Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 14 TEMMUZ 2019 Samsun’da doğa ve sporla buluşma S amsun Bafra’da bu yıl üçüncüsü yapılacak “Kapıkaya Uluslararası Doğa Sporları ve Kültür Festivali” 24 28 Temmuz’da doğa severleri bir araya getirecek. Karadeniz’in eşsiz doğası eşliğinde düzenlenen KapıkayaFest, Kızılırmak’ın yanı başında, ekstrem spor ve sportif faaliyetleriyle dünyanın nadir alanları arasında gösteriliyor. Adını Kapıkaya Tepesi’nden alan festivalde, hava ve su sporları, dağcılık, bisiklet, atv, kamping gibi çok sayıda etkinlik bir arada. Turizm turları, bisiklet buluşmaları, doğa yürüyüşü, baraj gölünde kano gezisi ve çok daha fazlası etkinlik takviminde yer alıyor. Kapıkaya, yamaç paraşütü için dünyanın en elverişli rotaları arasında yerini alma yolunda ilerliyor. Bir yamaç paraşütçüsünün bir noktadan kalkıp aynı noktaya inebildiği ve Kızılırmak’ın eşsiz doğal güzelliklerini ve manzarasını görebildiği dünyanın en özel konumlarından biri... “En güzel fotoğrafı ben çekerim” diyenler için fotomaraton var. Akşam, kamp ateşini yakıp yıldızların altında doğanın sesini dinlemek unutulmaz bir deneyim olabilir. Festivale bu yıl Almanya, Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Birleşik Krallık, BosnaHersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Dubai, Estonya, Fas, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Hindistan, Hollanda, İran, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya ve Rusya’nın da aralarında bulunduğu 55 ülke davet edildi. Pe Gökkuşağının içinde Afrika’nın en ucunda Cape Town’a tam olarak doğa âşığı insanların cenneti diyebiliriz. Adeta bir deneyim laboratuvarı. Afrika kıtasının en ucuna gidip inanılmaz bir gün batımı izleyebildiğiniz, dev dalgalar arasında sörf yapabile kan Nelson Mandela’nın yurdu. Güney Afrika seyahatine çıktığınızda bu gerçekler hep zihninizin bir köşesinde kalıyor. Fırtına burnu Cape Town’a ulaştığınızda ilk göze çar ceğiniz, plajlarda penguenlerle oynayabil pan Masa Dağı oluyor. Dünyanın 7 doğal diğiniz, biraz öteye gidip balinaları gördü harikasından biri. Üstünün kalemle çizilmiş ğünüz, canınız sıkılınca Masa Dağı’nın te gibi düz bir zirveye sahip olması nedeniyle pesine çıkabildiğiniz, sonunu göremediği Masa Dağı ismini almış. Zaman zaman da niz üzüm bağları arasında şarap tattığınız... ğın tepesini bulutlar kaplıyor ve zirve göz Ve tüm bunların hepsini tek bir şehirde ya den kayboluyor. pabildiğinizi düşünün. Cape Town’un her noktasında ayrı bir Afrika kıtasının ucunda, farklı kültür, dil güzellikle karşılaşıyorsunuz, Afrika kıtası ve inançların buluştuğu bir ülke Güney Af nın en uç noktası olarak kabul edilen Ümit rika ve en önemli şehri Cape Town. Burnu da Cape Town’a yaklaşık 2 saat me Güney Afrika halkı Rainbow Nation ya safede. Bartolomeu Dias tarafından keş ni “Gökkuşağı Milleti” olarak biliniyor. fedilmiş olan Ümit Burnu önceleri Fırtı Çünkü gökkuşağının tüm renklerini bu ül na Burnu olarak bilinmekteyse de sonra kede bulabilirsiniz. Beyazlar, ülkenin gerçek yerlileri siyahiler, Koi Koi ve Sanlar, Zulular, Swaziler, daha niceleri. