Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 22 EYLÜL 2019 Bağbozumu şenlikleri zamanı... Üzüm suyu hep sevildi Bağ köşklerinde 30 çeşit üzüm R esmi olarak içki fabrikalarının kuruluşu ise ll. Abdülhamit devrine rastlar.. Halk o kadar benimsemiştir ki, o yıllarda 6 farklı verginin birleşimi olan rüsumu: sitte’nin en büyük kalemi içkiden alınmaya başlanır. 1930’lu yılların İstanbulu’nu kaleme alan Osman Cemal Kaygılı ise, şehrin bağlarını öve öve bitiremez. Günümüzde otobanlar ve iş merkezleri ile yoğun bir kalabalığın yaşandığı Topkapı/Maltepe deki Nümune Bağları’ndan övgüyle söz etmektedir... Temiz havasından, Adalar manzarasına karşı kurulmuş bağ köşklerinden bahsederken, burada 30 çeşit üzüm yetiştirildiğini yazmaktadır. Bağlar aynı zamanda, İstanbul halkının sayfiye yeri olarak da akın ettiği bir yerdir. İnsanlık tarihi kadar eski olan bağbozumu şenlikleri, Anadolu kültürünün yadsınamaz bir parçası... LALEHAN UTKAN Eylül ayının gelişiyle birlikte, havanın da yavaş yavaş serinlemeye başladığı sonbahar günlerini yaşıyoruz. Ilık sonbahar günlerinin habercisi olan bağbozumu da tam hız devam ediyor. Üzüm ve şarap ikilisinin tarihi, en az insanlık geçmişi kadar eskiye dayanır. Her ne kadar Tanrıların değil de, maya bakterilerinin hediyesi olsa da, hep bir kutsallık atfedilmiştir şaraba... Adına söylenen efsanelerin tarihçesi büyük tufana kadar gider. Efsaneye göre, tufan biter ve Hz. Nuh, Ararat Dağı’nın (Ağrı Dağı) tepesinde yaşamaya başlar hayvanlarıyla.. Günün birinde keçisinin sabah gittiğini, akşam ise neşe içinde zıplayarak geri geldiğini farkeder. Ertesi sabah takip ettiğinde, keçinin bir bitkinin hafif bozulmuş meyvelerini yediğini görür. Fermente olmuş meyveyi sıkarak hafif alkollü bir şarap elde eder.. Durumdan haberdar olan şeytan o kadar kızar ki, alevli nefesiyle tüm bağları yakar. Çok üzülen Nuh, çaresiz şeytanla pazarlığa oturur.. Sürüden 7 hayvan seçilecek ve bağlar onların kanıyla sulanacaktır.. Aslan, kaplan, ayı, köpek, horoz, tilki ve sak sağan seçilerek kurban edilir, bağlar sulanır... Ne var ki, onların karakteri şaraba da geçmiştir.. Derler ki, o günden beri şarabı çok içenler, aslan gibi cesur, kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi güçlü, köpek gibi kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olurlar.. DIONYSOS’TAN ESKİ Tarihöncesi çağlarda kutsiyet atfedilen şarap, Tanrıların içeceği olarak kabul edilmiş, tapınaklardaki ayinlerde yer bulmuştur. Eylül ayında başlayan bağbozumu, şarap tanrısı Dionysos ile özdeşleşmiş, ona adanan tapınaklarda şenlikler düzenlenmiştir. Kıymetli olmasından sebep, hemen hemen tüm kültürler bu içkiyi sahiplenme yarışına girmişlerdir. Gürcistan’da, 3 bin farklı çeşit üzüm yetiştirildiği ve “vino” kelimesinin de ilk olarak burada telaffuz edildiği iddia edilir... Oysa Anadolu topraklarında şarabın tarihi, Dionysos’tan bile daha eskidir.. Hitit kil tabletlerindeki şarap terminolojisi oldukça dikkat çekicidir. Roma