Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 29 EYLÜL 2019 Büyük efor ve mücadele gücü gerektiren pentatlonda rekortmen İlke’nin hayatı roman gibi K imi, hayata dikensiz gül bahçesinden girer, kimi de yaşam döngüsüne dar kapıdan çıkmak zorundadır. Dişiyle, tırnağıyla mücadele eder bazıları, bir tek dala tutunabilmek, kayıp gitmemek için öyle bir efor sarfeder ki, ortalama bir insanın birkaç aya sığdıracağı zaman kesiti onun için bir enstantanedir.. İşte İlke Özyüksel’inki de öyle bir hayat hikâyesi... Her anı, kanla, alınteriyle, mücadeleyle, gözyaşı ile bezeli bir öykü; ama kitap sayfalarındaki gibi hayali değil, gerçek, yaşanmış; “Bu kadarı da olmaz ama” dedirtecek cinsten. İlke 22 yaşında genç bir sporcu. Türk insanının adını bile söylemekte zorlandığı pentatlon denen spor kombinesinin belki de bizim coğrafyadaki “tek” ismi. Ve İlke, daha minicik bir bebekken, anne karnından dünyaya yeni merhaba demişken başlamış hayatla mücadele etmeye. 15 günlükken morarmaya başlayan yüzü sonrasında konan yanlış kanser teşhisinden yaşama tutunma içgüdüsü ile kurtulmuş. Eğer hastanedeyken, avazı çıktığı kadar ağlamasa, eğer ABD’den konferans için gelen bir Türk doktor, tıp literatüründe pek de bilinmeyen “Hemanjiom” (damar çoğalması/damar beni) tanısını koyup lazer tedavisine başlamasa, Türkiye İlke ile belki de hiç tanışamayacakmış... hayatını değiştiren o soru Bebek İlke hastalığı yenmiş yenmesine ama, “hayata dar kapıdan çıkan” bir karakter dedik ya, hep zorlukla mücadele etmiş ilerleyen yıllarda bu genç insan. Damar hastalığının yüzünde yarattığı cilt bozulması handikabı olmuş. İçine kapanmış çocukken. Görme engelli annesi Gülcan Özyüksel’le bütünleşen hayatı günün birinde onu şans eseri yüzme havuzuna, oradan da yüzme takımına taşımış. Ankara’nın kenar mahallesi Telsizler’de okul, yüzme antrenmanı, ev derken sporcu adayı arayan pentatlon federasyonunun, “Yüzücü kızlarımız arasında koşmayı seven var mı” sorusu İlke’nin haya tını değiştirivermiş. “Ben..” diyip annesinin, kendisine 34 numara büyük gelen 38 numara ayakkabısını giymiş, kot pantolonun paçalarını sıyırıp koşmuş; derecesi cazip gelince daha 78’li yaşlarda kendini pentatlonun başlangıç branşlarında buluvermiş. Hele 9 yaşında milli takıma çağrılışı ve sonrasında kürsüye çıkışı, Telsizli İlke Yüksel’i,”Pentatloncu İlke”ye çevirmiş. İş ciddileşince, annesiyle, emekçi babası Hakkı Bey’in de üzerlerindeki “maddi yük” hafiflemiş. Çünkü, Spor Genel Müdürlüğü, gelecek gördüğü bu cılız, ufak tefek kız çocuğuna sahip çıkmış. Hatta öyle ki, kendi kızını ön plana çıkarma adına şampiyon adayı sporcunun yolunu kesmeye çalışan dönemin Federasyon Başkanı bile görevden alınmış, İlke “yükselsin” diye Spor Genel Müdürlüğü. 6 antrenörü var şimdi Elbette dünya rekorunu kırıp şu günlerde de 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda 32 kişilik müsabık listesine girmeyi bekleyen İlke’nin yaşantısındaki engeller, hastalık, maddi sıkıtılar, spordaki ayak kaydırma oyunları ile sınırlı değil. “Hayata gerçekten dar kapıdan çıkmış” 1997’den beri. Attan düşmeler ve diz sakatlıkları yaşamış. “Eyvah..” demiş: “Ya koşamazsam..” Ama en iyi doktorların operasyonları, rehabilitasyonlar ve eskisinden sağlam dönüş onu iyice hırslandırmış. Şimdilerde 5 branşta (koşu, yüzme, binicilik, atıcılık, eskrim) 6 antrenörü, 4 de yaşam koçu var. Federasyon Başkanı Ozan Çakır, işi gücü bırakmış, bu kız evladın Tokyo Olimpiyat Oyunları’na “kazasız belasız” gitmesi için uğraşıyor. Keza Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan ile Spor Bakanı Muharrem Kasapoğlu’nun da “olmazsa olmazı” İlke. spor olmazsa boşluğa düşerim İlke şu sıralar neredeyse tüm günü sporla geçiriyor. 