11 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 OCAK 2020 5 Fotoğraf: Vedat Arık Okan Bayülgen ile tiyatro ve dünya meselelerine dair Meydan okudum hayata u Mozart’ı oynama teklifine evet dedikten sonra ilk ne geçirdiniz aklınızdan? Hissettiğim şey şuydu; bana bir görev verildi büyük bir lütufla gelindi... Ben aşkta da işte de buna inanırım. Birisi seni sevmiş, sakın canını çıkarma, sakın onu üzme. Birisi seni bir şeye değer görmüş... Bir kadın bana aşkla geldiğinde, başkaları sevmezken o sevmiş diye düşünürüm. “Türk dizilerinde gördüğüm şey, dizi başlıyor ya bir dakika içerisinde herkes birbirine deli gibi âşık oluyor ya bir dakika içerisinde herkes birbirini öldürüyor.” u Ya baba olmak? Her baba gibi... Onlar ne hissediyorsa ben de aynı şeyi hissediyorum. Ko rumacı bir babayım. Gizli de takip ederim açık da takip ederim. 10 senelik performansım fena değil, bakalım bundan sonra ne olacak? O kan Bayülgen, Amadeus ve Harem Kabare oyunlarıyla tiyatro sahnesinde. TV100’de yayımlanan programları Muhabbet Kralı ve Uykusuzlar Kulübü’yle izleyicileriyle buluşuyor. Oyun yazıyor, yönetiyor, seslendirme yapıyor, fotoğraf çekiyor. “Hobi olarak yaptığım hiçbir işim yok benim. Hepsinde yarıştayım” diyor. Bayülgen’le Mecidiyeköy’deki mekânı Dada Salon’da buluştuk. u Nasılsınız? Yoğunsunuz elbette... Allah razı olsun, evet yoğunuz, herkes yoğun... Herkesi çok çalışırken görüyorum, gösteri ve medya dünyasında. Bilgisayar oyunları gibi herkes, bir şeylere vuruyor, puan alıyor onlardan. Öyle oldu. Para endeksli olarak böyle. Benim gibi yaşlı başlı adamlar, bir yandan ekonomiyi idare edeceğiz, bir yandan da istediklerimizi gerçekleştireceğiz. Bu genelde yeni nesille anlaşamadığım bir konu. Paranın bir sonuç olduğu konusunda ikna edici olamıyorum galiba. u Sahneye ilk çıktığınızdan bugüne gelirsek... Hayatımın tiyatro tarafına bakarsam, Harem Kabare ve Amadeus... İkisi de çok iyi gidiyor. Amadeus çok iyi başladı. Kolay değildi. Çünkü dünyanın en yaşlı Mozart’ıyım. Prova sürecinde çok yoğun Harem Kabare turneleri yaptık. Memleketimizin mutfağı çok güzel. Sofradan kalkmak da büyük ayıp olduğundan, her oyundan sonra altı yedi saat süren sofralarda birçok ilimizi yiyip bitirdim. Dolayısıyla ben hem yaşlı hem kilolu bir Mozart’ım. Ama hızla kilo veriyorum. u Harem Kabare’yi sorayım önce... Perişan, kadınların maskarası olmuş ama o kadınlar hayatlarında aradıklarını bulamadıkları için mecburen yaşamlarında yanlarına katıp götürdükleri refakat, ettikleri bir zavallı adamı oynuyorum. Kadınlar, ortak acılarda, duygularda birleşiyorlar. Baştaki karikatürler gerçek kadınlara dönüşüyorlar. Amaç tabii eğlendirmek, çok eğlendirmek... AKILLAR PANTOLON CEBINDE u Kadınlar genelde oyunda anlattığınız gibi. Terk edilseler de sevmekten kolay vazgeçmezler, erkekler öyle değil. Salaktırlar erkekler. Duygu mesafeleri, derinlikleri çok azdır, sığdır. Erkeklerde dayatılmış bir hazır yaşam bilinci, hiçbir zaman gerçekten kendini tanımama ya da yaşamın tadına ulaşamama, kavrayamama hali söz konusu. Aptal bir hayvanat belgeselinde ilmine varacağımız konular bunlar. u Bu durumun derdini yine kadınlar çekiyor... Anladıkları için ve bir şey yapamadıkları için... Çünkü partnerleri onlar kadar zeki değil. Ve düşün ki bu geri zekâlılar sürekli partnerlerini yeteri kadar zeki olmamakla suçluyor. O da ayrı bir iç acıtan durumdur. u Aşkla ilgili ‘gelir mahveder’ demişsiniz... “Niye bu batışı ve kederi ister ki insan” diye bir şey söylemiş olabilirim. Neden ister çünkü hayat tatsız tuzsuz bir şeydir. Önüne doğru hedefler koyup yürümedikçe, her canı sıkılan adam bir aşk hikâyesiyle kurtulabileceğini ve her şeyin düzelebileceğini düşünür. Halbuki tam tersinedir. Hayatta ne kadar kendini boş, işe yaramaz, anlamsız, tatsız tutarsan ilişkilerinde de felaket senaryolarına