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığına dayanan Apartheid dönemde insanlar sadece siyah, melez ve beyaz olarak değil, kabilelere göre de ayrılmışlardı. Apartheid denilen sistem, ırk ayrımcılığına dayalı ve 1948 ile 1994 yılları arasında süregelen bir rejim. Nerede yaşadığının, nerede okuduğunun, ne iş yap tığının hatta sokakta nereye oturabildiğinin bile hangi renkten olduğuna göre belirlendiği bir sistem. Renk savaşının yaşandığı bu topraklar herkesin bildiği üzere zamanında İngilizler ve Hollandalıların sömürgeleştirdiği, siyahilerin uzun seneler köle muamelesi gördüğü, asla eşit koşulların sağlanmadığı insanların memleketi. Ömrünü bu renk savaşına ve ırkçılığa karşı mücadeleye adayan dünyadaki ilk siyahi baş dan denizcilere moral vermek adına Ümit Burnu olarak ismi değiştirilmiş. Zamanında birçok gemi ve denizci dev dalgalarla kayalıklara çarpmış. Milli park içerisinde Hint Okyanusu ile Atlantik Okyanusu’nu birbirinden ayıran bu muhteşem burnu yukarıdan görebileceğiniz bir de fener var. Bir tarafta Atlantik ve diğer tarafta Hint Okyanusu. Fenere çıkınca Afrika’nın en uç noktasında olduğunuzu daha iyi anlıyorsunuz. nguenler arasın Yolunuz Cape Town’a düştüğünde Simons Town’daki Afrika penguenleriyle ünlü Boulders Beach’i mutlaka ziyaret etmelisiniz. Plajda yüzlerce pengueni, sırtlarını okyanusa dönmüş bir şekilde dizili halde görebilirsiniz. Af Şehriban kıraç Afrika kıtasının ucunda, farklı kültür, dil ve inançların buluştuğu bir ülke Güney Afrika ve en önemli şehri Cape Town. da rikalı penguen kolonisine, yumuşak beyaz kumlar ve ılık sular ev sahipliği yapıyor. Oldukça sevimli olan bu penguenler, zaten güzel olan manzaraya ayrı bir gü zellik katıyor. Biz penguenleri hep kutuplarda yaşı yor diye bilsek de, buradakiler kutup penguenlerin den çok farklılar, minicikler, vakitlerinin çok büyük bir kısmını suda geçiriyorlar, eriyen buzul suları ne deniyle Afrika kıyıları onlar için elverişli bir hal alıyor ve deniz canlılarıyla besleniyorlar. Burada penguen lere bu kadar yakın olmanıza rağmen dokunmak ya da beslemek yasak. Dokunursanız sizi gagalamasına ve ısırmasına razı olacaksınız. O sevimli penguen ısırmaz demeyin, elinize ciddi zarar verecek şekilde ısırabiliyor. Penguenler kumda bir desen ve kayalık gibi Şehriban Kıraç görünüyor. Eğer penguenler tembellik yapmıyorlar sa birlikte kıvrılıyor, devriliyorlar. Gürültücü ve genel likle eğlenceliler! Romancının gelgitli halleri üstüne deneme 1 İlk gençlikte Kafka okunur. (sonra tekrar tekrar okunur) Meraklı okurun yolu bir zaman sonra Hasek’e, “Kahraman Asker Swayk”a yönelir, ardından Kundera’ya gelir sıra. Hepsi Prag merakına dönüşür, fırsat bulunca hemen düşersin yola. Şehirler ve yazarlar arasında sıkı bağ vardır, kimi zaman yanıltıcı da olabilir bu. Meselenin ticarileşmesi, anlamdan, edebiyattan uzak turistik şehir ziyaretini kenara koyuyorum elbette. Konumuz Kundera romancılığı ve komünizm düşmanlığı. Kundera romanlarını seven, özgün bulan biriyim. Romana getirdiği “düşün” boyutu ilgilendiriyor beni. Zaman zaman denemeci olarak girdiği tartışmalar, tarih, bilim, felsefe üzerinden kurduğu dil, biçem heyecan verici. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ni ilk okuduğumda, sanırım yaşla da ilgili, tokat gibi inmişti yüzüme. Sarsıcı, cesur, irkiltici yeni bir roman önermesiydi. Yeniden okuma gereksinimi duydum şimdilerde. 2 K undera, ülkesinin komünistler tarafından işgal (?) edilmesinden sonra Paris’e yerleşir; edebi evreni bu hasretle derinleşir, öfkesi büyür, bir yanı komünizm düşmanlığıyla bilenir. Bunu tüm roman larında görürüz. İnsanlığın kaçınılmaz biçimde sosyalizme yöneleceğini gören biriyim, Kundera ile düşünsel olarak aynı yerde değilim. Buna karşın yapıtlarını okumayı seviyorum. “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı” benzer izlekli bir roman, biraz alaycı, özünde sert! Yazarın dünya görüşüne bunca uzak olmak, yapıtından haz duymaya engel mi? (Kundera liberal mi? Onu tanıtırken seçilen “son varoluşçu” tanımı ne denli yeterli?) 