24 saatini nasıl değerlendiriyor diye soruyoruz. Gülümsüyor ve “Çalışarak, bırakmadan, vazgeçmeden koşmak, yüzmek, ata binmek..” diyor. Mesela güne yüzme ile başlıyor, mutlaka koşuyor, atış talimi ve eskrime çok vakit ayırıyor, sonra binicilik. 2016 Rio’da yaşadığı talihsizliğin tekrarlanmaması adına da belirli periyotlarla at değiştiriyor. At dediysek, yarış atı değil, konkurpik talimli atlarla geçiyor günü. En iyi olduğu dalı sorduğumuzda ise “Aslında hepsinde iyiyim derece olarak, ama.” diyor. Aması, “eskrim.” Peki günde 1012 saat sıkmıyor mu İlke’yi? “Spor yaptıkça daha zeki oluyor insan sanki. Kendimi zinde ve hazır hissediyorum. Sporu hayatımdan çekip alırsanız boşluğa düşerim. Pazarlarımı kondisyon antrenörümün uyarısı ile dinlenerek geçirsem de eskrim ve binicilik müsabakalarını izliyorum TV’de. Yani 7 gün spor, ama 6’sı çok yoğun..” Biraz da uluslararası başarılarını soruyoruz genç pentatlete: “İlk dünya şampiyonluğumu 9 yaşındayken kazandım. 11 yaşında bir daha dünya şampiyonu oldum. Sonra sırasıyla gitti, seviye dünya ve Avrupa şampiyonlukları. Büyüklerde üst üste geçen sene ve bu sene Avrupa üçüncülüğü. Beş de dünya rekoru kırdım.” ARİF KIZILYALIN Damar hastası doğdu, ölümden döndü, sporla hayata tutundu, diz bağları koptu, ama o şimdi dünya rekortmeni. 1997 yılının şubat ayında Ankara’da dünyaya geldi. 9 yaşındayken aktif spor hayatına başlayan İlke Özyüksel, Altınordu kulübü sporcusu olarak kariyerini sürdürüyor. Ülkemiz adına olimpiyat mücadelesi veren ilk Türk modern pentatlet olan İlke Özyüksel, kariyeri boyunca birçok başarı kazandı. İlke Özyüksel, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Sporcu Komisyonu üyesi. Kimdir? Peki ya sonrası? İ lke Özyüksel, Mustafa V. Koç Spor Ödülü’nün ufkunu iyice açtığını söylüyor. Ve olmazsa olmazı olimpiyat şampiyonlukları. Şimdiki hedefi Tokyo. “Rio’daki binicilik sıkıntısını bu yıl yaşamayacağım çünkü planlı bir çalışmamız var” diyor. Plan derken? Örneğin, olimpiyata istediğiniz atı götüremiyorsunuz. Orada size kura ve seçme hakkı tanıyorlar. O yüzden İlke ve Modern Pentatlon Federasyonu, şimdiden Tokyo’da yarışacak atları takibe almış. Ve at yadırgamanın önüne geçmek için de her boyda safkanla idman stili geliştirmişler. 22 yaşında ve şu an dünya rekorları ile neredeyse oyun oynayan Özge Özküysel’in en az 34 olimpiyatta yarışması söz konusu. Başarıları u 2019 UIPM Dünya Kupası, Szekesfehervar/Macaristan Gümüş Madalya u 2018 Avrupa Gençler Şampiyonası, El Prat De Llobregat/ İspanya – Altın Madalya u 2018 UIPM Dünya Kupası, Cairo/ Mısır – Bronz Madalya u 2017 Avrupa Şampiyonası, Minsk/ Belarus – Bronz Madalya u 2017 Avrupa Gençler Şampiyonası, Barselona/İspanya – Bronz Madalya u 2017 UIPM Dünya Kupası, Drzonkow/Polonya – Bronz Madalya u 2017 UIPM Dünya Kupası, Cairo/ Mısır – Gümüş Madalya u 2016 Avrupa Şampiyonası, Sofya/ Bulgaristan – Bronz Madalya u 2016 Avrupa Gençler Şampiyonası, Drzonkow/Polonya – Gümüş Madalya u 2012 Avrupa Yıldızlar B Şampiyonası, Varşova/Polonya – Gümüş Madalya Şaheseri Don Kişot’tan bir kuruş kazanamadı. Yoksul doğdu, yoksul yaşadı, yoksul öldü Cervantes: Az bilinen en ünlü Bu kadar iyi tanınmasına rağmen hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz başka biri daha var mıdır acaba? Tam ismiyle, Miguel de Cervantes Saavedra, Don Kişot ile çağları aşan bir ün kazandı ama hâlâ tam olarak kimdir, nedir biliyor değiliz. Mezarının yeri bile bir sır. Örneğin nasıl bir yüze sahip olduğuna ilişkin kendi ifadesinden başka bir bilgi yok elimizde. Bir romanının önsözünde kendisinden “gaga burunlu, kahverengi saçlı, pürüssüz alınlı biri” diye söz eder. Cervantes’in yapılmış olan tüm portreleri, yazarın 60 yaşındayken yazdığı bu tanımlamaya dayandırılmıştır. Bunlar içinde şu bizim de bildiğimiz en ünlü Cervantes tablosu Juan de Jáuregui’ye