hazır olmalısın. u Geçenlerde, ‘akıllı telefonları çocuklardan alın’ dediniz, çok yankı buldu sözleriniz. Onlardan çok korkuyorum. Gösteri dünyasında olan bir adam ola rak sürekli gençleşen, gençlerle ilişki kurmak zorunda olan, kapıdan giren her genci bağrına basmak zorunda olan bir adamım. Fakat her geçen gün biraz daha hayal kırıklığına uğruyorum. Bu çocuklar bırak işini yapmayı bir çay bardağı taşımaktan, yolda düz yürümekten âciz. Akılları, pantolon ceplerine kaydırıverdikleri kocaman kocaman akıllı şeylerde. Gösteri dünyası uçak kaldırmak indirmek gibidir. Sürekli aklım bunlarda. Şimdi acaba nerde neyi birbirine karıştıracaklar diye. Çok zor. Azar işitiyorlar. u Sahi mi? Kimsenin elinden telefonunu alacak halim yok, diyorum ki evladım şunu koyun ceketinize, paltonuza. Orada dursun. Derdi de sevgilinin araması değil. Derdi Instagramıma yeni bir like gelmiş mi? Ne yapacağım, kızmaktan başka... u Bırakıversinler canım çalışırken kenara... Radyoda operasyonumu yapan çocuğun telefonunu küçük bir pencereden attım, çok da kilolu, telefonun peşinden atladı, geçemediği için sıkıştı kaldı. Delirmiş durumda herkes. Telefonu bir an yanında olmazsa kalp krizi geçirecek, büyük bir yoksunluk krizine giriyor... u Eski hocalar vardır ya ‘eti senin kemiği benim der’ bırakırlar çocukları. O hal gelmiş size de... Her zaman vardı o disiplin ama hocalık demeyelim. Çalışma arkadaşlığı diyelim. Ben unvan sevmiyorum. Amadeus oyunundan Özlem Öçalmaz u Birlikte çalışması hem zor hem kolay birisiniz, böyle anladım ben. Sert oluyorum da ne oluyor o da ayrı mesele. Millet bana gülüyor, ben bağırıp çağırınca çok eğleniyorlar. u Böyle giderse gelecekte nasıl oluruz? Kanlı Kabare diye bir oyun yazıyorum. Gelecekte, ortak bir uygulamayla bütün görsel haberleşmenin bilinçli olarak yok edildiği, gömüldüğü bir dünyadan söz ediyorum. Bir WhatsApp mesajı yüzünden “Nine Eleven”vari çok büyük kazalar oluyor. Bütün dünyada eğitimde, işitsel iletişime ve okuma meşgalesine dönülüyor. Instagram’dan fotoğraf göndermek yerine, herkes birbirine sesle ya da yazıyla her şeyi tarif ediyor. Böyle böyle IQ’yu yükseltmeye çalışıyorlar. Edebiyatta Tolstoy, Dostoyevski, Balzac... Çok uzun cümlelerle konuşuyor herkes... u İlginçmiş, sizin bir özleminizden mi çıktı hikâye? Hayır, ben vizyonerim. Medyada yıllardır ne söylediysem hepsini yaşadık. İnsanların izleme alışkanlıklarının nereye doğru evrileceğini görüyorum. u Bu kafayla gidilmez diyorsunuz. Böyle giderse çarpışan arabalar, çarpışan insanlar, sürekli yol kazaları, ev kazaları... Ebeveynlerinin kucaklarından kafa üstü düşen bebekler, dünya kadar şey. Programlarımızda da anlattık. 2020’lerde gelmiş geçmiş en az kültürlü, en az yaratıcı, IQ’su en düşük nesiller yetiştiriyoruz. Bütün dünya ölçe ğinde çok büyük bir problem bu. u İstanbul’u seviyor musunuz? Kızımın ismi, annesi koydu ama. Ben İstanbul’dan başka yer de yaşayamam. Bir ay sonra bir manyağa dönüşüyorum başka bir ülkede kalırsam. Hayatı hem kendime hem başkalarına çekilmez hale getiriyorum. Memleketimi seve seve, hem ağlaya zırlaya kendi memleketimde öleceğim, gideceğim. u Bu topraklarda yaşamanın bedeli var diyorsunuz.. Tabii tereyağından kıl çeker gibi bir kariyerin olamıyor. Başına benim başıma gelen gibi bir şeyler geliyor. Bir ödül töreninde şaka bile yapmadım. Saçma sapan bir şey için kuliste o kadar sinirimi bozdular, üzdüler ki beni... Cumhurbaşkanı’na şikâyet ettiler, Cumhurbaşkanı da ismimi ağzına alınca iki, iki buçuk sene vallahi çalışmadan durdum. Ne yaptım, hemen yatırım kendi memleketime. Vergisi ödenmiş, yurtdışındaki paramı getirerek tiyatrolar yaptım. YETERI KADAR MUHALEFET EDIYORUM u Meydan okudunuz.. Meydan okudum, hayata, kimseye değil. Ne kimseye eyvallahım var ne kimseye kırgınlığım var. Hayat kırgınlıkla kızgınlıkla devam