3 Kundera, yapıtlarında (çok hoşlandığım) yazmak/yazarlık üstüne türlü önermelerde bulunuyor. “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nda kendiyle giriştiği tartışma keyiflidir. (Ne zaman yazar konuşur, ne zaman kahraman ayırt edemezsiniz, önemsemezsiniz de ayrıca) “Goethe’nin DoğuBatı Divanı adlı kitabındaki bir dizeyi anımsattı: Başkaları yaşarken yaşanılır mı? Goethe’nin bu sorusunda, yazarlık eylemenin bütün gizemi saklıdır. Kitaplar yazmasından ötürü insan kendini evrene dönüştürür. (Balzac’ın dünyası, Çehov’un dünyası ya da Kafka’nın dünyasından söz edilemez mi?) ve bir evrenin özelliği tek oluşudur. Başka evrenin varlığı onun özünü tehdit eder.” “Kitaplar yazan biri için söz konusu ya heptir ya hiçtir. (kendisi ve bütün ötekiler için tek bir evren) Oysa, kimseye her şey olma olanağı verilmediğine göre, kitaplar yazan, bizler birer hiçiz. Bizler, iyi tanınmayan, kıskanç, sinirli kimseleriz Kundera ve ötekilerden ölümünü dileriz. Bu konuda hepimiz eşitizdir.” “Çünkü herkes ilgisiz bir evren içinde görülüp işitilmeden yok olup gideceği düşüncesiyle acı çekmektedir. Bu yüzden, daha vakit varken, kendisini sözcüklerden oluşan bir evrene dönüştürmek ister. Ve bir gün (yakın gelecekte) bütün in sanlar birer yazar olarak uyandıklarında, evrensel anlaşmazlık ve sağırlığın günü gelmiş olacaktır.” 4 Yazar, bir tür sürgün dili geliştirmiş, köksüzlük üzerinden, bireyin dünyasına yönelik, üstelik kışkırtıcı tezlerle çıkıyor karşımıza. Cinsel meselelerin davranışlarımızı ne ölçüde etkilediği, ikiyüzlü hallerimizin nasıl da gülünç durumlara düşmemize neden olduğunu sıkça gösteriyor. Her tür inanca mesafeli, adanmışlığı gülünç buluyor hatta! İnsan belli bir yaşa gelene dek deneyimler yaşar, gözler. Düşünce inceldikçe, ömür kısaldıkça, hele bir de yardıma koşan Tanrı fikri yoksa, her tür hesap sertleşir. Kuşkusuz bir ölçüde anlaşılır bu. Ancak iyi insan olma gereksinimi, ölçüsü, yazma tutkusu/itkisi nereden gelir, buna kafa yormak gerekmez mi? Kötü olan ne varsa savaşmak görev değil midir? Ölüm bizden neyi esirger? Sanırım yaşarken yönsüz, duygusuz, ölçüsüz kalmayı. Eğer kuru biçimde önümüze dikilirse ölüm imgesi, orada başıboş savrulma başlar. Adanmışlık değilse de, aydın olma gayreti bununla açıklanabilir. Daha iyi bir dünya düşü, ardına düşme cesareti de bu sorumluluk duygusundan beslenir. Sosyalizm bunun öğretisidir. 5 Bu kaba, biraz da zihni katı kalıba sokan soru hepten haksız değil. Okurken, elde olmadan, zalimce komünizme yüklenen Kun dera rahatsız ediyor. Bir yandan yazarın kendini yapıtta bunca açık etmesinden hoşlanmama karşın, ısrarlı vurgu irkiltici oluyor. Olumsuz biçimde elbette! “Komünizmin tezli sanat yapıtlarına sanatçıyı yöneltme” eleştirisi bir ölçüde anlaşılır. Ancak bir tek pratik hem yeterli veri sunmaz, hem de farklı süreçlerde başka başka örnekler verilebilir. Kaldı ki azgın kapitalist saldırı, Sovyet yönetimlerini biçimlendirmiş, korumacı, sert hale sokmuştur. Uzun tartışma konusudur bu. 6 T üm romanlarında Prag olması, yazarın ne denli şehriyle iç içe geçtiğini gösteriyor bize. Bir şehre uzaktan bakmak/içinden konuşmak üstüne düşünüyorum. Ben de İstanbul’la aynı bağı taşıyorum. Her ne kadar giderek dar alana sıkışsam da (tercih elbette) kurgumu var eden İstanbul ve öyküleridir. O halde yazarla iç içe geçmeden, mesafe koyarak yapıtından haz duymak mümkün. Garip, ikircikli hal bu! Şöyle diyeyim; öncü yazarın, yaşama dair her teşhisi doğru/sağlıklı olmak zorunda değildir. Ya da yazara/yapıtına kefil olmak gibi bir yükümlülüğümüz yoktur. 7 Kendimle çelişmek pahasına yazıyorum bunları. Bugünü yazan biri, liberal savrulma içinde, siyasal İslamcılara isteyerek ya da kanarak destek verirse, yapıtını ondan bağımsız okuyabilir miyiz?