aittir. Bu rastlantı değil çünkü büyük yazar, portresinin Jáuregui tarafından yapılmasını yazmıştır söz konusu önsözde. Meraklılarının İspanya Kraliyet Akademisi’nde görebilecekleri bu tablonun da orijinal olmadığını söyleyenler vardır. Yani o tablodaki Cervantes de Cervantes değil belki. Büyük bir aileye mensup olduğunu biliyoruz. Yedi çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası cerrah Rodrigo Cervantes, annesi ise o dönemler çok az rastlanan okurya zar kadınlardan olan Leonor de Cortinas’dı. Çok ekonomik zorluk çekmiş bir aileydi Cervantesler. Babasını bir keresinde ödeyemediği borçları yüzünden hapse de attılar. Lepanto’nun tek kollusu Başka ne biliyoruz? Türklere karşı İnebahtı’da (Batılılar Lepanto der, malum) savaştığından haberdarız bir de. Hatta lakabı da kolunu İnebahtı’da kaybettiği için “Lepanto’nun tek kollusu”dur. Bu savaşta öyle sıradan bir asker olarak yer almadı, önemli görevler de üstlenmiştir denir. Ayrıca katıldığı tek savaşa da İnebahtı Savaşı değildir, 1572’den 1575’e kadar gerçekleşen tüm savaşlarda bulundu. Türkler tarafından esir tutuldu iddiası vardır ama Cezayir’de esir düştükleri korsan gemisinin kaptanının adının (El Cojo lakaplı) Dali Mami olduğunu yazıyor kimi kaynaklar. Belki Osmanlı adına çalışıyordu Dali Mami ama bu Türklerin elinde esir tutulduğu anlamına mı gelir, emin değilim doğrusu. Fidye karşılığı serbest bırakılacaktı ancak ne kendisinin ne de ailesinin istenen parayı hemen ödeyecek gücü olmadığından beş yıl sürdü esareti. Don Kişot hapishanede doğdu Yoksulluk, savaştan bir kolunu kaybederek dönmek, beş yıl boyunca esir tutulmak yetmemiş gibi, Cervantes’i kendi ülkesinde de iki kez, (ikincisinde elli yaşındayken) hapse attılar. Tatsız bir suçlama vardır hakkında. O zamanlar, gerçi bugün de öyledir Miguel de Cervantes Saavedra ama, hiç sevilmeyen bir meslek olan vergi tahsildarlığı işinde çalışırken kamu parasını harcamakla suçlayıp atmışlardı hapse. Katolik kilisesinden de kovulmasının nedeni bu vergi tahsildarlığı işidir. Savaş vergisi alınmasına karşı çıkıyordu kilise. Tuhaf, çoğu zaman tam tersini yapmıştır kilise oysa. İkinci hapisliği daha uzun sürmüştür Cervantes’in. Belki de iyi tarafı yazmaya zaman ayırması olmuştur kim bilir? Don Kişot’u yazma fikrinin bu hapisliği sırasında aklına geldiği söyleniyor. Bu büyük dâhinin yazdıkları başta Shakespeare olmak üzere döneminin önemli yazarlarını da etkiledi. Shakespeare büyük hayranı olduğu Cervantes’in Don Kişot’undaki Cardenio karakterine dayanarak “Cadenio’nun Hayatı” adlı bir eser de yazdı. Shakespeare de, Cervantes da bir gün arayla aynı yıl öldüler. Cervantes 22 Nisan 1616, Shakespeare de 23 Nisan 1616’da. Kekemelikten de çok çekti O dönem için hayli uzun sayılayacak bir ömrü oldu. Öldüğünde 68 yaşındaydı. Şeker hastalığından öldüğü sanılıyor. Naaşı Convent of the Barefoot Trinitarians Manastırı’na gömülmek istendi ancak daha sonra tabutu kayboldu. Son derece tuhaf. Uzun zaman nerede gömülü olduğu bilinemedi. Ta ki 2015’e kadar. Uzmanlardan oluşan bir ekip eşinin de aralarında bulunduğu 16 kişinin kemiklerinin arasında Cervantes’e ait olan kemikler de buldular. Ancak 400 yıllık gizem yine de sonuçlanmış sayılmaz çünkü bu bulgu henüz doğrulanmış değil. Tüm bu bilgilerin yeterli olduğu düşünülmesin, gerçekten hakkında çok ama çok az bilgiye sahip olunan biri Cervantes. Yoksul olduğu biliniyor tabii. Büyük eseri Don Kişot’tan bir kuruş para kazanamayan büyük yazar yaşadığı gibi yoksulluk içinde öldü. 22 Nisan’da ölmüştür ancak 23 Nisan’da gömüldüğü sanılıyor. O gün bugündür her yılın 23 Nisan’ı “Dünya Kitap Günü” olarak kutlanır. Sadece parasızlıktan değil, yaşamının büyük bölümünde kekemelikten de çok çekmiş olan Cervantes’in bugün doğum günü. Hâlâ bizimle.