Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 11 AĞUSTOS 2019 San Francisco, İstanbul’a benzeyen yokuşlu yolları ile adeta bir kartpostal gibi Gökkuşağı kenti BETÜL BERİŞE San Francisco’nun en bilinen sembolü, hiç kuşkusuz Golden Gate Köprüsü. 1937 yılında açılan bu zarif köprü, kentte görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Başrollerini Karl Malden ve Michael Douglas’ın paylaştığı “San Francisco Sokakları” dizisiyle hafızamda yer etmiş bir şehir San Francisco. ABD’nin Kaliforniya eyaletinin kuzeyinde. 1848 yılında Altına Hücum döneminde büyüdü, 1906’da 3 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği depremin ve yangınların ardından yok olmanın eşiğine geldi. Bugün önemli bir finans ve kültür merkezi. Adeta küllerinden doğmuş bir kent. Uluslararası bir liman kenti; Büyük Okyanus ve San Francisco Körfezi ile çevrili yarımada üzerinde. Golden Gate Köprüsü, kırmızıya çalan turuncu rengiyle şehre gizemli ve romantik bir hava veriyor. Köprünün sisler içindeki görüntüsü daha da güzel... San Francisco’nun en bilinen sembolü hiç kuşkusuz. 1937 yılında açılan bu zarif köprü, kentte görülmesi gereken yerlerin başında geliyor... Kent, Union Meydanı, filmlere konu Lombard Caddesi olan meşhur Alkatraz hapishanesi, Çin mahallesi, tramvayları, Victorian tarzı evleri, Balıkçılar Rıhtımı, İstanbul’a benzeyen yokuşlu yolları ile adeta bir karpostal gibi. Nob, Russian, Telegraph ve Twin Peaks başta olmak üzere, en azından resmi olarak toplam 43 tepesi var. Bu yüzden “Tepeler şehri” diye de anılıyor. SIĞINAK ŞEHİR San Francisco, Kaliforniya’nın 4. büyük şehri ve “Gökkuşağı kenti” olarak da biliniyor. Eşcinsel hakları hareketiyle ünlü. Özgürlükler ve hoşgörünün kenti... “Hippi” kelimesi ilk olarak 1950’li yıllarda, San Francisco Rönesansı’nı ateşleyen kültürel hareket Beat kuşağını tanımlamak için kullanılmış. San Fransisco aynı zamanda göçmenlere karşı sert tutumuyla tartışma yaratan ABD Başkanı Donald Trump’ın sık sık hedef aldığı “sığınak şehirlerden.” Yasadışı göçmenlere çalışma ve barınma olanağı tanıyarak, statülerini federal yetkililerle paylaşmayan kentler için “Sığınak Şehir” (Sanctuary City) ifadesi kullanılıyor. Trump, daha önce “sığınak şehirleri” cezalandırmak için bu şehirlerde federal bütçede kesintiye gitme yolunu seçmiş ancak bu adımı mahkeme engeline takılmıştı. Kaçak göçmenler buralarda, yakalanma korkusu yaşamıyor, kimlik kartı edinebiliyor, vergi ödüyor, gönüllü faaliyetlere katılarak toplumun parçası olabiliyor. Açıkcası yazın ortasında kavurucu sıcaklar korkusuyla gittiğimiz kentte üşümek aklımızın ucundan geçmemişti. Neyse ki gitmeden önce tavsiyelere uyarak Amerikalıların klima sev gisine karşı yanımıza hırkalar ve şallar almıştık. HEDİYE ALMAK İÇİN... Şehrin panoramik bir görüntüsünü izlemek isterseniz, Telegraph Hill semtinde, kentin ve körfezin manzarasını sunan 64 metrelik Coit Kulesi ideal. Tramvaylar da hem şehri görmek hem de nostalji yaşamak isteyenler için bir başka güzel fırsat. San Francisco’nun en renkli yerlerinden biri olan Balıkçılar Rıhtımı’nda bulunan Pier 39 yani 39 No’lu iskele hediyelik eşya dükkânlarıyla turistlerin uğrak noktalarından biri. Deniz ürünleri sevenler için adeta bir cennet. HER DAİM CEZBEDİCİ Pek çok filme mekân olan, günümüzde müze olarak kullanılan ada hapishane Alkatraz’ı ziyaret etmek mümkün olmadı ama en azından feribot turunda biraz uzaktan da olsa gördük. Asya dışında en büyük Çinli topluluklardan birini içeren Çin mahallesi gitmeden dönülmemesi gereken yerlerden. Tabii hem yemek yemek hem alışveriş için en güzel seçeneklerden İtalyan mahalesini de atlamamak gerekiyor. Dünyanın en ünlü sokaklarından kıvrımlarıyla ün salmış olan Lombard Caddesi de ilgi çeken yerlerden. Meşhur sisi, maviyle yeşilin buluştuğu doğası, canlı kültür sosyal hayatıyla San Francisco her daim cezbedici. Fiziksel olarak dönmüş olsam da kalbim ve ruhum sisler ve renkler şehri San Francisco’da kaldı. Tabii ki en kısa zamanda tekrar görüşmek umuduyla... Amerika kıtasında bir gezgin Amerika ve çok daha fazlasıande Çilek, seyahat yazarı, gezgin iki çocuk annesi. Ailesiyle Kaliforniya’da yaşıyor. Gezip gördüğü yerleri bloğunda paylaşıyor. Şimdiye dek 70 ülkeyi gezdi. Çilek’in son dönem Hlerdeki rotası ise Amerika kıtası. ABD’nin öne çıkan kent leri, Meksika’daki Yucatan Yarımadası, Peru Amazonları, Kolombiya, Küba dahil pek çok keşfini, Hürriyet Kitap’tan çıkan “Amerika Yolcusu Kalmasın” kitabında bir araya getirdi. Kitabın bütün geliri Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’na (KORUNCUK) bağışlanacak. Kitapta, yol hazırlığına dair notları da var. 15 ADIMDA keşif Çilek’in kitabında New York’a dair 15 maddelik öncelikler listesi var. Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosunun yer aldığı MoMA ziyareti ilk sırada. Brooklyn Köprüsü yürüyüşü, Grand Central Terminali’nde insanları seyretmek, Broadway’de bir gösteri izlemek, Central Park’ta sincaplarla piknik yapmak diye devam ediyor. 75 dakikada şehir turu yapılan ve biletleri sadece internetten alınan The Ride’e binme tavsiyesi de veriyor. Kaliforniya’da doğada macera dolu bir hafta sonu için Çilek’in önerisi Joshua Tree Ulusal Parkı. Los Angeles’dan yaklaşık iki saat uzaklıktaki park için “Çöle serpiştirilmiş gibi duran büyük kayalıklar ve haki tonlardaki kaktüsler, başka bir gezegendeymişsiniz hissi veriyor” diyor. Yucatan’a dair notu şöyle: “Hem deniz tatili yapıp hem de Mayalar’ın etkileyici tarihine, geride bıraktıklarına şahit olabilirsiniz.” Kolombiya’nın, Cartagena kentinde. Çilek, “İster romantik bir kaçamak, ister aile tatili planlayın. Tarihi dokusu, tropik meyveleriyle buraya âşık olacaksınız. Herkesin mutlu olacağı garanti” diyor. ‘Gece bekçisi rüyası’nı hangimiz gördü? 1 “A KP döneminde edebiyat nasıl biçimlendi, bu dönem nasıl yazılacak” sorusu haklıdır. 