Dönemi’nde günlük hayatın parçası olan şarap kültürü Bizans’a geçmiş, Osmanlı ise Bizans’ın mirasını devam ettirmiştir. XVII. yy’da Evliya Çelebi, Galata’da 200 meyhanenin varlığından bahseder. Galata’yı ise Kumkapı, Samatya ve Üsküdar meyhaneleri izler... Bunlar, geçmişte Bizanslıların Fouskaria dedikleri ve sirkemsi tadı olan düşük kalitedeki şarapların satıldığı meyhanelerdir... Çelebimizin bahsettiği en ilginç meyhaneler ise seyyar olanlardır ki, sayıları 600’ü bulur. İstanbul sokaklarında içi cepli bir çeşit kaftanla gezen, halkın omuzundaki peçeteden tanıdığı ve müşterisine tek içimlik şarap sunan Arnavut ve Ermeni asıllı vatandaşlardır.. SEVİNDİRİCİ OLAN... Günümüzde Topkapı’nın bağlarını, Galata’nın fouskarialarını masal tadında okurken, insanlık tarihi kadar eski olan bağbozumu şenlikleri için Anadolu’nun farklı bölgelerinde alıyoruz soluğu... Sevindirici olan şey ise, Anadolu kültürünün yadsınamaz bir parçası olan bağcılık geleneğinin, yeterli ölçüde olmasa da devam ediyor oluşu... Maymunla akraba olmak 1 Charles Darwin ilk gençliğini aylak biçimde, av meraklısı biri olarak geçirirken, babası tarafından bir süre endişeyle izlenmiş. Çevresince sevilen ve iyi bir hekim olan baba Darwin oğlunun da mesleğini paylaşmasını ummaktadır. Lakin Charles hekim olabilecek merakı, direnci taşımaz. Eğitim gereği girdiği bir ameliyat sırasında kararını verir, asla hekimliğe uygun biri değildir. Her genç gibi mi demek gerekir, emin değilim, biraz kaderin cilvesi, çokça talihle yolunu seçer. Tüm bunları ömrünün son döneminde kaleme aldığı, yayımlamaktan ziyade, çocukları, torunları için bir anı olsun istediği “otobiyogrofi”sinden okuyoruz. 2 Charles Darwin hekimlikten vazgeçtiği sırada, düştüğü boşluğu doldurmak için din adamı olmayı gözüne kestirir. İlerleyen yıllarda böyle bir olasılığı aklından geçirmiş olmasından dolayı şaşkınlığa düşer. İnatla inançlı biri olmayı ister aslında, ancak doğaya ilgisi, yer bilimi, bitki bilimine merakı her zaman büyüyen bir kuşkuyu içinde taşımak anlamına gelir. Tanrı’nın tartışılmaz varlığı, her yerde gözü kulağı olduğu fikri, buyruklarını sorgusuz kabul etme zorunluluğu Charles’ın kişiliğini zorlar. Öteden beri böceklere meraklı bir toplayıcıdır. Bir kez gözlem yapmaya koyuldu mu insan, artık uçsuz bucaksız bir yolculuğa çıkmış demektir ve orada tepeden gelecek emirlere yer yoktur. 3 K endisinden öğreniyoruz, yaşamı Tazı Yolculuğu ile biçimlenir. Uzun, zorlu, fakat hayli önemli gözlem yapma olanağı sunacak bu yolculuk için kaptan FitzRoy gönüllü bir doğa bilimci aramaktadır. Charles bu bulunmaz fırsatı kaçırmak istemez, lakin hekim baba karşı çıkar. Sözü saygın amca araya girer ve Charles Darwin insanlığı etkileyecek buluşlara zemin yaratacak yolculuğa çıkar. Kaptanın kamarasını birlikte paylaşırlar. Dindar bir adam olan FitzRoy’u da bir yandan izler Charles. Tanrı buyruğuna sorgusuz boyun eğmeyi reddeden herkes ilkin kendiyle, sonra yakın çevresiyle ve nihayetinde tüm dünya ile çatışmaya girer. 