etmez, dolayısıyla yürüyeceksin. Bizim hayattaki derdimiz üretmek ve iyi üretimin insanlarda karşılığı olduğunda onun müthiş doyumunu yaşamak. Ben bunun için yaşıyorum. Bir de tabii itibarımız için yaşıyoruz. u Şu sıralar sizi en çok bunaltan şey ne ülkede? Çok yakınen izlemeye çalışıyorum. YouTube’da politik ne varsa yalayıp yutuyorum. Okuyabildiğim kadar köşe yazarı okuyorum. Dünyayı, iktisadı, sosyolojiyi bileceksin, siyasetten anlayacaksın. Bunlardan soyutlanmaya çalışmak “sadece kendi sanatımı yaparım, çıkarım bir Mozart oynarım görürsünüz ha” falan olmaz. Bu konuda gençleri de sorguluyorum. Öyle “Gezi’de bir iki dolandım, sonra küstüm geri çekildim’ olmaz, bu gence yakışmaz. “Deprem olunca tweet atabiliyorum ancak” böyle bir şey olmaz. u Gençlere bakınca ne görüyorsunuz? Çocuk daha yirmi yaşında, vegan olmuş. Başka? Meditasyon yapıyor. Başka? Doğaya açılmak istiyor, çocuk istemiyor. Hay ben senin kafana. Sen neyin meditasyonunu yapıyorsun. İçine bakacakmış. Senin daha içinde boktan başka bir şey yok, zavallı ergen. Daha yirmi yaşında, bakıyorum kişisel gelişim okuyor. Bırak onlar yaşlı ve kilolu kadınlar için. u Kaçış belki de... Bugünün Türkiyesi’nde iktidar yanlısı bir sanatçıysan, ilişkilerin varsa ferah feza bir hayatın var demek ki, iktidara karşı bir sanatçıysan bunu deklare ediyorsan, yazıyorsan çiziyorsan demek ki başka bir hayatın var. Bir sanatçının da işi, işimiz tweet atmak değil. “Tweet attım başıma bunlar geldi...” Haklısın, başına bunların gelmemesi gerekiyor. Ben de “sus” demiyorum ama senin işin; işin, neyse o iş. Asıl orda üreteceksin. u Size de böyle eleştiriler geliyor, sosyal medyada tepki vermediğinize dair. Yüksek sesle muhalefet etmenizi mi bekliyorlar? Ben zaten muhalefet ediyorum yeteri kadar. Benim işlerimi, oyunlarımı görüyor musun? Bir adamın işi olur, ondan sonra sosyal durumu olur. Bizim çocuklarda iş yok güç yok, sosyal durumları var. Twitter, Instagram takipçilerine karşı kendilerini borçlu hissediyorlar. Yarın o uygulama gözden düşer, sen bir anda vine fenomeni gibi ortada kalırsın dilenci olarak. “İtibar suikastı artık bir gaddarlık, çocukların okullarında, iş hayatında, Twitter’da hatta Instagram’da... Facebook mezarlığında bile itibar suikastı yapılıyor.” HILAL KÖSE “Sosyal iletişimin işe yaradığına eminim ama bunu da Godard’ın 21. yüzyılı çok güzel tanımlayan sözüyle ifade edeyim ‘iletişimin her türlüsü var kendisi yok.’” CTucaommmha.utmrr’iıdyeet “Benim 55 yaşından sonra bir kariyere falan ihtiyacım yok. Dolayısıyla hem medya hem gösteri dünyasındaki işlerde tek kaygım rezil olmamak oluyor.” HAREM KABARE Bayülgen’in yazıp yönettiği müzikli oyunda, Özge Borak, Ezgi Çelik, Beste Tok ve Ödül Turan oynuyor. Bayülgen dört evlilik yapmış Fu rolünde. Dört eski eş, Fu beşinci kez evlenmeye kalkışanınca birlikte hareket etmeye başlıyor. Çoğumuza tanıdık gelecek kadınların hikâyesi, dillere pelesenk olmuş aşk şarkılarıyla birlikte anlatılıyor. Güldüren, zaman zaman da içimizi kıyan bir hikâye. AMADEUS “Işıl (Kasapoğlu) Hoca’yla çalışırken bana hep şunu söyledi. ‘Senin hâkim bir ses tonun var. O güzel ses tonunu duymak istemiyorum...’‘Hocam bu ses?’‘Hocam bu ses?’Her gün hocaya bunu soruyorum. Ne yapacağız? Herkes Okan’a o kadar aşina ki seslendirmelerden. Her türlü hayvanatı, her tok sesi, ıcır vıcır sesi çıkardım. En büyük korkum Okan’ın sesini duymalarıydı.” MOZART... “Ne varsa seyrettim, okudum, yedim. YouTube dehlizlerinde her şeyi bulabiliyoruz... Benim Mozart’ım derin bir adam. Benim için en anlaşılmaz olan bu kadar kısa sürede üretilmiş 600 küsür eserdir. Ve tabii ki final üretimi, hepsini kendisi yazamamıştır, ölüm döşeğindeyken devam ediyor, sonra tamamlanıyor. Requiem, sizi bir yere gömer ve bir daha oradan çıkamazsınız.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle