onlar hep hormonlardan (gülüyor). u O sanrı korkusuzluğu getiriyor. Tabii tabii. She Ra gibiydik. Bedenin de öyle çalışıyor, güçlü, hırslı... Hep böyle gidecek zannediyorsun, çok acayip, çok büyük cehaletmiş ama onları da yaşamak gerekiyor... u Nasıl başardınız bu içe dönmeyi? Bir kitap mı okudunuz, yoksa yaşam koçunuz mu vardı? Ciddi kırılma noktalarıyla oluyor bunlar. O süreçte insan çıkış yolu bulmak için karşısına çıkan her şeyi değerlendirmeye başlıyor. Kitap da var. İçi boşaltıldı, yaşam koçu demeyeyim de bana yol gösteren psikolog, psikiyatrist, terapist bir sürü insana gittim. Kazmayı küreği aldım elime yıkıp yeniden yapmaya başladım. Tabii kolay değil insanın kendini yıkıp yeniden inşa etmesi... Meslek yaşantısında da başka bir derinlik kazandırıyor insana. Bir susun diyebilir miyim? u Oyunculuğa başlama hikâyenizi konuşalım mı biraz? Benim ilginçtir hiç böyle bir isteğim, algım yoktu açıkçası. Lisedeyken İzmir Devlet Tiyatrosu’nda, tesadüfen bir oyun izledim. Çok sevdim ve aynı oyuna sürekli gitmeye başladım deli gibi. Marat Sade. 6 kere izledim oyunu ama farkında değilim içimde kıpırtı başlamış... Sonra “ben de yapabilecek miyim” derken İzmir’de kursa başlayıp buralara kadar geldim. Çocukken içine kapanıktım, kendini gösterebilen bir çocuk hiç olmadım. Oyunu izlerken orada olabileceğim hayali yoktu kafamda... u Ne olacaktınız? İç mimarlık, psikoloji okumak isterdim... Kader ağlarını örüyormuş... u Kadere inanır mısınız? Kader konusu tartış tartış bitmeyecek bir konu. Bazen öyle şeyler oluyor ki insanın hayatında, varlığı tartışılmaz oluyor. Şöyle düşünüyorum: Bir kendi çabamızla değiştirebileceğimiz kaderimiz var, bir de irademizin dışında olan değiştiremeyeceğimiz kaderimiz... u Bu durum sizi nasıl etkiliyor peki? Biraz içe dönük bakıyorum hayata dedim ya, Evrim’in yapması gerekeni yapıyorum yine ama olmuyorsa bir şeyi zorlamıyorum artık. Sonuna kadar mahal etmiyorum. Olmasıyla olmaması arasında dengeli bir yerde duruyorum. Hayat hep bir dengede durma üzerine kurulu. Kafam karışık ben de sezgisel olarak yolumu bulmaya çalışıyorum. u İnsanlar bu konularda formül arıyor. Birisi bir şey dese de yapsak, o sorumluluğu da almasak... Birisi yapsa da beni uğraştırmasa (gülüyor). Çok güzel olurdu gerçekten. Hayat bize bırakıyor işte, bir de kendisinin karar verdiği kısımlar var tabii. u Çok büyük pişmanlıklarınız var mı geçmişe dair? Hayatın içinde büyük bir okulda hissediyorum kendimi. O okuldaki her olayın, birisinin bize yaşattığı kalp kırıklığının bizdeki bir şeyi dönüştürmek üzere olduğunu anladığımdan beri o pişmanlık duygusu da içimden gitti. Keşke diye bir şey artık hayatımda yok açıkçası. u Olsa bile ne değişir... Zaten. Geçti gitti... u İnsanlarda en çok nefret ettiğiniz şey nedir? Ukalalık. Dinlemeyen insandan nefret ederim. Genelde hayatımda yaşadığım bir sorun. Hep onlar konuşsun ben de dinleyici formatında ilerliyordu hayat, artık sadece kendi konuşsun isteyen ve ukalalık eden birine içimden canavar çıkıyor. u Ne tavsiye edersiniz onlara? Bir susun diyebilirim (gülüyor). Kendini bilmek de bir süreç... Meliha rolünde. “Şu elimizdeki telefonlardan ciddi bir bombardımana tutuluyoruz. Bu dünyada her şey bize bağımlılık yapmak üzerine. Kapitalizm... Bağımlı ol, tüket. Kendimi uyanık tutmaya çalışıyorum, bazen tamamen sistemin dışına çıkıyorum. Tamamen soyutlanmak da bana göre değil.” HILAL KÖSE “Her şey gibi televizyonda ve dizilerde elbette ki düşüş var. Oynayacak iş bulmakta zorlanıyorsunuz. Benim her zaman asıl amacım kalite. ‘Buna para için bile olsa tahammül edemem, İzmir’e giderim daha iyi’ diyerek yaşadığım için Meliha bana çölde vaha oldu açıkçası.” “Ters köşe roller oynamayı çok seviyorum. Beni heyecanlandıracak roller olsun diye ara veriyorum. Her zaman denk gelmiyor.” 40’LI YAŞLARDA NE OLUYOR? “ Kafa çok güzel bir yere geliyor. Tutunduğun şeylerin aslında ne kadar sahte olduğunu, kendine işkence ettiğini görüp o şeyleri bırakıp özgürleştiğin bir yaş. Ama sanki seni mutlu eden kaynaklar da yok oluyor, garip bir hissizlik mi diyeyim, duyguların nötrleşmesi mi diyeyim. İyi mi kötü mü çok da bilemediğim bir yer ama hayatta da gelinmesi gereken yer orası. Hayat bir şeye tutunup onunla mutlu olmaya çalışırken onu senin elinden alıyor gerçekten... Garip bir dinginlik. Sanki beni artık mutlu edecek şey yok gibi ama gerçek mutluluğun da o olmadığını anlıyorsun aynı zamanda, çok karışık (gülüyor).” KORONAVIRÜS ETKISI “Beni daha da içe döndürdü! Sadece bizim meslekte değil, bir sürü insanın hayatında tutunduğu her şey elinden gitti ama bu çok zor çok da güzel bir fırsat oldu bence. Durmak gerekiyorsa duracağız yapacak bir şey yok. Ben de ilk başta ‘mesleğim bitti’ dedim. Oyunculuk dışında hiçbir şey yapamam, denemedim bile. ‘Hayatta kalmak için ne yapabilirim’ diye düşündüm... Ne yapsam olmaz... O fena bir boşluktu benim için, o boşluğa düştüm düşmedim değil ama sonra dedim ki tevekkül, durmak gerekiyorsa duracağız ama mesleki anlamda çok zor bir süreç...” SON SORU: TÜRKİYE “Okumayan bir ülkeyiz. Okumayınca kanmak kolay, kanınca her şey çapsız oluyor. Aklını devreden çıkarıyorsun. O cehaletin içinde her şey oluyor, kadına şiddet de eğitimsizlik de. En büyük belamız cehalet. Yıllardır kitap pahalı, tiyatro bileti pahalı mazereti üretildi, bakıyorsunuz ceplerde binlerce liralık telefonlar. Demek ki insan ne isterse onu elde edebiliyor. İnsanların bu cehaletten kurtulmaya gönlü yok ne yazık ki. Böylece de bir cehennem oluyor hepimiz için. Pınar Çocuk Tiyatrosu ile 23 yaşında Türkiye’yi karış karış gezmiş bir oyuncuyum. Muazzam bir ülke, cehaletin esiri olmuş çok üzülüyorum. İnşallah yolun sonu aydınlığa çıkar.”