4 Aşağıdaki satırlar Charles Darwin’in kaleminden. Şu notu da eklemek gerek, kitap ölümünden sonra yayına girecektir (Otobiyog Charles Darwin rafi), eşi Emma Darwin son satırların sertliğinin metinden çıkarılmasını istemiştir. Eşinin emeklerinin, insanlığa hizmetinin köktendincilerin saldırısıyla gölgelenmesini istemez. Talihliyiz ki özgün metin artık elimizde. (Otobiyografi/Charles Darwin/Pinhan yayınları) “Doğanın değişmeyen kanunları hakkındaki bilgimiz arttıkça mucizeler de bir o kadar da inanılmaz görünmeye başlar. İnsanların o zamanlar cahil ve neredeyse bizim kavrayamayacağımız ölçüde saf olduklarını, İncil’deki mucizelerde bahsedilmekte olayların yaşanır yaşanmaz yazıya geçirilmiş olduklarının kanıtlanamayacağını ve görgü tanıkları arasında birçok önemli detayın birbirlerinden ciddi biçimde ayrıldıklarını düşündüm. Bu gibi şeyler düşününce de ki bunları en ufak bir yenilik ya da değer taşıdıkları için paylaşmıyorum, Hıristiyanlığın ilahi bir vahiy olduğuna inancım giderek azaldı. Birçok asılsız dinin fırtınada çıkan bir yangın misali dünyanın büyük bir kısmına yayılmış olması bana ağır geldi. Yeni Ahit’teki ahlak ne denli güzel olursa olsun, Yeni Ahit kusursuzluğunu kısmen de olsa içerdiği mecaz ve alegorilerin günümüzde yapılan yorumlarına borçludur, bu inkâr edilmez. İnancımdan vazgeçme konusunda pek de istekli değildim. İstekli olmadığıma eminim çünkü sık sık seçkin Romalıların birbirlerine yazdıkları eski mektupların, Pompei’de ya da başa bir yerde bulunan elyazmalarının İncil’de yazan her şeyin doğru olduğunu net bir biçimde kanıtladığına dair gündüz düşleri kuruyordum. Hayal gücümün sınırları geniş de olsa kendimi ikna etmeye yetecek türden bir kanıt icat etmekte zorlanıyordum. Böylece inançsızlık yavaş yavaş çöktü üzerime. Bu öyle yavaş oldu ki herhangi bir endişe duymadım ya da çıkarımımın doğruluğundan bir an olsun şüphe etmedim. Herhangi biri Hıristiyanlığın hakiki olmasını nasıl umut ediyor anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Şayet hakikiyse metin yalın bir dille inanmayan insanların, ki bu babamı, ağabeyimi ve en iyi dostlarımın hemen hepsini kapsayacaktır, ebediyen cezalandırılacağına işaret etmektedir. Ve böylesi bir öğreti lanet edilesi bir öğretidir.” 5 “T ürlerin Kökeni” adlı yapıtını oluşturana dek hayli engebeli yollardan geçer Darwin. Uzun deney ve gözlemleri için defterler doldurur. Sonucunda doğal seleksiyon ve evrim kavramları gelişir, günümüze dek varlığını sürdüren kuramı ortaya koyar. Evrimden Darwin öncesinde de söz edilmiştir, bilginin özelliği bunu ayakları üstüne oturtmasıdır. Yapıtını ortaya koyduğu günden bu yana ve belki bir süre daha din çevrelerinin lanetini üstünde taşımaya devam edecektir. Kimse kolayca maymunla akraba olmayı benimseyemez! Meseleyi maymun üzerinden tartışmak biraz mizahi ya da magazinel sayılabilir. Kolayca bir başka hayvan adı da verilebilirdi türlerin ardışık biçimde ilerlemesine ve