12 Mart’ı önceden haber verir Melih Cevdet “Gizli Emir”de! Ben de “Yazgıcılar” ve “Gece Bekçisinin Rüyası”nı yazdım. Fetullahçı saltanatın dorukta olduğu dönemde bunları yazmak cesaret işiydi. Derler ya; yapmasam olmazdı. Özellikle kapısına sabaha karşı dayanan polise şaşmayan ve karşısındakilere “size çay demleyeyim” diyen bilge İlhan Selçuk çok etkilemişti beni “Yazgıcılar”ı kurgularken. Romanın sonunu okuyunca Ali Sirmen basmış kahkahayı. 2 “G ezi” herkesi etkiledi, beni de elbette. Artan faşist dalga, bir türlü aşılamayan seviyesiz salgın, bunu anlatmak istedim. Eski Türkiye/Yeni Türkiye palavrası da eklenince tartışmaya, bazen susar insan. Kahramanım A. bunu seçti. Yıllardır evinden çıkmayan komşusu Ayla, yakından bakınca kendiyle hiçbir meselesini aşamamış psikiyatrist Yelkenli Us derken, dönemin simgesi Celal! “Gece Bekçisinin Rüyası”nı bir solukta yazdım. Emre Kongar: “Çağdaş, toplumsal, gerçekçi roman” diye tarif etti. Hoşuma gitti doğrusu. 3 B azı dönemlerde kasıtlı olarak kimi yapıtlar görmezden gelinir. Bunun iki nedeni vardır: Ya kişi kendi cesaretsizliğini, güven yoksunluğunu gölgelemek için yapar bu karartmayı ya da bilerek, isteyerek bir tür cemaat ilişkisiyle ortak tavır takınılır. Bağımsız aydın olmak gibi, kimi çevrelere yaslanmadan romancı kalmak da güçtür. Elbette ölçüyü ilkin yazar kendi, sonra okur, peşi sıra eleştirmeci ve nihayetinde zaman koyar. Liberal esaret altındaki düşün/sanat dünyasına savaş açmak yorgunluğu göze almak demektir. Bir tür suç ortaklığı yaşadıklarını yüzlerine vurmak gerekir; hem eylemle, hem yapıtla! Ölçüt yitince, yerini kin alır. 4 Edremit’te imza, söyleşi için bulunuyorduk Onur Behramoğlu ile. “Gece Bekçisinin Rüyası”nı imzalamıştım ona, dönüş yolunda okumuş. Birkaç gün sonra eve geldi, “sana son şiirimi okuyacağım” dedi, cebinden çıkardı ve kendine özgü tınısıyla söyledi: çamurdan yaratılan tohumun budar çiçeklerini tanrı geride çıplak ve dilsiz utanmaya yüz tutan bir bahçe kalır sen o çiçeklerden arsız olanı ne varsa silah, alıyorum yanıma sesleniyorum, dönüp yüzüme çarpıyor sesim yangınlar çıkıyor ara sokaklarda beni aydınlık bir göğün altına koy bu rüzgârlar, bu evler, bu tenimde sürekli kanayan yara ben tam verdiğin saate kuruyorum kendimi uzun cümlelerin sadece son sözcüğü kalıyor aklımda çipil, iri cam gibi gözler, badem misali tanışmak her gün yeniden başlar yiter sonra kimse ömrünü bir aşk için sürmüyor susuyorum küçük dilimi yutarcasına insanlar üstüme basıyor sanki sanki bir kış denizinde boğulmaktayım ölüme telaş etmiyorum yaşlandım yaşlanır herkes sabah bir hakikat mi hülya mı tahayyülü imkânsız bir sevinç mi? Dizeler, imgeler o kadar yakın ve tanıdıktı ki, kaldım sessizce. Güldü Onur: “Bak bun lar romanı yolculukta okurken altını çizdiğim yerler. Alt alta gelince koca şiir oldu. Şimdi söyle bakalım, bu şiiri sen mi yazdın, ben mi?” dedi. Aldığım en ilginç armağandır bu. “kalbim, ağır işçim, sevgilim” kitabında yer alıyor