doğanın kendi ritmini açıklamaya yönelik. Maymunun beden, tavır olarak insana en yakın varlık olması, bununla beraber insan davranışının karikatürleşmiş hali olarak gözlemlenebilmesi işin ciddiyetini ortadan kaldırmak isteyenler için iyi bir koz kuşkusuz. Darwin’e dek ‘yaratılış’ fikriyle zihinsel konfor süren insanlık ve elbette iktidar/kilise derin yara almıştır. Bu gün halen inatla sürdürülen tartışmanın zemini bu iktidar sorunudur bir yanıyla. 6 Charles Darwin yaşamın, pek çok felsefi yaklaşımda sunulduğu gibi “acı çekmek” üstüne kurulu olmadığını söylüyor. Eğer öyle olsaydı canlılar türle rini sürdürmek direnci göstermezdi, diye ekliyor. Düşünme yetisine sahip olan insanın özel bir konumu olduğu savını kenara koyarak, eğer diğer varlıklar bedensel acıya mahkum kabul edilirse, inatla çoğalmaz, varlıklarını sonlandırırdı, diyor. Hadi insan pek de açıklanamaz bir bilinçle, inadına yaşamak ister, peki diğer canlılar niçin bu azmi göstersin, diye düşünenlere dair tartışmaya açık bir yanıt. Hepimizi gözleyen, gözeten bir Tanrı/baba fikri derinden sarsılıyor bu süreçte. İrkiltici soru ve sözleriyle Darwin sahne alıyor yeniden; “Tanrı inancının duygularla değil de mantıkla ilişkisinin kurulması bana etkileyici geliyor. Uzak geçmişe ve uzak geleceğe bakma yetisi ile insan da dahil olmak üzere, böylesine uçsuz bucaksız bir evrenin kör bir tesadüfün ya da zorunluluğun bir sonucu olduğunu düşünmek insana aşırı zor hatta imkânsız gelebilir. Bu şekilde düşündüğümde ilk ortaya çıkışımıza vesile olanın belli bir oranda insan zihnine benzeyen akıllı bir varlık olduğuna inanmaya mecbur hissediyorum kendimi ve bu nedenle deist sıfatını hak ediyorum. Hatırladığım kadarıyla vardığım bu sonuç Türlerin Kökeni’ni yazarken zihnimde güçlü bir yer edinmişti fakat zamanla yaşadığım bocalamalar nedeniyle giderek zayıfladı. Sonra başka bir şüpheye kapıldım. İnsan zihninin başlangıçta en alt sınıftaki hayvanlara ait bir zihinden yola çıktığını ve zamanla geçirdiği gelişim sonucunda bu hale geldiğine olan inancım tam. Peki bu şekilde gelişmiş olan bir zihnin yaptığı bu muazzam çıkarımlara ne kadar güvenilebilir ki? Bu tür çıkarımlar bize gerekli gibi görünse de büyük ihtimalle salt kalıtsal tecrübeye bağlı olarak kurulan sebep ve sonuç ilişkisinin bir neticesi olamazlar mı? Ya da kendilerine sürekli aşılanan Tanrı inancının çocukların henüz gelişmemiş beyinlerinde çok güçlü ve hatta kalıtsal bir etki bırakıyor olma ihtimalini görmezden mi gelmeliyiz? Tıpkı bir maymunun yılanlara karşı beslediği içgüdüsel korku ve nefretten kurtulmasının zor olduğu gibi, insanların da Tanrı inancından kurtulması zor olabilir.” 7 Eş Emma Darwin’in özellikle son satırların yayımlanmasından nasıl kaygı duyduğunu tahmin etmek güç değil kuşkusuz. Charles Darwin hekimlikten vazgeçtiği sırada, düştüğü boşluğu doldurmak için din adamı olmayı gözüne kestirir. İlerleyen yıllarda böyle bir olasılığı aklından geçirmiş olmasından dolayı şaşkınlığa düşer...