Onur’un. Bir yapıttan, başka birinin türemesi heyecan verici! Şiir Behramoğlu’nundur, payıma düşen romanda kurduğum sesin şair tarafından işitilmesi ve dile gelmesi Onur’udur! 5 L af lafı açıyor, son şiirleri iyiden incelikli Onur’un. Yaşamın kıyısına sıkışınca, düşüp güçlenerek kalktıkça (kim bilir bazen yaşlanmak kimi şaire iyi gelir) imgelemi yalınlaştı, sesi gürleşti. Felsefeye, bilime verdiği önem iyice akıyor bize, gönlünü açması tamam, aklını sakınmadan sunması heyecan verici. Bir yanı varoluşçu gelir bana Onur’un, bunu da severim, serseriliğe kapılmaz, parlak imgelerin sarhoşluğuna yenilmez, bir de dava adamı pozlarından hoşlanmaz; yansımış tamamı kitabına, sevdim doğrusu. (Dediğim çevrelerin Onur’a mesafesini bilmez değilim. Der ya Onur: “biz bize yeteriz”. Eksiğimizle, ikircikli ruh hallerimizle.) 6 U stam “edebiyat mafyası” derdi, postmodern günlerde “cemaatçilik” yaygın, öyle de denebilir. İktidarlara taş atmadan, korunaklı yerinden mızmız dille söylenir eleştirmen. Bana savurmuştu bir tanesi, TRT’de program yapmak için nasıl da uyumlu olduğunu gördüm sonra, “mertçe vuruşmak” cesaret ister elbet. Oysa ne yetenek, ne bilgelik kimsenin kanatları altında yeşermez. İktidar kavgası her yanda, ister ki ondan sorulsun mahalle raconu! Gülüp geçmeli, eleştirmenin intiharıdır beceremeyeceğini bildiği halde roman yazmak nasılsa! Roman seçici kurullarında kendine yakın olanı pazarlayan o gözlüklüyü herkes tanır, bilir, kimse ses etmez. Biz böyleyiz, ar kadan konuşmayı severiz. Nasıl olduğu belirsiz edebiyatın cumhurbaşkanı kontenjanından programcılık eder, sonran mangalda kül bırakmaz! Bir de sadece ölmüş olanları seven arkadaşlarımız var: Yaşayan herkes yeteneksiz, beceriksiz, kötü! 7 G üzel bir yemekti Ankara’da; Onur, Eren Aysan ve ben acaba yeni bir edebi mafya(!) hareketi başlatır mıyız, diye gülüşmüştük. Kadehler Behçet Aysan’a da kalktıydı elbet. Eren’in romanı yolda, ben güz için “dostluk” kitabı yazıyorum. Sınav günlerinden geçiyoruz, benim meşhur yöntemim iş görüyor: “telefon defterin inceldikçe güçlenirsin” yazmıştım… Onur’un şiiriyle bitireyim: eski evimizin bahçesinde dut silkelediğimiz günleri hatırla her şeyi internetten almak mümkün macera dolu tatil, dans dersi, sanal para yine de süt düşleri çıkıyor oğlumuzun yine de ötüyor tarla kuşları roman sayfalarında kaybolmak istiyorum avunmak onca yoksulluk varken sana giden bir otobüs olsa atlayıp gelsem duke ellington dinlesek tepeden tırnağa duysak yan yana iki balık olsak hiç düşünmeden yüzsek kar yağsa ağzında eritsen, bana içirsen sevişsek gün ışıyana dek eski güzel gülerdeki gibi izci yeminine sadık iki çocuk gibi sınırın güneyinde, güneşin batısında Bazı dönemlerde kasıtlı olarak kimi yapıtlar görmezden gelinir. Bunun iki nedeni vardır: Ya kişi kendi cesaretsizliğini, güven yoksunluğunu gölgelemek için yapar bu karartmayı ya da bilerek, isteyerek bir tür cemaat ilişkisiyle ortak tavır takınılır.